“Tâğuta ibâdet (ve itaat) etmekten uzak duran ve Allah’a yönelenler var ya, işte onlar için müjde vardır.” (Zümer, 17)

TİCARET EHLİ MÜSLÜMANLARA NASİHATLER -9-


بسم الله الرحمن الرحيم

Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…

Değerli tacir kardeşim, bir önceki yazımızda sana borçların yazılmasının, kayıt altına alınmasının ve şahitlendirilmesinin öneminden bahsetmiş, daha sonra bu meselenin hükmünü ele almış ve en sonunda da Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem bu konuda bizlere öğrettiği birkaç duayı zikrederek yazımızı noktalamıştık. Bu sayıki yazımızda ise öncelikle peşin ticaretin kısaca önemine dikkat çekecek, sonrasında ticarethanelerimizi Dâru’l-Erkâm’a çevirmenin gerekliliğinden bahsedecek, en sonunda da ticaretin Allah’ı zikretmeye ve namaza mani olmasının kötülüğünü anlatacağız. Rabbim şimdiden nasip almayı müyesser eylesin.

***

18- Ticaretini Peşin Döndürmeye Çalış

İslam’ın öngördüğü ve tavsiye ettiği ticaretin işleyişinde asıl olan, bu ticareti ‘peşin’ olarak çevirmektir. İslam her ne kadar belirli kurallar çerçevesinde borçlanmaya müsaade etmişse de, müntesiplerine ticaretlerini ‘al gülüm, ver gülüm’ esası üzere yapmayı, yani peşin olarak ticaretlerini çevirmeyi dolaylı olarak tavsiye buyurmuştur. Yani dinimizde borçlanmak caiz, borçsuz ticaret ise asıldır.

Ticareti peşin çevirmenin saymakla bitmeyecek faydaları vardır. Bunların en başında, yatağa girdiği zaman kimseyle alacak-verecek derdinin olmaması nedeniyle, insanın kalbinin mutmainliğe ermesi ve gönül huzuruyla uyuyabilmesi gelir. Dünyada en rahat insan kimdir diye sorsak, buna hiç tereddüt etmeden Rabbine ve insanlara karşı sorumluluklarını yerine getirdiği için gönül rahatlığıyla kafasını yastığa koyabilen insandır, diye cevap verebiliriz. Bu, gerçekten de büyük bir nimettir. Bu büyük nimetin yanı sıra borcun zilletinden uzak olmak, alacaklı ve vereceklilerle yüz-göz olmamak, kul haklarından soyutlanmak, insanların diline pelesenk olmaktan uzak kalmak ve cenaze namazının gönül rahatlığıyla kılınmasına olanak sağlamak da bu faydalardan bazılarıdır. Sırf bu gibi nedenler bile ticareti peşin çevirmek için yeterli sebeplerdir.

Ayrıca insan, ticaretini peşin olarak yapmaya çalıştığında birçok hayra ve inanılmaz maddî-manevî kazanımlara da nail olur. İşinin bereketini ve ticaretinin kârını görmesi ise cabasıdır. Bu nedenle ticarette peşin alım-satım yapmaya gayret etmek ve bunun için elimizden geleni ortaya koymak bizim en öncelikli vazifelerimizdendir.

Bu gün ticaretle uğraşan nice kardeşimizin maddî anlamda sıkıntı çekmesinin en büyük nedenlerinden birisi, ticaretlerini peşin çevirememeleridir. Bu da onları hem mal alırken, hem de mal satarken zora sokmaktadır.

Mal alırken peşin alamamalarının neticesi olarak iki noktada sıkıntıya düşmektedirler:

a) Malı daha pahalıya alma sıkıntısına,

b) İstediği ürünü seçememe sıkıntısına.

Bu kardeşlerimiz eğer mal alırken peşin paranın verdiği güçle hareket edebilselerdi, satıcıya paranın sıcak yüzü sayesinde daha çok indirim yaptırma olasılığına sahip olurlardı. Ayrıca vadeden kaynaklanan fiyat farkının önüne geçmeleri de yanlarına ekstradan bir kâr olarak kalırdı.

Yine bu kardeşlerimiz eğer mal alırken peşin paranın gücünü kullanabilselerdi, vade ile alışveriş yapanların birçoğuna tanınmayan ‘istediğin malı seç’ hakkına sahip olurlar ve bu sayede hızla eritebilecekleri malları alırlardı. Bu da onların ticaretlerinin hızlı akışını sağlar ve paralarını sadece giden mallara bağlamış oldukları için daha bereketli mal alım-satımı yapmalarının önünü açardı.

