“(Rasûlüm!) Sakın ha, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları (n cezalandırılmasını), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim, 42)

LA İLAHE İLLALLAH İLKESİ İLE ÇELİŞEN DURUMLAR

بسم الله الرحمن الرحيم

Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…

 

Buraya kadar anlattıklarımız Lâ İlâhe İllallâh’ın manası ve şartları ile alakalı meselelerden ibaretti. Burada ise “Küllü şeyin yu’rafu bi zıddihi” “Her şey zıddı ile bilinir” kaidesinden hareketle, Lâ İlâhe İllallâh ilkesi ile çelişen ve kişiyi iman dairesinden çıkarıp küfür ve şirk bataklığına sürükleyen bazı amellerden bahsedeceğiz.

İslam dini, iman, ahlak ve beden açısından sağlıklı bir toplumun meydana gelmesi için insanoğlunun bir takım değerlerini muhafaza altına almış ve bu değerlere zarar verecek tüm şeyleri onlar için yasaklamıştır. Bu değerlere “Külliyat-ı Hamse” veya “Zarurat-ı Hamse” adı verilmiştir. Yani korunması ve muhafaza edilmesi zorunlu olan beş esas… Bu esaslar sırasıyla şu şekildedir.

1)    Din Emniyeti

2)   Can Emniyeti

3)   Nesil Emniyeti

4)   Akıl Emniyeti

5)    Mal Emniyeti

İslam’da bu beş esasa zarar verecek her şey haram kılınmıştır. Örneğin, Adam öldürmek haramdır; sebebi ise can emniyetinin ihlalidir… Zina haramdır; sebebi ise nesil emniyetinin ihlalidir… İçki haramdır; sebebi ise akıl emniyetini ortadan kaldırmasıdır… Hırsızlık ve gasp haramdır; nedeni ise mal emniyetine zarar vermesidir…

Kişiyi dinden çıkaran ve onu cehenneme sürükleyen amellerde İslam dininde yasaktır. Bu ameller din emniyetini yok edip ortadan kaldırdığı için yasaklanmıştır. Biz konunun gereği olarak zikri geçen dört madde ve açılımında değil de, insanın din emniyetine zarar veren dini ortadan kaldıran maddelerden söz edeceğiz.

İnsanın din emniyetini yok eden maddeler şunlardır.

1)     Küfür

2)    Şirk

3)    Nifak

4)    Zındıklık

5)    İrtidat/dinden dönme

Şimdi bu maddeleri fayda hâsıl olacak şekilde izah etmeye başlayalım.

1)   Küfür

Tanımı: Küfür, sözlükte örtmek, gizlemek ve setretmek demektir. Tohumu toprakla örttüğü için Arap dilinde çiftçiye “Kâfir” denmiştir. Rabbimiz şöyle buyurur:

“(Bunların) örneği ekini çiftçilerin hoşuna giden yağmur gibidir.” (Hadid/20)

Ayetin orijinalinde yer alan “el-Küffar” (kâfirler) kelimesinden kasıt çiftçilerdir. Burada ki “küffar” kelimesinden sözlük anlamı kastedilmiştir. Buda gösteriyor ki küfür kelimesi sözlükte bir şeyi örtmek anlamındadır.

Istılahta ise, imanın zıttıdır. Allah’ın ayetlerini ve nimetlerini örtbas ederek inkâr etmektir.

   Kısımları: Küfür, dinden çıkaran veya dinden çıkarmayan şeklinde ya da küçük ve büyük olmak üzere iki kısma ayrılır.

Büyük Küfür: Bu tür küfür çeşidi sahibini dinden çıkardığı gibi aynı zamanda onun ebediyen cehennemde kalmasına yol açar. Kur’an ve Sünnette yer alan küfür lafızlarının birçoğu bu anlamda kullanılır. Bir şey “bu küfürdür” denildiğinde kastedilen manada budur. İslâm âlimleri büyük küfrü beş kısma ayırmışlardır. Şimdi tek tek bunları ele alalım.

1) Tekzib (Yalanlama) Küfrü: Bu küfür çeşidi, Allah’ı ve O’nun doğru dediği şeylerin aksini savunmakla meydana gelir. Örneğin, Allah-u Teâlâ, ahiretin var olduğunu Kur’an’ da açıkca ifade etmiştir. Bu hakikatin yok olduğunu söylemek veya “Böyle bir şey olamaz” demek sureti ile onu kabullenmemek tekzib küfrüne girer. (Bkz: Ankebut/68)

2) Red ve Kibirlenme Küfrü: Bu, Allah ve Rasulü’nün söylediklerinin hak olduğunu bilmekle beraber kibirlendiği ve gurura kapıldığı için hakkı kabule yanaşmayan kimselerin küfrüdür. Şeytanın küfrü de bu kısım içerisinde değerlendirilir.

“Hani biz meleklere: “Âdem’e secde edin” demiştik de, Şeytan hariç hepsi secde ettiler. O reddetti, kibirlendi ve kâfirlerden oldu.” (Bakara/34)

3) Şüphe ve Tereddüt Küfrü: Allah’ın buyurduğu ve Rasullah’ın getirdiği şeylerin doğruluğunda şüphe etmek veya tereddüt geçirmek küfrün bu kısmında değerlendirilir. (Bkz: Kehf Suresi/ 35–38)

4) İ’raz (Yüz Çevirme) Küfrü: Hakkı küçük görerek veya basite alarak öğrenmemek, gereğince amel etmemek ve ona teslim olmamak bu çeşit küfre dâhildir. Bu da üçe ayrılır.

a) Kalben yüz çevirme

b) Söz ile yüz çevirme

c)  Davranışlarla yüz çevirme

“Kâfirler uyarıldıkları şeylerden yüz çevirirler.” (Ahkâf/3)

Buna göre, Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in Rabbinden getirdik-lerinden, “ben ona uymam, onu yapamam” ya da “benim buna ihtiyacım yoktur” demek sureti ile yüz çeviren yahut hakkı işittiği vakit onu işitmemek için kendisi konuşmaya baş-layan ya da parmakları ile kulaklarını tıkayan kimse gibi, fiiliyle buna karşı çıkan ya da hakkın zikredildiği yerlerden kaçan yahut hakkı işitmekle birlikte kalbini ona iman etmek-ten başka tarafa döndüren, organlarını da gereğince amel etmekten uzak tutan ve bunu haktan hoşlanmadığı için yapan bir kimse de hakta yüz çevirmek sureti ile küfreden bir kâfirdir.[1]

5) Nifak Küfrü: Buda kalben İslâm’ın öğretilerini inkâr etmekle birlikte zahiren ona tabi olan kimselerin küfrüdür. Böyleleri dilleri ile İslâm’a bağlılıklarını söylerken aynı zamanda kalplerinden ona buğzeder ve nefretle onu inkâr ederler. Nifak küfrüne ileriki sayfalarda biraz daha detaylı olarak değineceğiz.[2]

Saydığımız bu beş madde insanı dinden çıkaran ve onu ebedi cehennemlik yapan küfür çeşitleridir. Küfrün birde öbür çeşidi vardır ki ona “Küçük küfür” denir. Küçük küfür, küfrün daha çok lugat anlamını ilgilendirdiğinden dolayı kişiyi dinden çıkarmaz. Şimdi bunu izah etmeye çalışalım.

Küçük Küfür: Küfrün bu çeşidi sahibini dinden çıkarmaz. İslâm vasfını ondan kaldırmaz; ahirette Allah’ın dilemesine bırakılır, dilerse affeder, dilerse azap eder; şayet azap edilse ebediyen cehennemde kalmaz. Büyük küfürle bu noktada bir birinden ayrılır.

“Hocam, hiç dinden çıkarmayan küfür olur mu?” diye akla bir soru gelebilir. Böyle bir sorunun akla gelmesi de çok doğaldır. Bu soruyu bertaraf etmek için hemen belirtelim ki buradaki küfürden kasıt, küfrün sözlük anlamıdır, sahibini dinden çıkaran ıstılahî anlamı değildir.

Küfrün bu çeşidine “amelî küfür” denildiği gibi “küfran-ı nimet veya küfrün dune küfür” de denir. Kitaplarda böylesi bir isimle karşılaşıldığı zaman; onun kişiyi dinden çıkarmayan küçük küfür olduğu bilinmelidir. Aksi halde işler Arap saçına döner. İslâm’a küfür, küfre İslâm denir. Buna son derece dikkat etmeli ve naslarda karşılaştığımız “küfür” sözcüklerini hemen kafamıza göre yorumlamamalıyız.

