(Allah'ım!) Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz.(Fatiha-5)

ŞEYTAN, İŞTE BÖYLE KANDIRIR!

بسم الله الرحمن الرحيم

Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…

 

Allah’a iman eden her insan çok iyi bilir ki, şeytan, insanoğlunun en yaman ve en eski düşmanıdır. Aynı zamanda o, kıyamete kadar bizim en çetin düşmanımız olmaya da devam edecektir. Bir ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyurur:

“Şüphesiz ki şeytan sizin için bir düşmandır; o halde sizde onu düşman edinin. O, yandaşlarını ancak cehennemliklerden olmaya davet eder.” (Fatır Suresi, 6)

Şeytan, bizlere düşman olduğu ve cennete gitmemizi istemediğinden dolayı bizi saptırmayı üzerine bir borç bilmiş ve bu uğurda elinden geleni ardına koymayacağına dair Allah’a söz vermiştir.

Rabbimizin yardımıyla bu yazımızda inşâallah İbn-i Kayyım merhum’un tespitlerinden hareketle, şeytanın bizleri saptırmak için hangi yollara başvurduğunu ve bu noktada hangi metotları izlediğini ele almaya çalışacağız. Rabbim bizleri ve sizleri şeytanın her türlü tuzağından muhafaza buyursun.

Şeytanın insanoğlunu kandırmada takip ettiği 6 aşama vardır. Bu aşamaların birinde saptırmayı beceremezse hemen diğerine yönelir ve insanı saptırana ya da onu hayırlı işlerden alıkoyana dek bu mücadelesini sürdürür. Şimdi bu altı aşamayı tek tek ele almaya çalışalım.

1- Şeytanın insanoğlunu saptırmadaki uğrayacağı ilk durak “şirk” durağıdır. Yani her şeyden önce onun ilk amacı, insanı şirke düşürmek ve şirk amelleri işlemeye kendisini teşvik etmektir. Peki, bu neden böyledir? Yani şeytan neden ilk olarak bizleri şirke düşürmeye ve şirk amelleri işleyerek bizleri müşrik yapmaya çalışır?

Bu sorunun cevabı çok açıktır: Çünkü şeytan şirke düşürmeyi başardığında bizlerin ebedi olarak cehennemde kalmasını sağlamış olacaktır. Onun en öncelikli gayreti insanı ebediyen cehennem ateşine dûçar etmek olduğu için, işe önce şirk tuzağı ile başlamaktadır. İşte bunun için ilk olarak insanları Allah’a şirk koşmaya davet eder.

Bilindiği üzere, insan şirke bulaşıp bu hal üzere öldüğünde, onun kalacağı yer ebedî cehennem olacaktır. Rabbimiz bu hususta şöyle buyurur:

إِنَّهُ ُمَنْ يُشْرِكْ بِاللَّهِ فَقَدْ حَرَّمَ اللَّهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ وَمَأْوَاهُ النَّارُ

“Doğrusu her kim Allah’a şirk koşarsa Allah ona cenneti haram kılmıştır…” (Maide Suresi, 72)

Bir diğer ayette ise şöyle geçer:

إِنَّ اللَّهَ لَا يَغْفِرُ أَنْ يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَنْ يَشَاءُ

“Şüphesiz ki Allah kendisine şirk koşulmasını asla affetmez; bunun dışında kalan günahları dilediği kimseler için affedebilir.”  (Nisa Suresi, 48)

İşte şirk, Allah’ın asla affetmeyeceği bir suç olduğu için şeytan ilk olarak insanları ona düşmeye teşvik eder. Teşvik eder ki, insanlar cehennemde kendisi ile beraber ebedî kalsın ve oradan bir daha asla çıkmasın…

Yeri gelmişken vurgulamanın faydalı olacağını düşünüyorum. O halde, şirk nedir?