Mal satarken peşin satamamanın da birçok sıkıntısı ve maddî anlamda oldukça büyük riski ve kaybı vardır. Özellikle de bu kayıp, günümüz insanının ticaretle uğraşan birisinin vadeli verdiğini bildiği zaman bunu su-i istimal ettiği ve adamı zora soktuğu şu dönemde daha da çok açığa çıkmaktadır. Çünkü bizim toplumumuz ‘borç yiğidin kamçısıdır’ terennümüyle borçlanmayı fazilet kabul eden bir toplumdur. Bu nedenle de borç ile yaşamaya ve borcun yükü altında ezilmeye alışmıştır. Eğer bir esnaf, bu inkâr edilemez gerçeği göz ardı ederek borç ile mal vermeye başlar ve bu noktada gereken tedbirleri almayarak vurdumduymazlık yaparsa, bu, sonun başlangıcını kendi eli ile başlatmış olması anlamına gelir. Ve böylesi bir hata Allah’ın rahmet etmesi müstesna o esnafın akıbetini hüsranla sonuçlandıracak bir hatadır. Yaşanan tecrübeler ve gözle görülen acı deneyimler bunun böyle olacağının en büyük delilidir.

İşte bundan ötürü Müslüman bir tâcir olarak senin borç ile mal almamaya ve borç ile mal vermemeye dikkat etmen gerekir. Eğer bu noktada çaresiz kalır ve bir sebebe binaen borçlanmaya veya borç ile mal vermeye mecbur olursan, önce Allah’a karşı sorumluluklarını, sonrasında da karşı taraftaki insanlara karşı görevlerini hakkıyla yerine getirmeye çalış. Yazacaksan yaz, ahitleşeceksen ahitleş, günleşeceksen günleş; ama asla İslam’ın sana yüklemiş olduğu ticarî ahlak ilkelerinden taviz verme. Bu, bir kardeş olarak ticarî tecrübelerimize dayanarak sana yapacağımız bir nasihatimizdir. Tutarsan kârlı çıkman umulur; tutmazsan ne diyelim, Allah yardımcın olsun…

19- Dükkânını Dâru’l-Erkâm’a Çevir

Bir Müslüman, meşru sınırlar içerisinde bulunduğu her yer ve mekânda Allah’ın razı olacağı bir ortam oluşturarak kulluğunu ve davetini icra etmeyi bilmelidir. Müslümanın davet yapabilmesi veya ilim tahsil edebilmesi için zaman ve mekân faktörünün çok da önemi yoktur. Azim sahibi olduğu müddetçe her yer onun için ‘medrese’ ve Dâru’l-Erkâm hükmündedir. Bu nedenle bir Müslüman, Allah’ın arzının her yerinde; evinde, iş yerinde, tarlasında, arabasında, dolmuşta, otobüste, çay ocaklarında, park alanlarında ve zindan köşelerinde ilim tahsil etmekten ve öğrendiği bu ilmi insanlara ulaştırmaktan geri durmaz. O, ortamlardan etkilenen değil, aksine ortamları etkileyen biridir. Müteessir değil, müessirdir. Bunun için de gittiği her yerde veya bulunduğu her ortamda ilmini artıracak vesilelere sarılır, içerisinde bulunduğu her ânı davete elverişli hale getirir. İşte, bilinçli bir Müslüman böyledir veya böyle olma hedefine kilitlenmiştir.

Mevcut şartlardan dolayı bu gün insanımızın geneli, vakitlerinin büyük bir kısmını iş yerlerinde geçirmek zorundadır. Kimileri sekiz saat, kimileri on saat, kimileri de on iki saat iş yerlerinde çalışmak durumundadır. Bu nedenle insanlığın hidayetini arzulayan bilinçli Müslümanların, bu mekânlarda ilim ve davet meşaleleri yakarak onları aydınlatmaları ve tıpkı Selefleri gibi ticarethaneleri hidayete götüren birer köprü haline getirmeleri gerekmektedir.

Efendimiz’in, aleyhisselam davetin ilk dönemlerinden itibaren bir medrese olarak kullanmış olduğu ‘Dâru’l-Erkâmı’nın iki temel fonksiyonu vardı:

a) Bu mekân, Allah’ın ayetlerinin ve Rasûlünün sözlerinin öğrenildiği, yani ilim tahsil edildiği bir yerdi.

b) Yine bu mekân, insanların Allah’ın dinine davet edildiği, yani tebliğ yapıldığı bir yerdi.

Buradan hareketle şunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz ki, bu iki fonksiyonun işletildiği her yer ve mekân, bu çağın Dâru’l-Erkâmı’dır ve Müslümanların buralarda tıpkı önderleri Muhammed aleyhisselam’ın yaptığı gibi ilim ve davet görevini yapmaları gerekmektedir.