Şimdi bunu bir örnekle açıklamaya çalışalım. Hazreti Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurur ki:

“İnsanlarda iki özellik vardır ki, bunlar onlar hakkında küfürdür;  Nesebe dil uzatmak, ölüye yaka paça yırtarak ağlamak (niyaha).”[3]

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu hadisinde ölüye yaka paça yırtacak şekilde ağlamayı küfür/nankörlük olarak isimlendirmiştir. Herkes bilir ki ölüye bu şekilde ağlamak haramdır. Böyle olmasına rağmen Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) “niyaha” adı verilen bu ağlama çeşidine küfür demiştir. Acaba ölüye bu şekilde feryat eden kâfir olur mu? Hayır, kâfir olmaz. Çünkü bu hadiste yer alan “küfür” kelimesi ile onun sözlük anlamı olan nankörlük kastedilmiştir. Ölü üzerine böyle ağlamak gerçekten de nankörlüktür. Çünkü o canın sahibi Allah’tır. Dilediği kadar onu yaşatır, dilediği zaman onu öldürür. Canın sahibi kendi emanetini alınca böylesi tavırlar sergilemek bir nevi O’na isyandır; O’nun takdirine teslim olmamaktır. Dolayısıyla kişinin cenazesi üzerine bu şekilde ağlaması nankörlüktür. Bu nankörlüğü de Efendimiz “küfür” kelimesiyle ifade etmiştir.

Biraz sonra zikredeceğimiz ayet ve hadisleri de bu örneğe kıyas ederek küfür kelimesinin nerede dinden çıkarıp nerede dinden çıkarmadığını kolayca öğrenebiliriz. Rabbimiz şöyle buyurur:

(Belkıs’ın tahtının) derhal yanında durduğunu görünce (Süleyman) dedi ki: “Bu, Rabbimin lütfundandır. Acaba şükür mü ederim yoksa küfür mü (nankörlük mü) ederim diye ben sınamak içindir.” (Neml/40)

Rasullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:

“Müslüman sövmek fısk, onunla çarpışmak küfürdür.”[4]

“Allah’tan başkası adına yemin eden kimse kâfir olur”[5]

“Her kim kardeşine “kâfir” derse, bu söz nedeniyle küfür, ikisinden birisine döner. Eğer (o kimse) dediği gibi ise (problem yoktur.) Ancak böyle değilse sözü kendisine döner.”[6]

Yeri gelmişken bu hadis üzerinde biraz duralım. Bu hadis hiç şüphe yok ki en çok istismar edilen hadisler arasında yerini almıştır. Kimileri “aman bende kâfir olurum” düşüncesiyle açıkça küfre giren insanlara bile bir şey dememekte bazıları da “nasıl olsa burada kastedilen küçük küfürdür, bir şey olmaz“ mantığıyla çok basit meselelerde bile ehl-i imanı küfre nispet etmektedirler. Acaba meselenin tahkiki nedir? Gerçekten de bir Müslüman’a kâfir diyen dinden çıkar mı? Şayet çıkıyorsa Hz. Ömer’in, Hatıp b. Ebi Belta’ya söylediği sözü veya kimi sahabelerin Peygamberin huzurunda birbirlerini küfre nispet eden sözlerini ve Hz. Peygamberin onlara ses çıkarmamasını nereye koyacağız? Evet, bu ve benzeri, müşkil soruların çözümü için meselenin mutlaka ilmi bir zeminde incelenmesi gerekmektedir. Üstat Ebu Basir bu meseleyi “Kavaid fi’t-Tekfir” adlı eserinde ele almış ve kanaatimizce meseleye hakkını vermiştir. Bizde onun yaptığı taksimatı, aynen buraya aktararak meseleyi izah etmeye çalışacağız. O şöyle der:

“Bil ki şu dört gruptan başka hiç kimse bir Müslüman’ı tekfir etmez:

1)     Allah’ın hükmün hiçe sayan kimse

2)    Şakacı ve alaycı kimse

3)    Tevilde hata eden kimse

4)    İçtihatta hata eden kimse

1) Allah’ın Hükmünü Hiçe Sayan Kimse: Böylesi birinin kâfir olacağı açıktır. Kâfir olmasının gerekçesi ise şudur: O, Allah’ın verdiği hükümle çelişmeyi kendisine caiz görmüş ve eşyayı/varlıkları Allah’ın verdiği isimden başka bir isimle vasıflandırmıştır. Örneğin, Allah bir şey için “bu helaldir” der, O ise hiçbir özrü olmaksızın “hayır o haramdır” der. Allah “kim şu işi yaparsa o mümindir” der, O ise “hayır kim onu yaparsa kâfir olur” der.

Dolayısıyla böyle birisi eşyaya Allah’ın verdiği hükümden başka bir hüküm verir, Allah’ın verdiği vasıftan başka bir vasıf takar ve böylece Allah’ın “İman” dediğine “küfür” der.

Böylelerinin küfründe ve İslam’dan çıkışlarında hiçbir şek ve şüphe yoktur.

2) Şakacı Ve Alaycı Kimse: Bu, bir Müslümanı şaka yere, oyun olsun diye tekfir eden kimsedir. Böyle birisinin –bir önceki kısımda ki gibi-  kâfir olacağında şüphe yoktur. Bunun delili Yüce Allah’ın şu sözüdür:

“De ki; Allah ile O’nun ayetleri ile ve O’nun Peygamberi ile mi alay ediyorsunuz. Artık özür dilemeyin. Siz imanınızdan sonra kâfir oldunuz…” (Tevbe/65-66)

Bu ayet, kimi müminler hakkında alaycı bir üslup ile laf olsun diye ileri-geri konuşan bir takım insanlar hakkında inmiştir.

Müminler hakkında ileri-geri konuşmak onları tekfir etmekte daha basit bir şeydir. Buna rağmen onlar imanlarından sonra kâfir oldular.

Onlar müminler hakkında şöyle diyorlardı:

“Şu kurralarımız/Kur’an okuyanlarımız var ya , (bununla sahabeden âlim olanları kastediyorlardı)[7] Biz onlardan daha çok midelerine düşkün, dilleri daha yalancı ve savaş anında daha korkak hiç kimse görmedik!”

Onlar sırf bu söz sebebiyle imanlarından sonra küfre düşmüşlerdi. Peki, istihza ederek ve eğlence olsun diye müminleri küfürle ve İslâm dairesinden çıkmakla itham eden kimsenin durumu ne olur? Elbette o “siz imanınızdan sonra Kâfir oldunuz” hükmüne (dâhil olmaya) daha layıktır.

3) Tevilde Hata Eden Kimse: Bir Müslüman’ı şüphe sonucu veya yanlış bir tevilden ötürü tekfir eden kimse gibi… Böylesi bir kimse ilimsiz bir şekilde cahilce hüküm verdiği için her ne kadar günahkâr olsa da, zayıf bir tevilin ve bazı naslarla delil getirme şüphesinin bulunmasından dolayı kâfir olmaz.

Böylelerinin örneği, bazı sahabeleri ve o sahabelere yardım eden Müslümanları tekfir eden, büyük günah işleyen Müslümanların küfrüne hükmeden Haricilerin örneği gibidir. Buna rağmen -sırf şüphe ve tevilleri bulunduğu için-sahabeden onların kâfir olduğunu söyleyen hiçbir kimse bulamamaktayız…

İbn-i Teymiye der ki:

“Hariciler, ümmeti öldürme, o ümmeti tekfir etme ve bid’at işleme açısından insanların en belirginleri idiler. Sahabe arasında gerek Ali (radıyallahu anh) olsun gerek diğerleri, hiç kimse onları tekfir etmemiş aksine haddi aşan ve haksızlık yapan Müslümanlar hakkında uyguladıkları hükümleri onlar hakkında da uygulamışlardır. [8]

4) İçtihatta Hata Eden Kimse: Bir Müslümanı şeriatın tüm naslarını, kurallarını ve bu kuralların gerektirdiği ahkâmı işlettikten sonra içtihaden tekfir eden kimse bu kısma dâhildir. Böylesi birisi hata etmiş olmasına rağmen mazurdur. Hatta (niyetine göre) sevap bile kazanır. Nitekim bu hususta Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:

Hâkim İctihad eder de hataya düşerse ona bir ecir vardır.”[9]

Hz. Ömer’in, Hatıb b. Ebi Beltaa’ya “münafık” demesi onun, Mekke’nin Müslümanlar tarafından fethedileceği hususunda muhbirlik yapmış olmasından dolayıdır. Bu nedenle Ömer (radıyallahu anh) onun boynunun vurulması için izin istemiş, ama Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem), Hatıb’ın münafık olmadığını ve İslâm bağının hâlâ devam ettiğini bildirmişti. Bununla beraber Hz Ömer’e “Sen Müslüman kardeşini münafıklık ve kâfirlikle itham ettin hâlbuki o öyle değildi. Dolayısıyla münafıklık ve kâfirlik sana döndü/sen kâfir oldun” demedi. Sebebi ise, Hz. Ömer’i vermiş olduğu hükümde ve söylemiş olduğu sözde ictihad etmiş olmasıydı” [10]

Yaptığımız nakilden anlaşıldığına göre, bir Müslümanı gerekçesiz ve laf olsun diye tekfir eden birisi dinden çıkar. Ama bir tevile ya da bir ictihada dayanıyorsa o zaman dinden çıkmaz. Eğer ictihadı bir delile dayanıyorsa sevap bile alır.