Evet, bu sorunu cevabını bütün insanların çok iyi bilmeleri gerekmektedir. Çünkü insan bilmediği bir şeye çok kolaylıkla yakalanabilir. Sobanın yaktığını bilmeyen bir çocuk düşünün… Bu çocuk, soba ateşinin nasıl zarar verdiğini daha henüz bilmediği ve tecrübe etmediği için yanlışlıkla ona dokunabilir. Ama onun zararlı bir şey olduğunu ve kendisine zarar verdiğini öğrendikten sonra acaba bir daha ona yaklaşır mı? İşte bunun gibi, insan da neyin şirk olduğunu bilmez ise her an onun içerisine düşebilir. Tıpkı biraz önceki çocuk gibi…

Bu nedenle, her insanın şirki ve şirk çeşitlerini kendi ismini veya T.C. kimlik numarasını bildiği gibi, hatta daha da muhkem bir şekilde bilmesi gerekmektedir. Zira insan T.C. kimlik numarasını bilmediğinde en fazla resmî işleri aksar ve bazı işleri o an için olmayabilir. Ama insan şirki ve nelerin şirke düşürdüğünü bilmezse o zaman cennetini kaybeder ve ―Allah muhafaza buyursun― ateşin yâranından olur.

Bundan dolayı, şirkin öncelikle tanımını sonra da hangi şeylerin şirk olduğunu insanoğlunun öğrenmesi gerekmektedir. Biz bütün detaylarıyla burada şirki anlatacak değiliz; ama kısaca söyleyecek olursak, şirk:

صرف شيئ من خصائص الله الي غير الله

“Allah’a ait olan özelliklerden her hangi birisini bir başkasına vermek” demektir.

Şimdi bunu iki örnekle izah etmeye çalışalım Mesela;

a) Gaybı bilmek Allah’a has olan bir özelliktir. Mutlak gaybı yalnız O bilir. Kıyametin ne zaman kopacağını, insanın nerede ve ne zamanda öleceğini, rahimlerde olan çocukların nasıl olacaklarını ve bunun gibi daha nice şeyleri yalnız ve yalnız Allah bilir. Hiçbir kimsenin bu nokta da bir bilgisi yoktur ve olamaz da… Nitekim Rabbimiz bu hususta şöyle buyurur:

عَالِمُ الْغَيْبِ فَلَا يُظْهِرُ عَلَى غَيْبِهِ أَحَدًا

“O, gaybı bilendir ve gaybına hiçbir kimseyi muttali kılmaz.” (Cin Suresi, 26)

Bir diğer ayette de şöyle buyrulur:

وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ

“Allah sizleri gayba muttali kılacak değildir.” (Âl-i İmrân Suresi, 179)

Bu ayetlerden anlaşıldığına göre, mutlak gaybı bimek yalnız Allah’ın deruhte ettiği bir şeydir. Hiçbir kimsenin bu nokta da bir bilgisi yoktur. Eğer bir kimse çıkarda gaybı bildiğini iddia ederse Allah’a ait olan bir özelliği kendisinde gördüğü için ilahlık taslamış olur. Bir insan da çıkıp bu kimsenin bu özelliğe sahip olduğunu söylerse veya buna inanırsa Allah’a şirk koşmuş ve ―bir tutam sakalı dahi olsa― dinden çıkmış olur.

b) Aynı şekilde mutlak anlamda hüküm ve kanun koymak da Allah’ın özelliklerinden birisidir.

Rabbimiz bu hususta şöyle buyurur:

إِنِ الْحُكْمُ إِلَّا لِلَّهِ

“Egemenlik/Hâkimiyet/Hüküm koyma yetkisi yalnızca Allah’ındır.” (Yusuf Suresi, 40)

أَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْأَمْرُ

“Dikkat edin! Yaratmakta emretmekte Allah’a aittir.” (A’raf Suresi, 54)

وَلَا يُشْرِكُ فِي حُكْمِهِ أَحَدًا

“O, hükmüne/egemenliğine hiçbir kimseyi ortak etmez!” (Kehf Suresi, 26)

Bu ve benzeri daha nice ayetler, mutlak hâkimiyet ve egemenliğin yalnızca Allah’a ait olduğunu ortaya koymaktadır. O, dilediği kanunu koyar, dilediğini emreder, dilediğini yasaklar. Hiç kimsenin O’nu sorgulama ve O’na itiraz etme yetkisi yoktur. Çünkü mutlak Hâkim O’dur.