Eğer sen de Müslüman bir tacir olarak dükkânını veya çalıştığın iş yerini ‘Dâru’l-Erkâm’a çevirmek istiyorsan o zaman buralarda yapacağın şey, öncelikle sana faydası olacak hayırlı bir ‘ilim tahsil etmek’, sonrasında da gerek beraberinde çalışan insanları gerekse oraya gelen müşterileri tevhide ve İslam’ın güzelliklerine ‘davet etmek’tir. Bu iki ameliyeyi gerçekleştirdiğinde, sen de çağdaş Dâru’l-Erkâm’ların kutlu bir ferdi olmuş olursun.

Bu gün Müslümanlar ilim tahsili denilince hep bir medresede okumayı anlamaktadırlar. Oysa ilim –üstte de ifade ettiğimiz gibi– meşru olan her yerde tahsil edilebilir. Hele hele dükkânların bu konudaki elverişliliği, diğer yerlerin elverişliliğine nazaran çok daha etkindir. Kişi sabahtan akşama kadar masasının başında ya gazete okuyarak ya televizyon seyrederek ya da internet sayfalarında gezerek vaktini yiyip bitirmektedir. Böyle yapacağına Allah’ın ayetlerini, onların mealini ve Rasulullah’ın sallallahu aleyhi ve selem hadislerini dinlese veya güvenilirliği ispatlanmış hocalardan bir sohbete kulak verse, hem heba olan vaktini hayırlı bir şeyle değerlendirmiş olur hem de ilmine ilim katar. İş yerleri ve dükkânlar bu bakımdan ilmimizi artırmaya çok müsait yerlerdir. Bu nedenle buraları en iyi şekilde değerlendirmemiz ve hakkını vererek fonksiyonlarını gerçekleştirmemiz gerekir.

Ama hemen şunu da belirtelim ki, bu söylediğimiz her iş yeri ve dükkân için geçerli değildir. Bazı iş yerleri vardır ki, kişinin orada işinden başka bir şeyle meşgul olacak bir ânı bile yoktur. Kimi zaman bir sohbete kulak verecek en ufak bir imkân bile bulamaz. Hatta bazı iş yerlerinde işverenler, eleman alacaklarında onlardan mesai süresi zarfında telefon kullanmama veya biraz önce zikrettiğimiz türden faaliyetler yapmama noktasında söz almaktadırlar. İşe girerken böylesi anlaşmaya ‘evet’ diyen Müslümanların, şartlar ne olursa olsun anlaşmalarına sadık kalmaları, şayet kalamayacaklarsa o zaman daha hayırlı bir işe bakmaları gerekmektedir. Sohbet dinleyeceğiz, ilim tahsil edeceğiz veya insanlara davet yapacağız diye asla verdikleri söze riayetsizlik etmemeli, helal olan kazançlarına karşı tarafın rızası olmayan bir şeyi karıştırarak haram bulaştırmamalıdırlar. Eğer bu şart kendilerine ağır geliyorsa, bu durumda anlaşmalarına riayet edebilecekleri daha başka bir iş aramalı ve rızıklarını başka kapılardan temin etme kavgası vermelidirler. Bizim üstte söylediğimiz şeyler, bu tür işyerleri ve böylesi pozisyonda olan kardeşlerimiz için geçerli değildir. Böylesi iş yerlerinde çalışan Müslümanlara eğer işlerini bırakma imkânına sahip değillersesırf helal lokma peşinde koşturdukları için ecirlerini Allah’tan beklemelerini ve ilim tahsili, sohbet dinleme ve davet çalışması gibi faaliyetlerini daha farklı mekânlarda yapmaya çalışmalarını tavsiye ederiz. Ama imkânı olan Müslümanların dükkân ve iş yerlerinde muhakkak dinlerini öğrenmeleri ve vakitlerini iyi değerlendirerek ilimlerini artırmaları gerekmektedir. Bu noktada gevşeklik göstererek vakitlerini heba etmeleri hesabı gerektireceği gibi, gün gelir bu nimetin ellerinden alınmasına da sebebiyet verebilir.

Dâru’l-Erkâm’ın ikinci fonksiyonu olan insanların Allah’ın dinine davet edilmesi meselesine gelince; bu noktada iş yerinde yapabileceğin çoook şey var.

Gücün yetiyor, anlatma kabiliyetin el veriyorsa dükkânına gelen insanlara bizzat tebliğ yapabilirsin.