Âlimlerden kimisi konumuzun esasını teşkil eden “Her kim kardeşine “kâfir” derse…” hadisine geçen “küfür” lafzını küçük küfre hamletmiş ve böylesi birisinin dinden çıkmayacağını söylemiştir. Ama yukarıda zikri geçen taksimat daha isabetlidir.

İmam Nevevi bu hadisi “muşkil” hadislerden saymış ve beş manası olduğunu söylemiştir.[11]

Son olarak İbn-i Kayyım’ın Hz.Ömer’in Hatıb b.Ebi Beltaa’yı tekfir etme olayına yaptığı yorumu buraya aktararak konumuza devam edelim. O şöyle der:

“Kişi, kendi heva ve zevki için değil Allah için, O’nun Râsulü ve dini için öfkelenip yoruma giderek bir Müslüman’a münafıklık ve kâfirlik suçlamasında bulunduğu vakit, bundan dolayı küfre düşmez hatta günah işlemiş bile sayılmaz. Hatta niyetinden ve maksadından ötürü sevaba nâil olur.”[12]

Küfür Olan Söz Ve Fiillere Örnekler

Küfür olarak değerlendirilen bir takım lafızlar vardır. Bu da bu lafızların bir bakıma Allah ile melekleri ile ve başka esaslar ile bir çeşit alay etmeyi ihtiva ettiklerinden yahut ta dinden olduğu kesin olarak bilinen bir hususu inkâr anlamını taşıdıklarından ya da Allah’ı yatarmış olduğu varlıklara benzetme anlamına geldiğinden dolayıdır. Aynı şekilde yine aynı sebeplerden ötürü küfür olarak değerlendirilen fiillerde vardır. Biz burada küfür olan bu tür söz ve fiillere örnekler vereceğiz. Böylelikle Müslüman bunlardan kendisini korusun ve iman ve tevhidine zarar veren yahut eksilten şeylere karşı imanını ve tevhidini korusun.

Küfür Olan Lafızlara Örnekler

1-    Allah Teâlâ’ya, İslâm dinine, meleklere ya da onlardan birisine sövmek.

2-    Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e ya da peygamberlerden birisine sövmek.

3-    Allah ile melekleriyle yahut râsuller ile ya da din ile alay edip eğlenmek.

4-    “Ben Allah’tan korkmuyorum yahut Allah’ı sevmiyorum” demek.

5-    “Bazı insanların kâinatın tümünde ya da bir kısmında tasarruf etme imkânları vardır” demek.

6-    “Yahudilik ya da Hıristiyanlık İslâm dininden hayırlıdır ya da ona eşittir ya da Hz. Muhammed’in peygamber olarak gönderilmesinden sonra onlara göre amel etmek caizdir” demek.

7-    Allah’tan başkasına dua etmek ve o kimseden ancak Allah’ın yapabileceği bir şeyi istemek. Hastaya şifa vermek, gaib olanı geri çevirmek, ihtiyaçları görüp karşılamak gibi…

8-   “Zina yahut içki helâldir” ve buna benzer sözler söylemek yahut ta Müslümanların İcmâ’ ile haram olduklarını kabul ettiği başka bir şey için helâldir demek.

9-    “Keşke Müslüman olmasaydım yahut ben Yahudiyim ya da Hıristiyanım” sözlerini kasten ve kendi isteği ile söylemek.

10-  “İslam’ın öğretileri günümüze uygun değildir” sözünü söylemek.

Küfür Olan Fiillere Örnekler

1-    Allah’u Teâlâ’dan başkasına secde etmek

2-    Allah’u Teâlâ’dan başkasına, mesela bir puta ya da salih bir veliye, onu tanzim etmek gayesiyle kurban kesmek.

3-    Mushaf’ı ya da Allah’ın zikrini ihtiva eden şeyleri bilerek ve kasten pis yerlere atmak.

4-    Allah’ın indirdiklerinden başkasıyla hüküm vermek yahut ta bunların Allah’ın indirdikleriyle hükmetmekten daha güzel olduğuna inanmak.

5-    Sihir yapmak, öğrenmek ve öğretmek.

 

6-    Mezar ve salih kimselerin kabirlerini tazim etmek gayesiyle tavaf edip, etraflarını dolaşmak.

7-    Bilerek, kasten ve isteyerek küfür ehlinin şiârlarından olan her hangi bir şeyi -haç ve benzeri- dinlerini tazim etmek gayesiyle takmak.

8-   Ayin ve benzeri ibadetlerinde küfür ehline kasten, bilerek ve isteyerek katılmak.

9-    Fesat çıkarmak kastı ve benzeri maksatlarla İslâm mescitlerini yıkmak.

10- Gönül rızası ile müşriklere mabetler inşa etmek. Yahudilerin havraları, Hıristiyanların kiliseleri gibi.

Büyük Küfür İle Küçük Küfür Arasındaki Farklar

Büyük Küfür

1-    Dinden çıkartır.

2-    Bütün iyi amelleri boşa çıkartır.

3-    Kişinin cehennemde ebediyen kalmasına sebep olur.

4-    Böyle bir küfür ile kâfir olanın kanı ve malı mubahtır.

5-    Bu şekilde kâfir olan kişi ile müminler arasında katıksız adavet/düşmanlık gerektirir.

Küçük Küfür

1-    Dinden çıkartmaz.

2-    Bütün amelleri boşa çıkartmaz. Ancak onları eksiltir ve onunla birlikte yapılan ameli boşa çıkartır.

3-    Böyle bir kimse cehenneme girse bile orada ebediyen kalmaz. Allah onu affedebileceği gibi cehenneme asla girmeyebilir de.

4-    Küçük küfür işleyen kimsenin kanı ya da malı mubah değildir.

5-    Böyle bir kimse sahip olduğu iman kadarı ile sevilir ve veli edinilir. Onda, küfürden bulunan kadarı ile de ona buğz ve düşmanlık edilir.[13]

Küfürden Korunmak İçin Nelere Dikkat Etmeli?

1-    Salih bir iman bilgisi ve güçlü bir yakîn,

2-    Kur’ân-ı Kerim’in ve Sünnet-i Seniyye’nin emir ve teşvik ettiği amel ve ibadetlere önem vermek, bunları yerine getirmek için azamî bir gayret harcamak.

3-    Allah’ın ve peygamberinin uyarılarına dikkat ederek, sakındırdıklarından kesinlikle uzak kalmak, hatta yaklaşma-mak,

4-    Akidemiz uğrunda gereken mücadeleyi vermekten hiçbir şekilde geri kalmamak; inancımızla taban tabana zıt bir ortam içerisinde yaşamanın ızdırabını kalbimizin derinlik-lerinden duymak,

5-    Akidemizi hâkim kılmak azmi ve emelini daima canlı tutmak, bu uğurda aynı hedefi paylaşanlarla bir ve beraber olmak,

6-    Allah’ı ve yüce Rasûlünü yakından tanımak ve her şeyden çok sevmek, onların emir ve buyruklarını bütün emir ve direktiflerden üstün tutmak, onlara bağlanmayı her şeyin önünde bilmek kabul etmek, onların rızalarını esas almak,

7-    Yüce Peygamberimizin yolundan ayrılmayan, O’nun Sünnetini baş tacı bilen, onun dışında izlenmeye, yolundan gidilmeye değer hiçbir kimsenin varlığını kabul etmeyenleri, başta ashâb-ı kirâm olmak üzere, güzel bir şekilde onların izinden gidenleri mümkün mertebe yakından tanımak, onların bu akide uğrunda verdikleri mücadele ve cihadı kendi mücadele ve cihadımız için yol azığı edinmek,

8-   Şerîate ve sünnete kat’î olarak ve tavizsiz bir şekilde bağlı kalmak ve yaşamak.

9-    Yüce Peygamberin dahi küfürden, şirkten riyakârlıklardan ve benzeri kalbi ve imanı hastalıklardan Allah’a sığındığını bilerek, hatırlayarak, imanımızı son nefesimize kadar muhafaza edebilmek için Rabbimize daima dua etmek…[14]

10- Sünnet-i Seniye’de, küfürden korunmak için öğretilen dualara özen göstermek,

11-  “Kötülüğü bilmeyen içine düşer” kuralından hareketle, günümüzde yaygın olan küfürleri, türlerini ve bunu terviç eden ideolojileri bilmek; bunlar hakkında bilgi sahibi olmak

12- Küfre düşmüş ve küfrü benimsemiş insanlarla içli-dışlı olmamak ve onlara, İslam’ı tebliğ etmenin dışında fazla ilgi göstermemek.

13- Ehl-i Sünnet mezhebine göre hazırlanmış akait kitapları okumak.

