“Dikkat edin! Şüphesiz ki bedende bir et parçası vardır ki, o doğru olduğunda tüm beden doğru olur, eğer o bozuk olursa tüm beden bozuk olur. Dikkat edin, o et parçası kalptir!” (Buharî, İman, 52.)

EHL-İ KIBLENİN TEKFİRİ CAİZ DEĞİLDİR

 

بسم الله الرحمن الرحيم

Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…

 

Ehl-i Kıble “Kâbe’ye doğru yönelerek namaz kı­lanlar” anlamına gelmektedir. İslâm literatüründe küfre girmediği kabul edilen ve Kâbe’ye doğru yönelerek namaz kılma­nın farz olduğuna inanan farklı mezheplere bağlı bütün müslüman zümreleri ifade et­mek üzere kullanılan bir tabirdir.[1]

Bir insanın Ehl-i Kıble’den sayılabilmesi için asıl olan, onun mücerret olarak namaz kılması değil hiçbir küfür ve şirk ameline bulaşmayarak namaz ehli olmasıdır. Bir insan küfrü veya şirki gerekli kılan bir inanca sahip olsa veya bu bağlamda bir söz söyleyip bir amel işlese tüm ulemaya göre küfre girer ve Ehl-i Kıble’den sayılmaz. Biraz sonra geleceği üzere şirk amelleri ile beraber namaz kılması o insanı Ehl-i Kıble dairesine sokmaz. Bir insanın Ehl-i Kıble’den kabul edilebilmesi için her şeyden önce küfür ve şirkten uzak durması gerekmektedir.

Zikri geçen vasıflarla muttasıf bir şahsın tekfiri caiz değildir. Yani kendisini şirk ve küfürden koruduğu halde namaz kılan kimselerin işlemiş oldukları bazı günahlardan dolayı tekfiri caiz değildir. Aynı şekilde böylelerinin Ehl-i Kıble dışı kabul edilmeleri de uygun olmaz. Burada bir insanın kıble ehlinden olup-olmadığını tespitte bizim dikkat etmemiz gereken nokta o kişinin kendisini şirke ve küfre bulaştıracak amelleri işlememesidir. Eğer bu amellerden birisini işlerse o kişi Ehl-i Kıble olmaktan çıkar ve ulemanın “Ehl-i Kıble’nin tekfiri caiz değildir” şeklindeki sözlerinin o kişi hakkında işletilmesi artık geçersiz olur. Zira âlimlerin bu söz ile kastettikler hiçbir şekilde şirke ve küfre bulaşmadığı halde bazı günahlara müptela olan insanlardır. Böyleleri, işledikleri günahları helal görmedikleri sürece kâfir olmazlar.[2] Kimin hali böyle olursa ona zikri geçen kaideyi tatbik eder ve onu tekfir etmekten uzak dururuz.

Dolayısıyla biz “Ehl-i Kıble’nin tekfiri caiz değildir” derken bununla hiçbir surette şirke bulaşmadığı halde bazen kendisinden günah sadır olan günahkâr Müslümanları kastediyoruz. Biz böylelerinin tekfir edilmesini caiz görmediğimiz gibi bu işe kalkışanların dinde aşırıya gittiğine inanıyoruz. Çünkü böyleleri günahlar sebebiyle tekfir ettikleri için Haricilerle bir noktada birleşmiş olurlar. Malum olduğu üzere Haricîlerin inanç esaslarından birisi de, günahlar sebebiyle insanları tekfir etmektir. Önceki bölümlerde de değinmeye çalıştığımız üzere Ehl-i Sünnet dinden çıkarıcı olmayan günahlar sebebiyle hiç kimseyi tekfir etmez. Bundan dolayı da Haricîlerden ayrılmıştır. Biz menhec olarak Ehl-i Sünneti benimsediğimiz için dinden çıkarıcı olmayan günahlardan dolayı insanları tekfir etmiyor, aksini yapan insanların dinde aşırıya kaçtıklarına inanıyoruz.

Küfür Ameli İşlediği Halde Namaz Kılan Birisi

 Ehl-i Kıbleden Sayılır mı?

Burada üstte de kısmen değindiğimiz bir meseleyi yanlış anlaşıldığından dolayı biraz daha açmaya çalışacağız.