Eğer anlatma kabiliyetin el vermiyorsa masanda bulunduracağın davet broşürlerinden veya kitapçıklardan yardım alarak onlara bunları okumalarını söyleyebilirsin.

Veya bir CD yahut küçük bir belleğe önceden faydalı olacağını düşündüğün dersler yükleyerek samimi gördüklerine hediye edebilirsin.

Şayet buna da gücün yetmiyorsa müşterilerine kendilerini düşünmeye sevk edecek ve kafalarında soru işareti bırakacak kaliteli sorular sorabilirsin.

Bunu da yapamıyorsan o zaman Yâsîn Sûresi’nde “Ey kavmim, şu peygamberlere uyun. Uyun şu sizden hiçbir ücret istemeyenlere!...” (36/Yâsîn, 20, 21) diye Allah’ın kendisinden övgüyle bahsettiği sâlih adam gibi onlara İslam davetçilerini dinlemelerini öğütleyebilirsin.

Yahut güvenilir Müslüman davetçilerin internet adreslerini kartvizit şeklinde bastırarak her müşterinin poşetine bir tane koyabilirsin…

İşte saydığımız bütün bu metotların hepsi İslam’ı insanlara ulaştırmada başvurabileceğin yolardandır. Bunların haricinde de elbette birçok yol, onlarca farklı metot vardır. Şunu unutma ki akıllı insan, dert edindiği davası için en güzel metotları bulmaya çalışarak hizmetten geri kalmayan insandır. İnanıyorum ki sen, davanı insanlara ulaştırmak için zikredemeyeceğimiz daha nice güzel ve faydalı yollar bulabilirsin. Bu noktada Allah’tan hem kendimiz için hem de sen değerli kardeşimiz için yardım isteriz.

Bu konuyla alakalı son olarak şunu demek isteriz: İslam, kimi ülkelere ancak kılıç yardımıyla ulaştırılabilmişken Afrika, Endonezya ve Malezya gibi ülkelere ise dürüst ve emin ‘tâcirler’ vasıtasıyla ulaştırılmıştır. Bu belde halkları, kendilerine gelen emin tacirlerin hassasiyetlerini, dürüstlüklerini ve dinlerini ticaretlerinden daha önde tuttuklarını görünce sergiledikleri mallardan önce temsil ettikleri dinlerine merak sarmışlar ve bu sayede İslam ile tanışma imkânı bulmuşlardır. Yani bu ülke halklarının İslamlaşması, davetçi tâcirlerin eli ile olmuştur.

 Sen de Dâru’l-Erkâm’ın ikinci fonksiyonu olan davet görevini ticaretin aracılığıyla geçekleştirerek dinini insanlara ulaştırabilir, bu sayede para kazanmanın yanı sıra Rabbinin de rızasını kazanmanın bir yolunu bulmuş olursun.

20- Ticaretin Allah’ı Anmaya ve Namazına Mâni Olmasın

Ticaretle uğraşan kardeşlerimizin karşı karşıya kaldığı en büyük problemlerden birisi, uğraşmış oldukları ticaretlerinin Allah’ı anmaya, faydalı ilme ve namazlarını vaktinde kılmaya mâni olmasıdır. Oysa ticaret Müslümanlar için hiçbir zaman hayırlı amellere engel teşkil etmemeli, onları bu tür sâlih amellerden alıkoymamalıdır. Allah’ın kendilerinden övgüyle bahsettiği ve kendilerine ittiba etmeyi bizlere tavsiye buyurduğu Sahabe nesli, hiçbir zaman ticaretlerini namazlarının ve Allah’ı zikirlerinin önüne geçirmemiştir. Böyle olduğu için de Allah onların bu tavrını Kitabında zikretmiş ve kendilerinden sonra gelen Müslümanlara onları örnek göstermiştir. Rabbimiz şöyle buyurur:

“Onlar öyle erlerdir ki, ne ticaret ne alışveriş kendilerini Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymaz. Ve onlar, kalplerin ve gözlerin (dehşetten) allak bullak olacağı bir günden korkarlar.” (24/Nûr, 37)

Rabbimiz bu ayetiyle sahabeyi övmekte ve dinlerini her daim ticaretlerinin önünde tuttukları için tüm insanlığa onları örnek göstermektedir. Rivayetlere baktığımızda onların bu noktadaki hassasiyetine hayret etmemek ve gerçekten övülen nesil olmalarına şahitlikte bulunmamak elde değildir. Şöyle ki; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem döneminde iki kişi vardı. Bunların birisi satıcı olup namaz için ezan okunduğunu işitir işitmez eğer terazi elinde bulunuyorsa onu atıverirdi, güzel bir şekilde dahi koymazdı. Şayet terazi yerinde bulunuyorsa, onu oradan kaldırmazdı. Diğeri ise demirci idi, ticaret maksadıyla kılıç yapardı. Eğer çekici, örsün üzerinde bulunuyor ise onu yerinde bırakırdı, şayet kaldırmış ise ezanı işittiği takdirde arkasına atardı. İşte yüce Allah, onları ve onlara uyan herkesi övmek üzere bu ayeti inzal buyurdu. (el-Câmi‘ li Ahkâmi’l-Kur’ân, 12/260 )