14- Tevhidi sağlam olan, kendisini küfürden sakındıran ve tağutlarla alakası olmayan âlimlerle görüşerek onlara fetva sormak; onların dışında akideye gereken değeri vermeyen, onu önemsemeyen ve tağuta boyun eğerek onunla alakalı olan hocalardan uzak durmak.

15- Aynı inancı paylaştığın Müslümanlarla sık-sık görüşmek -ki bu sayede insan yalnız kalmaz ve sapık düşüncelere kapılmaz- onlardan ayrılmamak.

2) Şirk

Tanımı: Şirk, sözlükte “ortak olma, denk tutma, eşit kabul etme” anlamındadır. Istılahta ise:

صرف شيئ من خصائص الله الي غير الله

 “Allah’a ait olan özelliklerden her hangi birisini bir başkasına vermek” demektir.

 Veya ibadetlerden herhangi birisini bir başka varlığa sunmak, anlamındadır.

Şimdi bunu iki örnekle izah etmeye çalışalım Mesela;

a) Gaybı bilmek Allah’a has olan bir özelliktir. Mutlak gaybı yalnız O bilir. Kıyametin ne zaman kopacağını, insanın nerede ve ne zamanda öleceğini, rahimlerde olan çocukların nasıl olacaklarını ve bunun gibi daha nice şeyleri yalnız ve yalnız Allah bilir. Hiçbir kimsenin bu nokta da bir bilgisi yoktur ve olamaz da…

Nitekim Rabbimiz bu hususta şöyle buyurur:

عَالِمُ الْغَيْبِ فَلَا يُظْهِرُ عَلَى غَيْبِهِ أَحَدًا

 “O, gaybı bilendir ve gaybına hiçbir kimseyi muttali kılmaz.” (Cin /26)

Bir diğer ayette de şöyle buyrulur:

وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ

 “Allah sizleri gabya muttali kılacak değildir.” (Âl-i İmrân/179)

Bu ayetlerden anlaşıldığına göre, mutlak gaybı bilmek yalnız Allah’ın deruhte ettiği bir şeydir. Hiçbir kimsenin bu nokta da bir bilgisi yoktur. Eğer bir kimse çıkarda gaybı bildiğini iddia ederse Allah’a ait olan bir özelliği kendisinde gördüğü için ―bir tutam sakalı dahi olsa― şirk koşmuş ve dinden çıkmış olur.

b) Aynı şekilde mutlak anlamda hüküm ve kanun koymak da Allah’ın özelliklerinden birisidir.

Rabbimiz bu hususta şöyle buyurur:

إِنِ الْحُكْمُ إِلَّا لِلَّهِ

 “Egemenlik/Hâkimiyet/Hüküm koyma yetkisi yalnızca Allah’ındır.” (Yusuf Suresi, 40)

أَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْأَمْرُ

 “Dikkat edin! Yaratmakta emretmekte Allah’a aittir.” (A’raf/ 54)

وَلَا يُشْرِكُ فِي حُكْمِهِ أَحَدًا

 “O, hükmüne/egemenliğine hiçbir kimseyi ortak etmez!” (Kehf /26)

Bu ve benzeri daha nice ayetler, mutlak hâkimiyet ve egemenliğin yalnızca Allah’a ait olduğunu ortaya koymaktadır. O, dilediği kanunu koyar, dilediğini emreder, dilediğini yasaklar. Hiç kimsenin O’nu sorgulama ve O’na itiraz etme yetkisi yoktur. Çünkü mutlak Hâkim O’dur.

İşte bu nedenle bir kulun kalkıp ta Allah’ın kanunlarına aykırı olarak kanunlar yapması veya bu anlamda yasalar çıkarması asla olacak bir şey değildir. Eğer böylesi bir işe girişir ve Kitabullah’a aykırı yasalar yaparsa Allah’a ait olan bu özelliği kendisinde gördüğü için kendisini ilah yerine koymuş olur.

Aynı bunun gibi, bir kimse de kalkar ve böylesi işler yapan kimselere bu noktada destek verir ve onlara arka çıkarsa Allah’a ait olan hâkimiyet hakkını başkasına verdiği için  şirk koşmuş olur.

Böylesi bir insan, ―bir tutam sakalı da olsa, gece gündüz Allah’a ibadet de etse― Allah’a ait olan bir özelliği bir başkasına verdiği için şirke düşmüş ve Allah muhafaza buyursun ebedî cehennemi hak etmiş olur.

Şirk Tüm Amelleri Boşa Çıkarır

Şirk, insanoğlunun yapmış olduğu tüm Salih amelleri silip süpüren pis bir ameldir. Bir bardağın içerisinde hem su hem de sidik nasıl ki birbirine zarar vermeksizin duramazsa, aynı şekilde iman ve şirk de bir arada birbirine zarar vermeksizin asla duramaz. Birinin varlığı halinde öbürünün yokluğu kesindir. Aksinin iddia edilmesi akıllı birisinin yapacağı bir şey değildir.

Bir insan hayatının tamamını Allah’a ibadet ve itaatle geçirirse, namaz kılsa, oruç tutsa, zekâtını verse, hacca gitse, fakir ve miskinleri gözetse kısacası hayır ve hasenat yönünden birçok sâlih amel işlese ama bununla birlikte kendisini dinden çıkaran bir eylemde bulunsa -Allah korusun- bu şahsın tüm yaptığı ameller boşa gider ve ebedi cehennemi hak edenlerden olur. Aşağıdaki mealini vereceğimiz ayetler bunun delilidir.

“Eğer onlar (peygamberler) dahi şirk koşsalardı, yaptıkları her amel boşa giderdi.” (En’am/88)

“Andolsun, sana ve senden öncekilere vahyolundu ki: Eğer şirk koşarsan, yemin olsun ki amelin boşa çıkar ve muhakkak zarar edenlerden olursun." (Zümer/65)

 Şirke düşerek amellerimizin boşa çıkmasından rahmet ve merhameti sonsuz olan Rabbimize sığınırız.

Şirk Bağışlanması Mümkün Olmayan Bir Günahtır

Şirk, samimi bir şekilde tövbe edilmediği takdirde asla bağışlanmayacaktır. Allah Teâlâ dilediği zaman tüm günahları affettiği halde, şirki asla affetmeyecektir. Bu hususu Rabbimiz şöyle dile getirir:

“Doğrusu Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez. Ondan başkasını da dilediğine bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse büyük bir günah ile iftira etmiş olur” (Nisa/48)

Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) Şirkten Sürekli Allah’a Sığınmıştır

Allah Râsulü’nün şirke düşmesi ve Allah’a ortak koşması bir Müslümanın aklından dahi geçiremeyeceği bir durumdur. O, zaten şirki yerle bir etmek için gelmiştir. Yıkmak ve yok etmek için geldiği bir şeyi hiç kendisi yapar mı? Bu, aklın da mantığın da kabul etmediği bir şeydir. Tüm bu anlatılanlara rağmen O, şirke bulaşmamak için sabah-akşam sürekli Allah’a dua etmiştir. O, (sallallâhu aleyhi ve sellem) Rabbine şöyle yakarır:

“Allah’ım! Bilerek şirk koşmaktan sana sığınırım. Bilmediğim şeyler hususunda da senden bağışlanma dilerim.”[15]

“Allah’ım! Senden başka hiçbir ilah olmadığına şahadet ederim. Nefsimin şerrinden, şeytanında şer ve şirkinden sana sığınırım.”[16]

“Allah’ım! Küfürden, fakirlikten ve kabir azabından sana sığınırım.”[17]

O, Allah’ın peygamberi ve en sevgili kulu olmasına rağmen her daim şirke düşmemek için Allah’a yalvarıyorsa, garantisi olmayan bizlerin çok daha fazla uyanık olması ve sürekli teyakkuzda bulunması gerekmektedir.

Günümüzde Yaygın Olan Şirk Çeşitleri

Şirkin çeşit ve kısımlarını saymak mümkün değildir. Ama toplumumuz da yaygın olan şirk çeşitleri özetle şunlardır.

1) Hâkimiyet Şirki: Kişinin Allah’ın indirdikleri ile hükmetmemesi, Allah’ın yasalarını bırakıp yerine yeni kanunlar çıkarması, Allah’tan başka ya da Allah ile birlikte mutlak bir kanun koyucunun bulunduğuna, inanması, Kur’an’ı bırakıp tağutların kanunlarından hüküm istemesi veya Allah’ın yasakladıklarını serbest, serbest bıraktıklarını ise yasaklaması hâkimiyet şirkinin en bariz örneklerindendir. Bunu biraz daha açalım.

Mesela Allah’u Teâlâ Yusuf suresinin 40.ayetinde “Hüküm yalnızca Allah’a mahsustur” diyerek ve yine Kehf suresinin 26.ayetin de “O hiçbir kimseyi hükmüne ortak etmez” buyurarak “egemenliğin” kayıtsız ve şartsız kendisine ait olduğunu bildiriyor.