Ehl-i Sünnete göre bir insan küfrü gerektiren bir amel işlese kesinlikle dinden çıkar ve Ehl-i Kıble olma vasfını yitirir. Onun namaz kılıyor olması kendisini küfre düşmekten kurtarmadığı gibi bu vasfın kendisinde devam etmesini de gerektirmez. İçerisine düştüğü küfürden tevbe edip vazgeçmediği sürece namazı ona bir fayda sağlamaz. Bu nokta üzerinde ulema arasında herhangi bir ihtilaf söz konusu değildir. Burada İmam Aliyyu’l-Kârî’nin bir tespitini nakletmekte yarar görüyorum. O, “Fıkh-ı Ekber” şerhinde der ki:

“Bil ki, kıble ehlinden maksat, âlemin yaratılmış olması, cesetlerin tekrar dirilmesi ve eczasının (cüzlerinin) bir araya getirilmesi, Allah'ın hem bütünleri, hem de parçaları bildiği ve benzeri dinî bakımdan inanılması zarurî olan inançlar üzerinde ittifak eden kimselerdir. Ömrü boyunca, bu âlemin kadîm olduğu, (yani yaratılmamış olduğu) haşrın vuku bulmayacağı yahut Allah’ın parçalara ait bilgisinin bulunmadığı inancı ile ömrü boyunca taat ve ibadetlerle meşgul olan bir kimse kıble ehlinden de­ğildir. Ehl-i Sünnet’e göre, Kıble ehlinden hiç kimsenin tekfir edilmemesinden kastedilen küfrün alâmet ve işaretlerinden herhangi birşey bulunmadıkça kıble ehline kâfir denilemeyeceğidir.”[3]

Aliyyu’l-Kârî’nin bu tespiti gerçektende yerindedir. Bir insan kâinatın kadim olduğuna inansa bu inancı onu kâfir yapmaya yeterlidir. Böylesi birisi ömrü boyunca taat ve ibadetlerle meşgul olsa yinede kıble ehlinden sayılmaz. Burada bizim dikkat etmemiz gereken bir insanın kâinatın kadim olduğuna inanması değil, aksine kendisini küfre sokan bir inanca sahip olmasıdır. Aliyyu’l-Kârî’nin zikrettiği bu ifade sadece bir örnektir. Biz buna kıyasla kendisini küfre düşürecek ameller işleyen insanların Ehl-i Kıble’den olamayacağı sonucuna ulaşabiliriz. Çünkü bir insanın Ehl-i Kıble’den sayılabilmesi için -Aliyyu’l-Kârî’nin de belirttiği gibi- kendisinde küfür alâmetlerinden herhangi bir ema­renin bulunmaması gerekmektedir. Aksi halde kıble ehlinden sayılmaz.

Sonuç olarak; bizler kıble ehli olan hiçbir kimseyi işlemiş olduğu günahlar sebebiyle tekfir etmeyiz. Ancak kıble ehli kimselerle de her namaz kılanı kastetmeyiz. Bizim bunun ile kastımız küfür ve şirkten uzak durarak namaz kılanlardır; namaz kıldığı halde şirk ve küfre bulaşanlar değildir.

Bu gün Allah’ın şeriatını kaldırıp yerine beşer mahsulü kanunlar icat eden, Allah’ın hükümlerini arkaya atarak bu kanunlarla hükmeden, onları seven, destekleyen ve korumasını sağlayanlar kimseler namazda kılsalar kıble ehlinden sayılmazlar. Çünkü onlar bu amelleri ile küfre sapmış ve dinden çıkmışlardır. Kıldıkları namazın kendilerine bir faydası olmayacaktır. Yaptıkları bu ameller nedeniyle onları tekfir eden kimselere “Ehl-i Sünnete göre kıble ehli tekfir edilmez” diyerek karşı çıkmak bu kaideyi anlamamaktan başka bir şey değildir. Onlar eğer kıble ehli olsalardı bu küfür amellerini işlemezlerdi. Bu amelleri işlediklerine göre kıble ehli olmaktan çıkmışlardır.

 

Faruk Furkan

 

 



[1] Bkz. DİA, 10/ 515, vd.

[2] Burada çok önemli bir noktaya temas etmek istiyorum: Bilindiği üzere günahlar dinden çıkaran ve dinden çıkarmayan olmak üzere ikiye ayrılır. Dinden çıkarmayan günahlar; içki, faiz, kumar, zina ve benzeri günahlardır. Dinden çıkaran günahlar ise; Allah ve Rasûlüne sövmek, dinin şiarlarını küçümsemek, Allah’ın kanunlarını değiştirmek, kâfirleri veli edinmek ve benzeri günahlardır. Bizim yukarıda “günahlar” lafzı ile kastettiğimiz, dinden çıkarmayan günahlardır. Böylesi günahlarda kişinin dinden çıkması için onları helal kabul etmesi gerekir. Dinden çıkaran günahlara gelince; bunlarda “helal görme/istihlâl” şartı aranmaz. Bunları işleyenler o amelleri helal görseler de görmeseler de dinden çıkarlar. Bu tür günahlarda helal görme şartı aranmaz. Bu ayırıma dikkat etmek gerekir.

[3] “Şerhu Kitabi’l-Fıkhi’l-Ekber”, sf. 258.

Okunma Sayısı:3852