“Egemenlik/Hâkimiyet/Hüküm koyma yetkisi yalnızca Allah’ındır.” (Yusuf Suresi, 40)

İRTİDAT (DİNDEN ÇIKIŞ) DÖRT ŞEYDEN BİRİ İLE MEYDANA GELİR

بسم الله الرحمن الرحيم

Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…

İrtidat; lügatte bir şeyi bırakıp başka bir şeye dönüş yapmak demektir. Istılahta ise; gerek niyet, gerek küfre götüren bir fiil, gerekse bir söz sebebi ile –ister bu sözü alay ederek, ister inat ederek, isterse inanarak söylesin fark etmez– İslam dininden çıkıp küfre dönmek demektir.[1]

Kişi, İslam’ı nakzeden (hükümsüz kılan) hususlardan birisini işlediği takdirde irtidat ortaya çıkar. Bunları dört kısımda incelememiz mümkündür:

1- Söz ile İrtidat: Allah Teâlâ’ya, Rasûllere, meleklere veya kitaplara sövmek ya da şeriatı küçük düşürücü cümleler kurmak hep bu kabildendir.

2- Fiil ile irtidat: Allah Teâlâ’dan başkasına secde etmek, ondan başkası için kurban kesmek, kasten Mushaf’ı tahkir etmek, sihir yapmak, onu öğrenmek ve öğretmek. Allah’ın indirdiklerine alternatif hükümler koymak ve benzeri durumlar bu kısma girer.

3- İtikad ile irtidat: Allah ile beraber bir ilâhın varlığına inanmak, haram şeylerden herhangi birisinin mubah veya mubah şeylerden herhangi birisinin haram olduğunu itikat etmek, dinden kesin olarak bilinen ve farz olduğu hususunda üzerinde icma’ bulunan bir şeyin farziyetine inanmamak gibi şeyler de bu kısma dâhildir.

4- Şek ve Şüphe İle İrtidat: Allah’ın varlığından, birliğinden, Kur’an’ın Allah tarafından gönderildiğinden, İslam’ın hükümlerinden ve buna benzer bir takım inanç esaslarının doğruluğundan şüphe etmek ve tereddüte kapılmak gibi inançlar bu kısımda mütalaa edilir. 

Bu uyarıya burada yer vermemizin nedeni ise, Ehl-i Sünnet ile diğer sapık mezhepler arasındaki ihtilafa dikkat çekmektir. Ehl-i Sünnet, kişinin dinden çıkmasını üstte verdiğimiz taksimata göre dört ana başlık altında incelemiş ve kişinin bazen bir söz, bazen bir amel, bazen bir inanç, bazen de bir şüphe ile dinden çıkabileceğini ifade etmişken; Ehl-i Sünnet dışı sapık fırkalardan bazıları ise bu noktada aksi bir yöne saparak dalalete düşmüşlerdir. Şimdi mezheplerin bu noktada ki görüşlerini serdedelim:

1-) Küfür Sadece Dil İle İnkârdan İbarettir Diyen Kerramiyye Görüşü

Bu mezheb, bir kişinin dinden çıkmasını sadece dili ile inkârına hasretmiş ve kalbi ile inkâr etse bile dili ile inandığını söyleyen insanları “mümin” kabul etmiştir. Bu görüş neticesinde tüm münafıkların “Müslüman” olması gerekir ki, Kur’an ve Sünnetin temel öğretileri ile çeliştiği için bunun kabul edilmesi mümkün değildir.

2-) Küfür Sadece Kalp İle İnkârdan İbarettir Diyen Mürcie Görüşü.

