“Onlar öyle erlerdir ki, ne ticaret ne alışveriş kendilerini Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymaz. Ve onlar, kalplerin ve gözlerin (dehşetten) allak bullak olacağı bir günden korkarlar.” (24/Nûr, 37)

NELERE DAVET ETMELİYİZ?

 

بسم الله الرحمن الرحيم

Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…

 

Davetimizde hangi hususların öncelikle dile getirileceği çok önemlidir. Bu hususta yapılacak bir hata kapatılması mümkün olmayan yaralar açabilir. Bu nedenle davette nelerin “öncelikli” olacağını çok iyi tayin etmemiz gerekmektedir.

1) Akideye Davet

 Bizim ~her konuda olduğu gibi~ tebliğe hangi ilkeden başlayacağımız hususunda da örneğimiz Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’dir. Cündüb b. Abdillah’ın Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in kendisine gelenlere ilk önce neleri öğrettiğini ortaya koyan şu sözlerini dikkatle okumak gerekir. Allah kendisinden razı olsun o şöyle der:

“Bizler ergenlik çağında iken üç-beş genç olarak Peygamber sal­lallahu aleyhi ve sellem ile beraber bulunduk. Biz Kur’ân’ı öğ­renmeden önce imanı öğrendik. Ondan sonra Kur’ân'ı öğrendik. Bu sayede de imanımız arttı.”[1]

Bu rivayetten anladığımıza göre Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem etrafındaki insanlara öncelikle akideyi, imanı ve ona ilişkin meseleleri anlatıyor ve öğretiyordu. Birilerimizin yaptığı gibi daha tevhitten haberi olmayan, şirki ve küfrü tanımayan insanların eline bir Kur’ân (siz buna mealde diyebilirsiniz) tutuşturmuyordu. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in onlara yaptığı ilk şey akideyi ve tevhidi anlatmak ve öncelikle bu noktadaki eksiklikleri gidermekti.

Muaz b. Cebel radıyallâhu anh’ın şu hadisinde de Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in, tebliğinde nelerin öncelikli olduğu çok net bir şekilde açığa çıkmaktadır. Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem kedisini Yemen’e gönderirken şöyle buyurdu:

(Ey Muaz!) Yemenlileri davet edeceğin ilk şey ‘La İlahe İlallah Muhammedün Rasulullah’ şehadeti olsun. Eğer bu iki şehâdeti ka­bul ederlerse, bu defa Allah’ın her gece ve gündüzde kendilerine beş vakit namaz farz kıldığını onlara bildir. Eğer onlar bu hususta da sana itaat ederlerse, bu defa onlara mallarında Allah’ın zekâtı farz kıldığını bildir. Bu zekât, zenginlerinden alınır ve fakirlerine verilir.”[2]

Görüldüğü üzere davete ilk olarak Allah’ın dışındaki ilahların reddi ile başlanmalıdır. Yani Allah’tan başka hayatımıza karışmaya kalkışanların, yaşantımıza helal-haram sınırları belirleme çabası içerisinde olanların, çıkarmış oldukları kanun ve yasalarla bizleri yönetenlerin reddedilmesi gerektiği ile… Evet, ilk önce buradan başlanmalıdır. Çünkü bu Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in sünnetidir. Sadece O’nun sünneti mi? Hayır, gelmiş geçmiş tüm nebi ve Rasullerin sünneti.

Tüm peygamberler insanları önce tevhide, Allah’a kul olmaya ve tağutların reddi ilkesine davet etmişlerdir. Şimdi buna ilişkin bazı ayetleri sizinle paylaşalım. Rabbimiz şöyle buyurur:

“Gerçekten Biz vaktiyle, Nuh’u kendi halkına şunu ilan etsin diye peygamber olarak gönderdik, "Bilesiniz ki ben sizi açıkça uyarmaya geldim. Sakın ha Allah’tan başkasına ibadet etmeyin. Doğrusu, bu gidişle, ben sizin canınızı yakacak, gayet acı bir günün azabına uğramanızdan endişe ederim.” (Hud, 25)


“Âd kavmine de kardeşleri Hud’u gönderdik. Hud, şöyle dedi: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. O’ndan başka sizin hiçbir ilâhınız yoktur.” (Hud, 50)