Şimdi birisi çıksa ve: “Hayır efendim egemenlik kayıtsız şartsız bizimdir veya milletindir” dese, bu şahıs Allah’ın egemenlik hakkını kendisinde gördüğü için ilahlık iddiasında bulunmuş olur. Başka birisi de böyle söyleyen kimselere maddi ve manevi destekte bulunsa veya onlara itaat etse, Allah’tan başkalarının da hüküm koyabilme yetkisini kabullendiği için müşrik olur.

2) Velayet Şirki: Kişinin mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinmesi ve mü’minlerin aleyhinde onlara maddi veya manevi açıdan yardımda bulunması velayet şirkinin en belirgin özelliklerindendir. Kişinin mü’minlerin sırlarını, gizliliklerini ve sadece mü’minlerin bilmesi gereken bilgileri tağutlara ispiyon etmesi de velayet şirkinin içine girer. Allah-u Teâla şöyle buyurur:

“Ey iman edenler, müminleri bırakıp ta kâfirleri veli (dost) edinmeyin .” (Nisa/144)

“Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri veli edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah ile dostluğu kalmaz." (Âl-i İmran/28)

Kâfirleri veli edinenlerin, Allah ile bir ilişiğinin kalmayacağını bu ayetten rahatlıkla anlamak mümkündür. Bu gün bazı mealler “velayet” kelimesini sadece “dost edinmek” şeklinde anlamlandırmaktadırlar. Hâlbuki bu kelimenin sadece bu anlamla tercüme edilmesi eksiktir.

“Velayet” kelimesi Arap dilinde “dostluk” anlamına geldiği gibi “kalben sevgi duyma, azalar ile yardım etme, destek verme, müttefik olma, arkadaşlık kurma” anlamlarına da gelmektedir. Dolayısıyla mealler okunurken bu noktaya dikkat edilmeli ve ayetleri anlamada hayata düşülmemelidir.

3) Yardım Dileme ve Medet Umma Şirki: Sadece ve sadece Allah’ın güç yetirebileceği bir konuda mahlûktan yardım ve medet istemek kişiyi dinden çıkaran şirk amellerindendir. Kişinin yardım dilemesi ve medet beklemesi ibadet niteliği taşıyan bir eylemdir. İbadeti ise Allah’tan başkasına sarf etmek caiz değildir. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: “Dua ibadetin ta kendisidir.”[18]

Kişilerin Allah’a daha yakın olma maksadıyla, Allah’tan başkalarına yönelmeleri, onlara dua etmeleri, kendileri ile Allah arasında vasıta tayin etmeleri, dilek ve isteklerini Allah’a değil de bu vasıtalara yöneltmeleri bugün karşılaştığımız bariz şirk çeşitlerindendir. Bu gün kimi insanlar kabir ve türbelere giderek oralardan dilekte bulunmakta; zengin olmak, iş kurmak, okul kazanmak, çocuk sahibi olmak veya hastalıklardan kurtulmak için isteklerini o türbe ve kabir de yatanlara sunmaktadırlar. Kimileri de zorda kaldığında “yetiş ya Rab” diyecekleri yerde: “Yetiş ya şeyh! Yardım ya fulan!” demekte, sıkıntı ve maruzatlarını onlara arz etmektedirler. Bizler, sünnet namazlarını da hesaba katarak günde tam kırk kez “İyyake na’budu ve iyyake nestain” demekteyiz. Yani, Allah’ım! İbadetlerimin tümü sanadır. Namazım, orucum, secdem, kıyamım, dua ve isteklerim hepsi senin içindir. Senden başkası bunları hak edemez. Yardımı ancak senden dileriz. Zaten senden başkası da buna güç yetiremez. İşte Fatiha Suresini okurken tam “kırk defa” Allah’a böyle yakarıyoruz. Günde kırk kez böyle deyip sonra da ondan başkasından yardım ve medet bekleyenler acaba yalan söylemiş olmazlar mı? Yaptığımız amellere dikkat etmeli, dua ve niyazlarımızda ki ifadeleri özenle seçmeliyiz. İbn-i Kayyim (rahimehullah) şöyle der:

“Şirk çeşitlerinden biri de, ölüden bir şeyler istemek, ona sığınmak ve ona yönelmektir. Ölmüş kimsenin ameli kesilmiştir. O, kendine zarar veya fayda veremediği gibi kendisine sığınan ya da kendisinden Allah katında şefaat isteyen kimseye de yardım edemez.[19]

4) İtaat Şirki: Kulun Allah’ın izin vermediği konularda kanun ve yasa çıkaranlara ve Allah’ın serbest bıraktıklarını yasaklayan, yasakladıklarını da serbest bırakanlara itaat edip onlara destek vermesi şirkindendir. Yüce Allah şöyle buyurur:

“Eğer onlara itaat ederseniz hiç şüphe yok ki (o zaman) siz de müşrik olursunuz” (En’am/121)

Allah Teâlâ ölmüş hayvanın etini yemeyi yasaklayınca Mekkeli müşrikler Müslümanlara: “Ölmüş hayvanı siz öldürünce (kesince) helal oluyor da Allah (tabii bir ölümle) öldürünce niye helal olmasın!” diye itirazda bulundular. Bu itiraz karşısında bazı Müslümanların kalbinde bir şüphe hali belirdi. Bunun üzerine Allah Teâlâ bu ayeti indirdi. [20]

Ayet Allah’ın haram kılmış olmasına rağmen ölü hayvan etini yiyen kimselerin müşriklere itaat ettiklerinden ötürü şirke düşeceklerini bildirmektedir. İbn-i Kesir bu ayetin tefsirinde der ki:

“Eğer siz Allah’ın şeriatından başkalarının sözlerine döner ve bunu Allah’ın emrinin önüne geçirirseniz –ki bu şirktir- sizler de müşrik olursunuz.”

Bu günde durum aynıdır. Allah’ın yasaklarını çıkardıkları yasa ve kanunlarla serbest bırakanlara veya emrettiklerini yasaklayan insanlara destek vermek şirktir. Allah’ın bu ayeti çok açık ve nettir. Kâfirlere yardımcı olmaktan sakınmalıyız.

Bu saydıklarımız en yaygın olan şirk çeşitleridir. Bunun haricinde daha birçok şirk türü bulunmaktadır.

Bunlara aşağıda zikredeceğimiz şeyleri örnek verebiliriz.

·       Ölmüş insanlardan yardım istemek onlardan istiğasede bulunmak,

·       Allah’tan başkasının “gaybı” bildiğine inanmak,

·       Şeyhlerin kalplerden geçenleri bildiğine inanmak,

·       Sihir ve kehanet gibi şeylere insanların arasını açmak,

·       Müslümanlarla savaşmak,

·       Dinle veya dinin bir hükmüyle alay etmek,

·       Putlara kıyam etmek ve onlara saygı göstermek,

·       Allah’tan başkalarının şifa verebileceğini iddia etmek.

  Türleri: Şirk te küfür gibi büyük ve küçük olmak üzere iki kısma ayrılır.

Büyük Şirk

Şirkin bu kısmı büyük küfürle aynıdır. Ona terettüp eden hükümlerin aynısı bunun içinde geçerlidir. Allah bu şirki asla bağışlamaz.

Yukarıda anlattığımız şirk çeşitlerinin tamamı bu kısma dâhildir.

Küçük Şirk

Büyük şirke götüren, bununla birlikte kişiyi İslam’dan çıkarmayan ama tevhidi eksilten bütün söz ve fiillere denir. Bu da “açık şirk” ve “gizli şirk” olmak üzere iki kısma ayrılır.

1) Açık Şirk: Bu da Lafız ve fiil olmak üzere ikiye ayrılır.

a) Lafız/Söz İle Şirk: Allah’tan başkası adına yemin etmek gibi. Rasullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur.

“Allah’tan başkası adına yemin eden bir kimse şirk koşmuş olur”[21]

b) Fiil ile Şirk: Fiillere gelince, belanın kaldırılması ya da defedilmesi için bir halka ya da ip bağlamak örnek gösterilebilir. Nazardan ve başka şeylerden korkarak hamayıl (nazarlık) takınmak da, -bunların belanın kaldırılması ya da defedilmesi için sebep teşkil ettiklerine inandığı takdirde- küçük şirktir. Çünkü Allah bunları bir sebep olarak tayin etmemiştir. Ama bunların bizzat kendilerinin belayı defettiklerini ya da kaldırdıklarını itikat ederse, o zaman büyük şirk olur. Çünkü bu Allah’tan başkasına bağlanmak demektir.