İşte bu nedenle bir kulun kalkıp ta Allah’ın kanunlarına aykırı olarak kanunlar yapması veya bu anlamda yasalar çıkarması asla olacak bir şey değildir. Eğer böylesi bir işe girişir ve Kitabullah’a aykırı yasalar yaparsa Allah’a ait olan bu özelliği kendisinde gördüğü için kendisini ilah yerine koymuş olur.

Aynı bunun gibi, bir kimse de kalkar ve böylesi işler yapan kimselere bu noktada destek verir ve onlara arka çıkarsa Allah’a ait olan hâkimiyet hakkını başkasına verdiği için şirk koşmuş olur.

Böylesi bir insan, ―bir tutam sakalı da olsa, gece gündüz Allah’a ibadet de etse― Allah’a ait olan bir özelliği bir başkasına verdiği için şirke düşmüş ve Allah muhafaza buyursun ebedî cehennemi hak etmiş olur.

İşte şeytan her şeyden önce bizleri bu tür işleri yapmaya teşvik ederek bizleri önce şirke düşürmeye çalışır. Önce şirke düşmeye çalışır; çünkü onun en büyük amacı cehennemde kendisi ile beraber ebediyen yanacak insanlar bulmaktır. Allah hepimizi şirkin her türlüsünden muhafaza buyursun. (Âmîn)

2- Şeytanın insanoğlunu saptırmadaki uğrayacağı ikinci durak, “Bidat” durağıdır. Şirke düşüremediği insanları ikinci aşamada bidate düşürmeye çalışır.

Ama neden?

Neden mi?

Çünkü insanoğlu günahtan tevbe etmeyi düşünür, günahın yanlış ve kötü olduğunu bilir; fakat bidat böyle değildir. Bid’at sahibi yaptığı ameli güzel görür ve zaten yapmış olduğu bidati Allah rızası için yapmıştır, bu nedenle ondan tevbe etmeyi düşünmez!

İşte bu nedenle şeytan, insanları haramlardan önce bidatlere düşürmeye çalışır.

Selef’in büyük imamlarından Sufyan es-Sevrî rahimehullah şöyle der:

“Bid’at şeytana günahlardan daha sevimlidir. Çünkü günahtan tevbe edilir, ama bid’atten tevbe edilmez.”[1]

Peki, o halde bidat nedir?

Bidati; “Aslen dinde olmayan bir ameli dindenmiş gibi yapmaktır” şeklinde özetleyebiliriz.

Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem bu konu hakkında şöyle buyurur:

 “Kim bizim şu dinimizde olmayan bir şeyi ihdas ederse o derhal reddedilir.”[2]

İslam âlimleri bidati akidede, ibadetlerde ve adetlerde olmak üzere 3 kısımda değerlendirmişlerdir:

1- Akidede Bidat:

Bidatin bu kısmı genel anlamıyla insanı dinden çıkarır.[3]

Akidede bidate şunları örnek verebiliriz:

* Allah’ın hükümlerini terk ederek hüküm vermek,

* Allah’ın şeriatına aykırı kanun ve yasalar yapmak,

* Allah’tan başkasından medet ve yardım beklemek,

* Allah’tan başkalarının kâinatta tasarrufta bulunduklarına inanmak…

Bu örnekleri çoğaltmamız mümkün.

2- İbadetlerde Bid’at:

Bidatin bu kısmı insanı dinden çıkarmaz; ama onu ateşle yüz yüze bırakır. Çünkü Efendimiz aleyhisselam, her bidatin sapıklık olduğunu ve her sapıklığında insanı cehenneme götüreceğini bildirmiştir.[4]

Bu kısma da şunları örnek gösterebiliriz:

* Recep ayının başında 12 rekât namaz kılmak,

* Şaban ayının 15’inde 100 rekât namaz kılmak,

* Üç ay boyunca hiç ara vermeden oruç tutmak…

3- Adetlerde Bid’at:

Adetlerde ki bidatlerde bir üstteki gibi insanı dinden çıkarmaz; ama haramdır. Buna da şunları örnek gösterebiliriz:

* Salih kişilerin kabirlerinin üzerine cami inşa etmek,

* Cuma namazından önce “salâ” vermek,

* Kabirler üzerine kubbeler yapmak,

* Mezarlara bez veya çaput bağlamak,

İşte tüm bunlar şeytanın, bizleri içerisine düşürmek için uğraştığı bidatlerden bazılarıdır. Elbette ki bidatler bunlarla sınırlı değildir. Dinden olmadığı halde din adına yapılan her amel bidat kapsamında değerlendirilir ve sakınılması zorunludur.