“Semûd kavmine de kardeşleri Salih’i peygamber gönderdik. O şöyle dedi: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur.” (Hud, 61)

“Andolsun biz, her ümmete, ‘Allah’a kulluk edin, tâğûttan kaçının’ diye (tebliğ yapan) bir peygamber gönderdik. Allah, onlardan kimini doğru yola iletti; onlardan kimine de sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde dolaşın da peygamberleri yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün.” (Nahl, 36)

Kur’ân’da bu bağlamda daha birçok ayet-i kerime bulmak mümkündür. Tüm bu ayetlerin bizlere vermek istediği ortak mesaj şudur: Toplumunuzu ilk önce Allah’ın dışında ki ilahları reddetmeye davet edin, onları bir olan Allah’a kulluğa çağırın. Onların her konuda yani; ibadette, itaatte, kanun koymada, sevgide, duada, adakta ve ibadet kapsamına giren her şeyde Allah’ı birlemelerini sağlayın.

Evet, Kur’ân’ın bize vermek istediği mesaj budur. Özellikle son ayet tüm peygamberlerin ortak görevinin bu olduğunu bildiriyor. Yani onların müşterek görevlerinin toplumlarını tağutları[3] reddetmeye ve Allah’a iman etmeye davet etmek olduğunu ifade ediyor.

Tarihte gelmiş geçmiş tüm nebi ve resuller halklarını tağutları reddetmeye ve onları tanımamaya çağırmıştır. Bu onların ilk ve birincil görevidir. Bu gün insanları İslam’a davet edenler bu ilkeyi ihlal etmiş ve insanları önce ibadete, önce ahlaka çağırır olmuşlardır. Bu son derce yanlış olmasının yanı sıra peygamberlerin metoduna da aykırıdır. Biz elbette insanları ibadete ve ahlaka davet edecek, onların güzel bir ahlaka sahip olmaları için çaba sarf edeceğiz. Elbette ibadet ve ahlakı önemseyeceğiz. Zaten ibadet ve ahlak, bizim davamızın olmazsa olmazlarından değil midir? Ancak bizim bunları önemsememiz asla tevhidin ikinci plana itilmesini gerektirmemelidir. İnsanları ısındırma ve kalplerini kazanabilme adına tevhitten söz etmeyi terk etmek nebilerin uygulaya geldiği davet usulüne aykırıdır. Bu usule aykırı davrananlar asla davalarında başarılı olamayacaklardır.

Tekrar konumuza dönecek olursak; davetimize önce ibadet ve ahlaka çağrı ile değil, tağuru red ve Allah’a kulluğa çağrı ile başlamalıyız. Ama Allah’a kulluğa çağırırken de ibadet ve ahlakı ihmal etmemeliyiz. Bizim bu ifadelerimizden ibadet ve ahlakı basite aldığımız gibi bir anlam çıkarılmamalıdır. Çünkü bizler Mekke’de inen ilk ayetlerde Allah’a kulluğa davetin yanında aynı zamanda ahlak ilkelerinin de işlendiğini çok iyi biliyoruz. İşte bundan dolayı ibarelerimiz arasından ahlakı ve ibadetleri basite aldığımız gibi bir anlam çıkarmak son derce yanlış olur, buna dikkat edilmelidir.

2) Ahlaka Davet

Davetimizin ikinci esası hiç şüphesiz ahlak olmalıdır. Ahlak iman ile birlikte muhatabımıza verilmeli ve onun son derece ahlaklı olması temin edilmelidir. Aksi halde iman eden ama ahlaktan yoksun olan bir toplum karşımıza çıkar ki, böylesi bir toplumda yalanın, gıybetin, su-i zannın, kardeş hakları ihlalinin, edepsizliğin ve saygısızlığın zuhur etmesi kaçınılmazdır. Eğer ahlaksızlığın hâkim olmadığı bir toplum istiyorsak, davetimizin alanına giren insanlara imandan hemen sonra hatta iman ile birlikte ahlak ilkelerini vermeye çalışmalıyız.