2) Gizli Şirk: Bu da irade ve niyetlerde –riyakârlık ve başkalarının işitmesi gibi– koşulan şirktir. Bir kimsenin kendisi ile Allah’a yakınlaşılan bir ameli insanların kendisini övmeleri isteğiyle yapması gibi. Onların kendisini övmesi için namazını güzelce kılması yahut ta tasaddukta bulunması ya da insanlar kendisini işitip, onu övüp güzel şekilde ondan söz etsinler niyetiyle güzel sesle Kur’an okumaya çalışması da buna örnektir. Riyakârlık bir amel ile karışacak olursa onu iptal eder /boşar çıkartır.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Artık kim Rabbine kavuşmayı ümit ediyorsa Salih amel işlesin ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak koşmasın.” (Kehf/110)

Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) de şöyle buyurmuştur. “Sizin için en çok korktuğum şey küçük şirktir. Ashap: “Ey Allah’ın Rasulü, küçük şirk nedir” diye sorunca, O: “Riyakârlık yapmaktır” diye cevap vermiştir.”[22]

Dünyalık ümidi için amelde bulunmak da bu türdendir. Bir kimsenin mal kazanmak amacı ile haccetmesi, ezan okuması, insanlara imanlık yapması yahut ta mal için şer’i ilim öğrenmesi ya da cihad etmesi gibi Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Dinara köle olan, dirhemle köle olan, güzel elbiseye köle olan kimse kahrolsun! Eğer ona bir şeyler verilirse hoşnut olur, bir şeyler verilmezse öfkelenir, razı olmaz”[23]

Büyük Şirk İle Küçük Şirk Arasındaki Farklar 

Geçen açıklamalardan anlaşıldığı üzere büyük şirk ile küçük şirk arasında bir takım farklar bulunmaktadır.

1) Büyük şirk kişiyi dinden çıkartır. Küçük şirk ise kişiyi dinden çıkartmaz.

2) Büyük şirk kişinin ebedi olarak cehennemde kalmasına sebeptir. Küçük şirk ise kişinin cehenneme girse dahi ebedi olarak kalmasına sebep olmaz.

3) Büyük şirk bütün iyi amelleri boşa çıkartır, küçük şirk ise bütün amelleri boşa çıkartmaz. Sadece riyakârlığın karıştığı ameli yahut ta sadece dünya için yapılan ameli boşa çıkartır.

4) Büyük Şirk sebebiyle can ve mal mubahtır ama küçük şirk sebebiyle bunlar mubah olmaz.

5) Büyük şirk koşan bir kimse ile müminler arasında katıksız bir düşmanlık gerekir, Müminlerin böyle bir kimseyi sevmeleri ve onu veli edinmeleri –en yakın bir kimse olsa dahi- caiz değildir. Küçük şirk koşan kimsenin durumu ise, mutlak olarak veli edinilmesine mani değildir. Aksine bu durumda olan bir kimseye sahip olduğu iman kadarı ile sevgi duyulur, veli edinilir. Ondaki isyan miktarına göre de ona düşman olunur.[24]

Üstat Said Havva “İslam” adlı kıymetli eserinde La İlahe İllallah’ı bozan ve insanı şirke düşüren yirmi madde zikretmiş ve bunlar bir bir delillendirmiştir. Şimdi bu maddelerin bazısını buraya aktaralım.

1)    Allah’tan başkasına tevekkül etmek,

2)   Allah’tan başkasına ibadet etmek,

3)   Allah’tan başkasına emretme ve yasaklama, helal etme ve haram kılma, kanun çıkarma ve hâkimiyet hakkını vermek.

Üstat bu maddeyi biraz uzun tutmuş ve bazı önemli noktalara temas etmiştir. Önemine binaen bizde yazdığı şeyleri nakletmeyi uygun görüyoruz. O şöyle der:

“Demokrasi” ismiyle anılan idare tarzı da buna girer. Çünkü demokrasi, parlamento veya başka bir meclisle idarenin yürütülmesi ve sözün çoğunluğa ait olmasıdır. Bu meclis, dilediği kanunu çıkartır. Bu hareketi, bazı ülkelerde olduğu gibi ancak anayasa sınırlayabilir. Fakat anayasanın kendisi hazırlanırken yine hiçbir sınır tanımadan çoğunluğun görüş ve düşüncelerine göre hazırlanmaktadır. Bu, kanun koyma, helal ve haramı tayin etme yetkisini insana vermektir ve şirktir.

İslam toplumunda bizi bu şirkten koruyan gerçek ifade, bizim şûra meclisimizin olmasıdır. Bu meclisin seçimle gelmesinde bir sakınca yoktur. Ancak meclisin her ferdinin ve bütünün Allah’ın emirlerine bağlı olmaları şarttır. Allah’ın kendilerine izin verdiği konularda ictihad eder, kesin ve açık nass bulunan konularda olduğu gibi nassa uyarlar. Şayet nass zanni ise onlar için bir seçme hakkı vardır. Yani Kur’an-ı Kerim ve Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in Sünneti, anayasal parlamenter düzenle idare edilen ülkelerde anayasa durumundadır.  Seçilen meclis, anayasaya aykırı kanun çıkaramadığı gibi şura meclisi de Kur’an ve Sünnet’e aykırı düşen kanunları çıkaramaz. Şura, ya anayasayı açıklar veya verdiği kararlar anayasaya aykırı olmaz. Allah’ın hükmü bırakılarak kanun çıkarma yetkisinin zenginler sınıfına, orta sınıfa veya aşağı sınıfa, partiye, parti yöneticilerine, din adamlarına, siyaset adamlarına veya herhangi bir sınıf veya ferde verilmesi şirktir.[25]

4) Allah’ın indirmediği yasalarla hükmetmek ve bu yasaları kabul etmek,

5) İslam’ın tümünden veya bir kısmından hoşlanmamak,

6) Kur’an ve Sünnetteki hükümlerle, İslam’ın özellikleriyle ve Müslümanlarla alay etmek.

7) Kur’an’a ve Rasullah’tan geldiği sabit olan naslara (tamamına veya bir kısmına) inanmamak,

8) Kâfir ve münafıkları dost edinmek ve müminleri sevmemek,

9)  Allah’ın sıfatlarından, isimlerinden veya fiillerinden bir şeyi reddederek O’nu gereği gibi takdir edememek[26]

Zikri geçen bu maddelerin delillerini ve geri kalan 11 maddenin içeriğini mutlaka bilmek gerekir. Çünkü şirki tanımayanın onun içine düşmesi anlık bir meseledir. Hz. Ömer der ki:

“İslam içinde cahiliyeyi (şirki, küfrü vb. şeyleri) bilmeyen kimseler yetiştiğinde, İslam’ın kulpları bir bir sökülecektir.[27]

Buna binaen Said Havva’nın “İslam” adlı eserini tavsiye ederiz.

Şirkin Zararları

1.     Kişinin kan ve mal dokunulmazlığın ortadan kaldırır.

2.     Dünya ve ahirette ki sıkıntıların en büyük sebebidir.

3.     Affedilmesi mümkün olmayan bir ameldir.

4.     Bütün amelleri yok eder.

5.     Kişiye cenneti haram kılar.

6.     Kişiye cehennemi gerekli kılar.

7.     En büyük zulümdür.

8.     Allah’ın gazap ve cezasını celbeder.

9.     Fıtrat nurunu söndürür.

10.  Güzel ahlakı yok eder.

11.   İzzet-i nefsi ortadan kaldırır.

12.  Sahibini Müslümanların düşmanı yapar.[28]

Allah Teâlâ şirkten beri ve uzak bir hayat sürmeyi hepimize nasip ve müyesser eylesin. (Âmin)

3) Nifak / Münafıklık

Tanımı: Nifak kelimesi sözlükte, tarla faresinin (köstebek) deliğine girip çıkması ve yeraltındaki gizli yolun bir ucundan diğer ucuna geçmesi anlamına gelir. Münafık bir kimsede İslam’ın bir tarafından girip diğer tarafından çıktığı için köstebeğe benzetilerek bu adla adlandırılmıştır. Istılahta ise, “kalbinde küfür olduğu halde, dışa İslam görüntüsü vermek” manasındadır. Ya da kalben kâfir olmasına rağmen görünüşte iman ediyormuş gibi gözükmek demektir. Böyle birisine “münafık” ismi kullanılır.

İtikadî Nifak

Bu kişinin dışa Müslüman olduğunu gösterirken içinde küfrü gizlemesi büyük münafıklıktır. Bu tür münafıklık, insanı büsbütün dinden çıkartır. Böyle bir kimse cehennemin en alt derecesindedir.

Bu münafıklık da altı çeşittir: 

1-     Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’i yalanlamak.

2-    Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in getirdiklerinin bazısını yalanlamak.

3-    Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e buğzetmek.

4-    Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in getirdiklerinin bir kısmına buğzetmek.

5-    Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in dininin gerilemesine sevinmek.

6-    Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in dininin zafer kazanmasından hoşlanmamak.