3- Şeytanın insanoğlunu saptırmadaki uğrayacağı üçüncü durak ise, “Büyük Günah” durağıdır. Bidate düşürmeyi beceremediği insanları üçüncü aşamada harama, diğer bir ifadeyle büyük günaha düşürmeye çalışır.

Büyük günahlar; işleyen kimselere dünyada had cezalarının verildiği veya Kur’an ve Sünnette, yapanlar için lanetin ve büyük bir azabın vaat edildiği günahlardır.

* Yalan söylemek,

* Müslümanları aldatmak,

* Zina etmek,

* İçki içmek,

* Kumar oynamak,

* Faiz yemek, gibi günahlar hep bu kapsamdadır.

Şeytan aleyhillane, şirk ve bidat işletmeyi beceremediği insanları bu günahlara düşürmeye çalışır. Eğer bunu da beceremez ve insanları harama düşüremezse, 4. aşama da müracaat edeceği kapı “küçük günah” kapısıdır.

4- Küçük Günahlar.

Büyük günahın altında kalan ve sahibine had cezasını gerektirmeyen günahlar, küçük günahlardır. Küçük günahlar, sürekli işlenerek büyük günaha dönüşür ve insanı aynı büyük günahta olduğu gibi azapla karşı karşıya getirir.

Allah kendilerinden razı olsun, sahabe, günahları küçük-büyük diye taksim etmez hepsinden uzak durmaya çalışırmış. Çünkü onlar bilirlermiş ki; “İman ne kadar artarsa, günah gözde o kadar büyür; iman ne kadar azalırsa, günah gözde o kadar küçülür.”

İbn-i Abbas radıyallâhu anhuma’ın şöyle dediği nakledilir:

ليس مع التوبة كبيرة كما أنه ليس مع الإصرار صغيرة

“Israrla birlikte küçük günah; tevbeyle birlikte de büyük günah kalmaz.”

Yani bir insan, küçük günahı ısrarla işlemeye devam ederse o küçük günahlar asla “küçük” olarak kalmaz, büyük günaha dönüşür. Tevbe edildiğinde de hiçbir büyük günah “büyük” olarak kalmaz ve Allah’ın affıyla silinir, yok olur gider.

Bir Arap şairi ne de güzel demiştir:

خل الذنوب صغيرها ... وكبيرها ذاك التقى

واعمل كماش فوق أر ... ض الشوك يحذر ما يرى

لا تحقرن صغيرة ... إن الجبال من الحصى

“Günahların küçüğünü de büyüğünü de terk et, takva budur işte!

Dikenli yolda yürüyen kimse gibi ol haydi sende,

Sakın ha, küçük günahları basite alma!

Unutma ki, dağlar, küçücük taşlardan meydana gelir!”

Allah’tan korkan bir kul günahı büyük-küçük demeden bütünüyle terk etmeli ve şeytanın bu tuzağına düşmeden cennet yolunda ilerlemeye devam etmelidir.

5- Şeytanın insanoğlunu saptırmadaki uğrayacağı beşinci durak ise, “Mubahlara Daldırma” durağıdır. Şeytan, günah işletemediği ve işletmekten ümidini kestiği insanlara “Bari cennette makamları yükselmesin” ümidiyle yaklaşır ve onları kandırmaya devam eder. Önceki satırlarda da ifade ettiğimiz üzere, şeytan, insanoğlunun amansız düşmanıdır. Düşman olan birisi, karşı tarafta yer alan kimsenin asla hiçbir hayra nail olmasını arzulamaz. Eğer ona zarar verememişse, onu hayırlardan alıkoyarak başarı elde etmeye çalışır. Gerçekten de insanın iyiliğine engel olmakta düşman için bir başarı sayılır.