Bir önceki bahiste de anlatmaya çalıştığım gibi Kur’ân’ın ilk inen ayetlerinde Allah celle celaluhu ahlak ilkelerinden oldukça yoğun bir şekilde söz etmiştir. Allah’a, meleklere, peygamberlere ve ahirete imanın anlatıldığı Kur’ân ayetlerinde aynı zamanda yalanın, çok yemin etmenin, hayra engel olmanın, yetimi itip kalkmanın, haksız yere insanların mallarını yemenin, ana babaya saygısızlığın, fuhşun, adam öldürmenin, çocukları fakirlik korkusuyla yok etmenin… kötülüğünden de bahsedilmiş ve iman edenlerin bu hasletlerden uzak durması gerektiği vurgulanmıştır. İşte Kur’ân insanları böyle yetiştirmişti. O halde bizde insanları Kur’ân’ın yetiştirdiği gibi yetiştirmek istiyorsak o zaman davete Kur’ân’ın başladığı yerden başlamalı, Kur’ân’a göre hareket etmeliyiz. Bu da ahlak prensibini imandan hemen sonra davetimizin ikinci esası olarak kabul etmekle mümkün olacaktır.

3) İbadete Davet

Akide ve ahlaktan sonra insanları davet edeceğimiz üçüncü esas ibadettir. Kur’ân ve Sünnet nassları gözden geçirildiğinde insanların imandan sonra ibadete davet edildikleri hemen tebellür etmektedir. Bu nedenle bizlerde buradan hareket ederek insanlara tevhidi anlattıktan sonra onları hemen Allah’a kulluk ve ibadet etmeye davet etmeliyiz. Hiç şüphesiz ki bu, Kur’ân’ın takip ettiği bir metottur.

İman edip salih ameller işleyenler ise cennetliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.” (Bakara, 82)

“Şüphesiz iman edip salih ameller işleyen, namazı dosdoğru kılan ve zekâtı verenlerin mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.” (Bakara, 277)[4]

“İman edip salih ameller işleyenleri ise, içinden ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalacakları cennetlere koyacağız. Onlara orada tertemiz eşler vardır. Onları, koyu gölgeler altında bulunduracağız.” (Nisa, 57)

“İman edip salih amel işleyenlerin kötülüklerini elbette örteceğiz. Onları işlediklerinin daha güzeliyle mükâfatlandıracağız.” (Ankebut, 7)

Bu zikredilen ve daha zikredemediğimiz nice ayetler üstte işaret ettiğimiz hakikati açıkça ortaya koymaktadır. Yani bir insan iman ettikten hemen sonra salih ameller işlemeli ve bu sayede Rabbine olan kulluğunu ortaya koymalıdır.

Ayetlerde geçen “أَمَنُوا وعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ /Âmenû ve ‘amilu’s-salihâti” ifadesinde birçok hikmetler vardır:

  1. Öncelikle Rabbimiz burada iman ile ameli cem etmiş ve ikisinin birbirini tamamladığına dikkat çekmiştir. İman olmadan amel; amel olmadan iman olmaz. Birisinin yokluğu diğerinin varlığını iptal eder. İşte bu nedenle Müslüman olduğunu iddia eden herkes mutlaka kendisinin Allah’a yaklaştıracak ameller işlemeli ve bu sayede Rabbine kulluğunu ortaya koymalıdır.
  2. Rabbimizin bu ayetlerde “amel” kelimesini kullanması tesadüfî değildir. Aslında “fiil” kelimesi de aşağı yukarı aynı manayı karşılamaktadır. Dolayısıyla Rabbimiz iman eden ve güzel işler yapan manasında “أَمَنُوا و فَعَلُوا الصَّالِحَاتِ” buyurabilirdi. Ama burada “Fe‘alû=yapanlar” yerine “amilû=amel edenler” buyurdu. Bunun nedeni İslam ulemasının belirttiğine göre; devamlılığı sağlamaktır. “Amel” kelimesi devamlılığı ifade ederken; “fiil” kelimesinde aynı anlamı bulmak söz konusu değildir. Fiil bir veya birkaç kez yapma manasındadır; ama amel “sürekli yapma” anlamına gelir.
  3. Rabbimizin “وعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ/salih ameller…” buyruğu umum ifade eder. Yani güzel amel namına her ne varsa onu işlemeyi bizlere îma etmektedir.
  4. Yine “عَمِلُوا/amel ederler” ifadesi yaptığımız amelleri Müslüman kardeşlerimizle cemaat olarak yapmamızı bizlere ima etmektedir. Zira “amel ederler” ibaresi çoğuldur; çoğul kalıplarda bir işin topluca yapılması gerektiğini bildirir.