Bu mezhebe göre kişi, kendisini küfre sokacak bir ameli işlese ya da ağzından bu meyanda sözler çıksa, kalbi ile buna inanmadığı sürece asla kâfir olmaz! Örneğin, bir insan Allah’a sövse, Kur’an’a hakaretler yağdırsa, Şeriatı küçümsese, putlara kıyam ve secde etse ya da dili ile bir Müslüman’ın söyleyemeyeceği nice lakırdıları telaffuz etse, kalbinde iman bulunduğu sürece bu sözlerin onun imanına hiç bir zararı yoktur! Böyle birisi hem Allah katında hem de kendileri yanında Ebu Bekir radıyallâhu anh gibi mümindir! Tahavî şârihi bunun, diğer görüşler arasında en fâsit görüş olduğunu söylemiştir.[2]

Bu gün de kendisini Ehl-i sünnete nispet eden nice Mürcie kafalılar aynı görüşü benimsemektedirler. Hatta bırakın avamı, üst düzey kelam bilginleri bile maalesef bu görüşe meyletmişlerdir.[3] Evet, bu fikir hızla yayılmakta ve İslam’a meyleden bilgisiz insanları bir tufan gibi kuşatmaktadır. Bu görüşün fesadından Allah’a sığınırız.

3-) Küfür Hem İtikat Hem Dil Hem de Amel İle Olur, Diyen Ehl-İ Sünnet Görüşü

Konunun girişinde de belirttiğimiz gibi, Ehl-i Sünnet’in meseleye bakışı bu şekildedir. Kişi inandığı bir itikat, söylediği bir söz ve işlemiş olduğu bir amel ile dinden çıkabilir. Bu konuda tüm Ehl-i Sünnet âlimler icma’ etmişlerdir.[4] Bu gün kendisini Ehl-i Sünnetten addettiği halde, küfür sözü söyleyen ya da küfür ameli işleyenleri “kalben helal görmediği sürece kâfir olmaz” diyenler, Ehl-i Sünnetten daha ziyade Mürcie fikrine meyletmişlerdir.

Bu konuyu buraya almamızın nedeni ise; iman ve küfür hükümlerinde baz alınacak temel noktanın kalp değil, söz ve amel olduğunun bilinmesidir. Bu bilinmezse tekfir meselesinde hep yanlış yapılacak, neticesinde de verilen hükümler hep hatalı olacaktır.

Bugün bu meselenin hakikatini kavrayamamış ilim ehli nice insan, maalesef açıkça küfür sözü söyleyen ya da küfür ameli işleyen kimselerin bunu kalben helal kabul edip-etmediğini tam kestiremediklerinden dolayı onları Müslüman kabul etmektedirler. Oysaki küfür amelini işleyen küfre düşer. Bu noktada onun bu ameli helal sayıp-saymadığına bakılmaz. Helal sayıp-saymadığını öğrenmek ancak Mürcie tarafından ortaya atılmış bir iddiadır. Ehl-i Sünnet, böyle bir iddiayı geçersiz saymış ve küfür ameli işleyenlerin niyetlerine bakmaksızın küfre girdiklerine karar vermiştir.

 

Faruk Furkan

 



[1] Bkz. “el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletuhu”, Vehbe Zuhayli, 7/501.

[2]  “Şerhu’l-Akideti’t-Tahaviyye”, İbn-u Ebi’l İzz, sf. 332.

[3] Şerafettin Gölcük ve Süleyman Toprak tarafından Konya’da kaleme alınan ve birçok ilim talebesi ile ilâhiyatçıların kütüphanelerinde yer alan “Kelam” adlı kitapta Ehl-i Sünnet inancı ile taban tabana zıt olan şu görüş yer almaktadır ki, bunun kabul edilmesi mümkün değildir. Müellifler, tasdik bakımından insanları üç gruba ayırdıktan sonra 3. maddede şöyle derler: “Kalbiyle tasdik ettikleri halde diliyle tekzip edenler. Bunlar ise Allah katında mümin oldukları halde insanlar nezdinde kâfirdirler; bunlara mümin muamelesi yapılmaz…” Bir insan kalben inandığı şeyleri -ikrah olmaksızın- dili ile tekzip ederse bütün âlimlere göre kâfir olur. Bu konuda Ehl-i sünnet âlimleri arasında hiç bir görüş ayrılığı yoktur. Bu konu birçok kişi tarafından basite alınmıştır, oysa konunun hiç de basite alınacak bir tarafı yoktur. Allah bizi haktan ayırmasın. (Âmin)  

[4] Ahmed Bukrîn, “et-Tekfir Mefhumuhu-Ahtaruhu-Davabituhu” adlı eserinde birçok âlimin bu hususta icma‘ naklettiğini bize bildirmektedir. Bkz. sf. 8.

Okunma Sayısı:2871