Amelî Nifak

Bundan maksat, kalben küfür olmaksızın münafıklık hasletlerinden birisini işlemektir. Bu, imanın asıl itibariyle kalpte kalması ile birlikte söz konusu olur. Böyle bir ameli münafıklık kişiyi dinden çıkarmaz ama bu kişi büyük bir tehlike ile karşı karşıyadır. Bu durumda olan bir kişi iman ile birlikte, münafıklığın bazı hasletlerini bir arada taşımaktadır.[29]

İtikadî Nifaka Örnekler:

1- Bir kimsenin: “ben din ile ilgili olarak Rasülün şu şu hususlara dair vermiş olduğu haberleri tasdik etmiyorum” demesi,

2- Bir kimsenin, Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’ın namaz, oruç, hac yahut malın zekâtını vermek gibi getirdiklerinden herhangi bir şeyden hoşlanmaması,

3- Belirli bir savaşta Müslümanların müşriklere karşı yenilgiye uğramasına sevinmek,

4- Müslümanlar müşriklere karşı zafer kazandığında üzülmek.

Amelî Nifaka Örnekler:

1- Bir kimsenin yerine getirmemeyi niyet ederek bir söz vermesi,

2- İnsanın konuşurken yalan söylemesi,

3- Belli bir emanet ona verilmişken, o emanete hainlik etmesi. Buna delil de Peygamber Efendimizin: “Münafığın alameti üçtür: Konuşursa yalan söyler, söz verirse durmaz, ona bir emanet verilirse hainlik eder”[30] buyruğudur.[31]

İtikadı Nifak İle Ameli Nifak Arasındaki Farklar

1- Büyük nifak dinden çıkartır ve amellerin boşa çıkmasına neden olur. O halde büyük nifak gerçekte büyük küfür çeşitlerinden birisidir. Küçük nifak ise, (bir amel) riyakârlık ve başkaları tarafından işitilsin diye yapıldığı takdirde kişiyi dinden çıkartmaz

2- Büyük nifak itikat bakımından iç ile dış arasında çelişki olmasıdır. Küçük nifak ise itikat da değil de amellerde iç ile dış arasında bir çelişkisidir.

3- Büyük nifak müminden sadır olmaz ama küçük nifak bazen müminlerde görülebilir.

4- Büyük nifaktan ötürü çoğunlukla kişi tevbe etmez. Tevbe etse dahi hâkimin huzurunda tevbesinin kabul edilip edilmeyeceği hakkında görüş ayrılığı vardır. Oysa küçük nifak böyle değildir. Kişi bundan dolayı Allah Teâlâ’ya tevbe eder, Allah da onun tevbesini kabul edebilir.[32]

Nifak Ne Zaman Ortaya Çıkar?

Şüphesiz nifak probleminin ortaya çıkışına uygun ortamlar, nifakın zuhurunu hızlandırır. Burada nifakın zuhuruna uygun ortamları şu şekilde tespit edebiliriz.

a- Bir düşünce, dava, ideoloji, siyasi veya fikri hareket başarıya ulaştığı zaman nifak ortaya çıkmaya başlar. Hz Peygamber döneminin de de nifak, Müslümanların çok sıkıntı çektikleri ve güçsüz oldukları Mekke’de değil, Medine’de görünmeye ve etkili olmaya başlamıştır.

İşte davanın güçlenmesiyle zayıf karakterli, korkak ve menfaatperest bazı insanlar kendilerini tatmin etmek için nifak yapma yoluna başvururlar.

b- Bazı kimseler bir davayı veya hareketi yıkmak için onunla açıkça mücadele etme gücünü kendilerinde bulamazlarsa, o zaman gerçek düşüncelerini gizleyip zahiren o davadan görünerek kaleyi içten fethetmeye çalışırlar.

c- Sıkıntılar ortaya çıktığında ve davanın mensupları zor durumda kaldıklarında, gerçekte davaya samimi bir şekilde bağlanmamış olan veya davaya bağlılığı zayıf olan kimseler nifaklarını ortaya koyarlar. Bu açıdan bakıldığında irtidat hareketleri de nifakın tezahür ettiği hareketlerdir.[33]

Münafıkların Sonu

Münafıklarla ilgili ayetler incelendiğinde çok şiddetli eleştirilere ve tehditlere hedef oldukları görülür. Allah Teâlâ, bir taraftan onların yaptıklarını bildirirken diğer taraftan acı sonlarını hatırlatarak doğru yolu ve kurtuluşu göstermektedir. Münafıkların akıbeti ile kâfirlerin akıbeti birdir. Hatta Müslümanları kandırarak mümin göründükleri için daha büyük bir cezaya çarptırılacaklardır. Münafıklara verilecek ceza hakkında Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

“Allah erkek münafıklara da kadın münafıklara da kâfirlere de içinde ebedi kalacakları cehennem ateşini vaat etti. O onlara yeter. Allah onlara lanet etmiştir. Onlar için devamlı bir azap vardır.” (Tevbe/68)

“Şüphe yok ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar. Artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın” (Nisa/145)

4) Zındıklık

Tanımı: Zendeka (zındıklık) kelimesi Arapçaya Farsçadan geçmiş bir kavram olup nifak ile hemen hemen aynı anlamda kullanılmıştır. Zira gerek münafık, gerekse zındık her ikisi de küfür inancını içinde gizleme noktasında birdirler. Aralarında bir fark vardır o da şudur: Münafık içinde küfür inancını gizlerken, dışarı İslam görüntüsü verir ve korkusundan dolayı küfrünü izhar edemez. Zındık ise aynı şekilde küfür itikadını kalbinde gizler ama fırsat buldukça onu açığa çıkarır ve ona davet eder. Onun bu durumu bilinir. Kendisine hüccet ikame edilip tevbeye davet edildiğinde kendisinden zuhur eden küfrü inkâr eder.

Hükmü: İslam âlimlerinin sözlerinden en tercihe şayan görüş; zındık küfrünü açığa çıkarıp, bu bilindiğinde onun istitabe yapılmadan öldürüleceğini ifade eden görüştür.[34]

Ancak ele geçirilmeden önce tevbe eder, tevbesinde samimi olur, önceki küfründen ve zındıklığından vazgeçer ve itikat ettiği şeyleri itiraf ederek gelirse, bu halde tercih edilen görüşe göre tevbesi kabul edilir ve öldürülmez. Yüce Allah şöyle buyurur:

“Ancak, kendilerini ele geçirmenizden önce tevbe edenler var ya onlar (öldürülmekten, aşılmaktan, el ve ayaklarının çaprazlamaya kesilmesinden ve sürgün edilmekten) müstesnadır. Bilin ki, Allah gafurdur, rahimdir.” (Maide/34)

Yaşadığımız asırda ise Müslüman bir yönetimin ve şer’i cezaların tatbikinin bulunmaması nedeniyle nifak ve münafıklıklardan söz edilmez. Mevcut olan ancak zındıklık ve zındıklardır. Sen onları bir taraftan İslam’dan, -eman içerisinde olduklarını bildikleri için- diğer taraftan da küfürden dem vurduklarını görürsün.[35]

5) İrtidat

Tanımı: İrtidat lügatte, bir şeyi bırakıp başka bir şeye dönüş yapmak demektir. Istılahta ise; gerek niyet, gerek küfre, götüren bir fiil ile ya da bir sözle (ister bu sözü alay ederek, ister inat ederek, isterse inanarak söylesin fark etmez) İslam dininden çıkıp küfre dönmek demektir.[36]

Kişi, İslam’ı nakzeden (hükümsüz kılan) hususlardan birisini işlediği takdirde irtidat ortaya çıkar. Bunlar da pek çok olmakla birlikte hepsi dört kısımda toplanabilir.

1- Söz ile İrtidat: Allah-u Teâla’ya yahut rasulüne yahut meleklere yahut diğer resullere söven ya da Allah’tan başkasına dua eden yahut Allah’tan başkasını, yalnızca Allah’ın güç yetirebileceği hususlarda, yardıma çağıran kimselerin söyledikleri türden bir takım sözleri söylemek.

2- Fiil ile irtidat: Allah Teâlâ’dan başkasına secde etmek yahut ondan başkası için kurban kesmek yahut kasten Mushaf’ı tahkir etmek yahut sihir yapmak, onu öğrenmek ve öğretmek. Allah’ın indirdiklerinden başkası ile hüküm vermek.

3- İtikad ile irtidat: Allah ile beraber bir ortak olduğuna yahut haram şeylerden herhangi birisinin mubah olduğuna itikat etmek yahut mubah şeylerden birisinin haram olduğuna itikat etmek yahut dinden kesin olarak bilinen ve vucubu üzerinde icma’ bulunan vacip (farz) şeylerden herhangi birisinin vacip olduğuna inanmamak.