İşte bu sebepten dolayı şeytan, küçük günahları işletmeyi beceremediği insanları mubah olan işlere daldırmak sureti ile aldatmasına devam eder.

Böyle yapar; çünkü insan mubah olan şeylere daldığı zaman faziletli ibadetlere ve hayırlı amellere yönelemez. Mubahın verdiği zevkle elinden birçok iyiliği kaçırır ve bu sayede cennette daha yüksek mevkilere ulaşma fırsatını değerlendiremez.

Mubah; yapıldığında sevabı olmayan, terk edildiğinde de günahı olmayan işlerdir. Uyumak, oyun oynamak, gezmek, istirahat etmek… gibi.

İşte şeytan günaha düşüremediği insanları buradan vurur ve mubahlara daldırarak faziletli ve erdemli amelleri onlara işletmemeye çalışır. Ve bu hususta ―Allah’ın diledikleri hariç― genelde başarılı olmuştur.

 6- Şeytan, eğer bu noktada da başarılı olamaz ve mubahlara daldırma noktasında insanı kandıramaz ise elinde son ve tek bir ok kalmıştır, onunla insanı vurmayı dener. Bu son ok ise “Daha faziletli olanı terk ettirmek”tir.

Buna da şöyle bir örnek verebiliriz: Mesela bir Müslüman, tam Kur’an okumaya niyet etmiştir. Eline Allah’ın kitabını alır ve kendine uygun bir ortam aramaya başlar. İşte tam o esna da şeytan gelir ve Kur’an okumaktan sevapça daha düşük olan bir ameli kendisine gösterir… Bunu gören müslümanın dikkati dağılır ve Kur’an okumaya değil de o amele meyleder. Böylece örneğin; 100 sevap alacağı Kur’an okuma amelinin yerine 20 sevaplık başka bir ameli işlemeye koyulur ve daha faziletli olanı terk etmiş olur.

Bu da şeytanın en son hilesidir. Bunda da başarılı olamazsa artık o kuldan ümidini keser ve onu, o an için terk ederek kendisine başka kurbanlar aramaya koyulur. Artık o kul, imtihanını başarıyla geçmiş ve şeytanın tuzaklarına yakalanmadığı için, içi huzurla dolmuştur. Rabbine hamdeder, şeytandan kendisini koruduğu için şükranlarını O’na sunar.

İşte şeytanın hileleri, İbn-i Kayyım’ın belirttiğine göre bu altı şeyden ibarettir. Bu hileleri bilen bir kul şeytanın kendisine nereden yaklaşacağını kestirir ve ona göre gardını alarak mücadelesini yapar.

Allah hepimizi şeytanın hile ve aldatmalarından muhafaza buyursun ve bizleri ihlâsa erdirerek onun, üzerimizdeki hâkimiyetinden korusun. (Allahumme Âmin)

 

Faruk Furkan

 



[1] el-Luma‘, sf, 17

[2] Buhari, 2697

 

[3] Burada hemen belirtelim ki, akidede vuku bulan her bidat insanı dinden çıkarmaz. Bu tür bidatlerin bir de dinden çıkarmayan boyutu vardır. Sıfatlar hakkındaki ihtilaf bunun en bariz örneklerindendir. Allah’ın, kendisi hakkında ispat ettiği el, yüz ve nüzûl gibi sıfatları iptal etmek, bunların Allah hakkında olamayacağını söylemek her ne kadar akide ile alakalı bir bidat olsa da bu noktada selef’in metodundan ayrılan kimselere hemen küfür damgası vurulmaz. Bu insanlar muteber bir tevile dayandıkları için haklarında söylenecek en son söz bunların hata ettikleri ve bu hatalarında bidate düştükleridir. Tekfir edilmeleri ve kâfirlikle suçlanmaları uygun değildir. Yukarıdaki başlığımızı okuyup akidenin her noktasında hataya düşenlerin küfre düşeceğini söylemek uygun olmaz. Bu nedenle akidedeki bidatleri ikiye ayırmak gerekir.

[4]  Ebu Davud, Tirmizî.

Okunma Sayısı:5533