İşte bu saydıklarımız amelin önemine ve amellerin nasıl işleneceğine işaret eden hususlardan bazılarıdır.

Allah’ın Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem insanları önce akideye sonrada bu akidenin olmazsa olmazı olan ibadet etme ilkesine davet etmiştir. Bunu Efendimizin birçok hadisinde görmemiz mümkündür. Sadece örnek olması bakımından burada üstte de zikretmiş olduğumuz Muaz b. Cebel hadisini aktaracağız ki, bu sayede Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in tebliğde nasıl bir metot uyguladığını görmüş olalım. Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem kedisini Yemen’e gönderirken şöyle buyurmuştur:

(Ey Muaz!) Yemenlileri davet edeceğin ilk şey ‘La İlahe İlallah Muhammedün Rasulullah’ şehadeti olsun. Eğer bu iki şehâdeti ka­bul ederlerse, bu defa Allah’ın her gece ve gündüzde kendilerine beş vakit namaz farz kıldığını onlara bildir. Eğer onlar bu hususta da sana itaat ederlerse, bu defa onlara mallarında Allah’ın zekâtı farz kıldığını bildir. Bu zekât, zenginlerinden alınır ve fakirlerine verilir.”[5]

Hadisimizde de görüldüğü üzere insanları önce tevhide sonra da sırasıyla ibadetlere davet etmek gerekir. Bu metoda uymak nebevî bir sünnet; peygamberî bir metottur. Bizimde insanları davet esnasında uymamız gereken sıralama böyle olmalıdır. Aksi halde karşımıza namaz kılan, oruç tutan, zekât veren… ama aynı zamanda Allah’a şirk koşan bir toplum çıkar. Böylesi bir sonuçla karşı karşıya kalmamak için Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in tebliğde takip ettiği sıralamaya dikkat etmemiz gerekmektedir.

Bu saydığımız üç madde İslam’ın diğer ahkâmını da içerisine aldığı için onlardan ayrıca söz etmeyeceğiz. İnsanları İslam’a davet ettiğimiz de, aslında onları tamamıyla Kur’ân’ı kabul etmeye, onun içerisinde yer alan hükümleri istisnasız kabul etmeye davet etmiş oluyoruz. Bu nedenle İslam’ı kendilerine götürmeye çalıştığımız kimseleri akideye, ahlaka ve ibadete davet etmemiz onları aynı zamanda İslam’ın muamelat ve ukubatla alakalı hükümlerini kabule davet etmemiz manasına gelmektedir. İşte bundan dolayı fazla detaya girme ihtiyacı duymuyoruz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

 

 

Faruk Furkan



[1] İbn-i Mâce, hadis no: 61. Hadis ‘Sahih’tir.

[2] Buhârî, Zekât, 1.

[3] Tağut; Allah’ın koymuş olduğu sınırları aşan şahıs, nesne, kurum veya kuruluşlara verilen addır. Bir put tağut olabileceği gibi bir şahısta tağut olabilir. Allah’ın kanunlarını hiçe sayarak kanun yapanlar, Kur’an’ı göz ardı ederek insanların hayatına yön vermek için yasalar çıkaranlar, insanları kendilerine kul ve köle edinmek isteyenler hep tağut kavramının içine girmektedirler. Bu konuda geniş bilgi için “Kelime-i Tevhid’in Anlam ve Şartları” adlı eserin ilgili bölümüne müracaat edebilirsiniz.

[4] Bu ayette salih amel işleyenler zikredildikten sonra tekrar namaz kılan ver zekât verenlerden bahsedilmiştir. Aslında namaz ve zekâtın her biri asıl itibariyle “salih amel” kavramı içerisine girmektedir. Bu nedenle acaba neden bir daha zikredilmiştir? Bunun zikrediliş nedeni İslam âlimlerinin ifadesine göre; önemlerine vurgu yapmak ve salih ameller içerisinde bunların daha farklı bir yere sahip olduklarını ifade etmek içindir. Bu güzel bir bilgidir; bunu öğrenmelisin!

[5] Buhârî, Zekât, 1.

Okunma Sayısı:3563