4- Şek (ve şüphe) ile irtidat: İslam dininde kesin olarak haram kılındığı bilinen haramlardan herhangi birisinin haramlığı hususunda şüphe etmek.[37]

İslam da riddet (irtidat) terimi kullanıldığı zaman ondan ancak dinden çıkaran büyük küfür kastedilir. Küfür ve şirkte olduğu gibi riddet de küçük-büyük yani dinden çıkaran ve dinden çıkarmayan gibi bir taksim yoktur. Riddetin tamamı sahibini dinden çıkarır.[38]

Bununla beraber riddet, mücerret ve ğaliza diye iki kısma ayrılır.

a) Riddet-i Mücerrede: Bu, içerisinde İslam’a savaş açma, peygambere sövme, Müslümanlarla harp etme gibi davranışların bulunmadığı yalın dinden çıkıştır. Bu şekilde dinden çıkan birisine istitabe (tevbe istemek) uygulamak sünnettir. Şartlar dâhilinde istitabe uygulandıktan sonra tevbe ederse bırakılır, aksi halde öldürülür. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: “Dinini değiştireni öldürün.”[39]

b) Riddet-i Galiza: Bu, dinden çıkmanın yanı sıra buna bir de Müslümanlarla savaşın, onları öldürmenin, Peygambere sövmenin eklendiği riddet şeklidir. Böylesi bir kimse ele geçirildikten sonra tevbeye davet edilmeksizin öldürülür. Riddet-i mücerrede ile dinden çıkan birisine uygulanan muamele buna uygulanmaz. Sünnetin ve Selef-i Salihin’in uygulaması bu şekildedir.

Enes b. Malik’ten rivayet edildiğine göre, Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) başında miğferi olduğu halde Mekke’ye girdi. Miğferini başından çıkardığında bir adam O’na gelerek: “İbnu Hatal, tevbe ederek ve (sizden) eman dileyerek Kâbe’nin örtülerine sarılmıştır.” dedi. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ona: “Onu öldürün” buyurdu.[40]

Hadiste açıkça görüldüğü üzere Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) İbnu Hatal’a istitâbe uygulamamış, eline geçirdiğinden dolayı Kâbe’nin örtüsüne sarılmış olmasına rağmen onu öldürmüştür. Bunun nedeni ise İbn-u Hatal’ın dinden çıkmasına bir de peygambere sövmeyi, dine hakaret etmeyi ve Müslümanlarla savaşmayı eklemiş olmasıdır. Eğer o dinden çıktıktan sonra böylesi şeyler yapmasaydı diğer hadislerin işaret ettiğine göre hemen öldürülmez ve tevbe etmeye davet edilirdi. Ama o Peygamber’e sövmesi ve İslam’a savaş ilan etmesi nedeni ile böyle bir muamele ile karşı karşıya kaldı. İbn-i Teymiye der ki:

“Mücerred bir şekilde dinden çıkan kimse tevbe (ye çağrılır) etmemesi halinde öldürülür. Riddet-i ğaliza ile dinden çıkan birisi ise tevbeye çağrılmaksızın öldürülür, ikisi arasında fark vardır.”[41]

Riddet-i ğaliza ile dinden çıkan birisi şayet ele geçirilmeden önce tevbe ederse tercih edilen görüşe göre tevbesi kabul edilir.[42]

İrtidatın Sabit Oluşundan Sonraki Hükümler  

İslam Hukukunda bir kişinin irtidat ettiği mahkeme yolu ile sabit olduğu takdirde, onun mürtet olduğuna dair verilen hüküm sonucunda, çeşitli başka hükümler söz konusu olur:

1- Tevbe etmesini istemenin vücubu. Yani eğer tevbesi kabul edilen kimselerden ise tekrar İslam’a dönmesi ve irtidadından vazgeçmesi için davet edilmesi. Bunun süresi de üç gündür. Eğer tevbe edip, irtidatdan dönerse onun tevbesi kabul edilir.

2- İrtidat etmekte ısrar ettiği takdirde öldürülür. Çünkü Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Dinini değiştireni öldürünüz” buyurmuştur.

3- Malı üzerine hacr (tasarrufunun kısıtlanması) konulur. Bu kısıtlılık tevbe etmesinin isteneceği süre boyuncadır, bu süre zarfında malında tasarrufta bulunamaz. Eğer tevbe ederse malı ona geri verilir. Aksi takdirde onun malı Müslümanların beytu’l-mal’ı için bir fey’dir.

4- Hanımı ile arasında ayrılık meydana gelir. Eğer zevcesi Müslüman kalmaya devam ediyorsa mürtet olduktan sonra hanımından hiçbir şey ona helal değildir. Kadının iddeti bitmeden önce Allah Teâlâ’ya tevbe etmesi hali müstesna.

5- Onunla Müslüman akrabaları arasında mirasçılığın kesilmesi. Ne o onlara, ne onlar ona mirasçı olabilir. Çünkü Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Müslüman da kâfire mirasçı olmaz, kâfir de Müslümana” buyurmuştur.

6- Mürtet öldükten sonra gasledilmez (yıkanmaz), kefenlenmez, cenaze namazı kılınmaz ve Müslümanların kabristanına kesinlikle defnedilmez.

7- Eğer mürtet olarak ölürse ebediyen cehennemde kalacağına hüküm verilir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

 “Artık içinizden her kim dininden irtidat eder de kâfir olarak ölürse işte böylelerinin bütün amelleri dünyada da, ahirette de heder olup gider. Onlar ateşliktirler, onlar orada kalıcıdırlar.”[43]

 

Faruk Furkan

 

 



[1] Pratik Akait Dersleri, sf. 130.

[2] Küfrün bu çeşitlerini “Medaricü’s-Salikin” adlı eserinde İbnu’l Kayyim zikretmiştir. Bunların haricinde de kısımlar getirilmişse de bu beş madde hepsini özetlemektedir.

[3] Müslim, 67.

[4] Müslim, 64.

[5] Ebu Davut, 3251. Tirmizi, 1535.

[6] Müslim, Muhtasar, 60. A.Feyzi Kocaer.

[7] Maalesef yaşadığımız coğrafyada da buna benzer bir düşünce hâkim durumdadır. İlimle uğraşan veya “Hoca” diye bilinen insanlar Hak nezdinde adeta bir “dilenci” mesabesindedir. Hatta öyle olmuştur ki; hocaların menkıbe ve kıssaları milleti güldürmek için dilden dile dolaşmaktadır. “Bahçene bir inek, bir de hoca girse; sen hocayı çıkar” diyecek kadar ileri gidilmiştir. Yaşadığımız coğrafya itibarı ile her ne kadar bu sayılan kötü vasıfların birçoğu hocalarda bulunsa da, sırf dine nispet edildiklerinden dolayı böylesi lafları kullanmamak gerekir. Çünkü ulema ile istihza din ile istihzanın içerisine girer. Bu nedenle de sahibini kötü bir akıbete duçar eder. Ağzımızdan çıkan sözlere son derece dikkat etmeli, gerekirse bin düşünüp bir söylemeliyiz.

[8] Mecmuu’l-Fetâva, 7/217.

[9] Müslim, 1716.

[10] Kavaid fi’t-Tekfir, sf. 250–253.

[11] Bkz: Şerhu Müslim, İmam Nevevi, 1/238.

[12] Zadu’l-Meâd, 3/476.

[13] Bu bölüm "Pratik Akait Dersleri" adlı kitaptan iktibas edilmiştir. Bkz: sf. 133 vd.

[14] Bu bölüm Beşir Eryarsoy’un “İman ve Tavır” adlı eserinden iktibas edilmiştir. Bkz: sf. 353 vd.

[15] Tirmizi, Daveat, 4.

[16] Tirmizi, 3392.

[17] Ebu Davut, edep 324.

[18] Kenzu’l Ummal, 3113.

[19] Bknz: A’malun Tuhricu Sahibeha Mine’l-Mille, sayfa, 200.

[20] İbn-i Kesir, 2/231.

[21] Ebu Davut, 3251.

[22] Şuabu’l İman, Beyhaki, 6831.

[23] Buhari 2887. Bu bölüm Pratik Akait Derslerinden iktibas edilmiştir. Bkz: 148 vd.

[24] A.g.e. sf: 150, 151.

[25] el-İslam, Sf. 104. Tekin Kitapevi.

[26] A.g.e. sf, 98–127 arası.

[27] Pratik Akait Dersleri, Sf. 142.

[28] Şirkten Korunmak, sf. 57, Polen Yayınları.

[29] Pratik Akait Dersleri, Sf: 139.

[30] Müslim, 59.

[31] A.g.e. 140.

[32] Aynı yer.

[33] Hz. Peygamber Devrinde Münafıklar, Sf: 240 Adnan DEMİRCAN.

[34] Kavaid Fi’t-Tekfir, Sf. 30.

[35] A.g.e. Sayfa 31.

[36] Bkz: Fıkhu’l-İslam ve Edilletuhu, Zehbe Zuhayli, 6/183.

[37] Pratik Akait Dersleri, Sf. 136.

[38] Bkz: Kavaid Fi’t-Tekfir, Sf. 31.

[39] Buhari, 3017.

[40] Buhari, 3044.

[41] Mecmuu’l-Fetâva, 20/103.

[42] Kavaid Fit-Tekfir, Sf. 32. Ayrıca Bkz: Maide Suresi, 34.

[43] Bakara/217 Bkz. Pratik Akait Dersleri, Sf. 137. 

Okunma Sayısı:4880