İşte, onları örnek almak isteyen ve gittikleri kutlu yolda adım adım kendilerini takip etmeyi şeref bilen biz Müslümanların da aynı hassasiyetle davranması ve şartlar ne olursa olsun hiçbir zaman ticaretimizi dinimizin önüne geçirmemesi gerekmektedir.

Zikrettiğimiz ayeti dikkatle tefekkür ettiğimizde Rabbimizin, Allah’ı anmaktan, namazı gereği gibi kılmaktan ve zekâtı vaktinde vermekten alıkoyan şeyin temelde ‘ticaret’ olduğunu vurgulayarak biz kullarına ince bir mesaj verdiğini görürüz. Tecrübeyle sabittir ki, gerçekten de durum tıpkı Rabbimizin işaret ettiği gibidir. İnsanlarımız sayılan bu ibadetleri sırf ticaretleriyle uğraştıkları için gereği gibi eda edememektedirler. Bu nedenledir ki müfessirlerimiz şöyle demiştir:

“Burada ticaretin özellikle anılmasının sebebi, onun namazlardan ve taatlerden en çok alıkoyucu oluşundandır.” (Bkz. Meâlimu’t-Tenzîl, 6/51; el-Câmi‘ li Ahkâmi’l-Kur’ân, 12/259 )

Bu gün yaşadığımız ticarî hayattan yakinen biliyoruz ki, bizleri namazlarımızı vaktinde kılamamaktan ve onda hakkıyla huşuyu yakalayamamaktan alıkoyan yegâne sebep ticaretimizdir. Ticaretimizi hak ettiği yere koymayı bilerek hareket etmeli ve asla onu kulluğumuzun önüne geçirmemeliyiz. Bu noktada zikrettiğimiz ayeti dükkanlarımıza ‘serlevha’ yapmayı ve her daim onu okuyarak namazlarımıza daha bir önem göstermeyi tavsiye ederiz.

Şunu hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmamalıyız ki, namazlarını vaktinde kılmayan bir Müslüman asla namazı ‘ikâme’ etmiş sayılmaz. Allah subhanehu ve teâlâ bizlere namaz kılmayı değil, namazı ikâme etmeyi emir buyurmuştur. Kur’ân’a baktığımızda hep “namazı ikâme edin, zekâtı verin…” (Örneğin bkz. 2/Bakara, 43; 22/Hac, 78; 24/Nûr, 56) buyrulduğunu görürüz. Bu da bize göstermektedir ki, namaz kılmak başka bir şey, namazı ikâme etmek başka bir şeydir. Eğer namazı ikâme edenlerden olmak istiyorsak evvela onun vakitlerine riayet etmeliyiz. Huşusuna, tadil-i erkânına ve mesnûn olan vird ve zikirlerine riayet ederek de onu güzelleştirmeliyiz.

İmam Beğavî rahimehullah tefsirinde der ki:

“Her kim (ticaret ve benzeri sebeplerle) namazını vaktinde kılmazsa o, namazı ikâme edenlerden sayılmaz.” ( Meâlimu’t-Tenzîl, 6/51)

Namazları vaktinde kıldığımızda, namazı ikâme etmenin yanı sıra bir de daha çok ecir kazanma imkânını elde etmiş olacağız. İşin aslına bakıldığında vaktin evvelinde de kılsak, âhirinde de kılsak harcayacağımız zaman aynı olacaktır. Örneği bir vakti on dakikada kılıyorsak her iki vakitte de bu zamanı doğal olarak harcayacağız. Ama evvelinde kıldığımızda daha çok ecir kazanacakken, âhirinde kıldığımızda bu ecirden mahrum olacağız. Bir insan size gelip bir elinde 100 TL, diğer elinde de 1 TL para uzatsa ve ikisinden birisini almanızı söylese hangisini alırsınız? Elbette ki 100 TL’yi alırsınız değil mi? Çünkü 100 TL, 1 TL’ye nazaran hem daha değerli hem de daha çoktur. İşte namazı ilk vaktinde kılmanın örneği de tıpkı bunun gibidir. Siz namazınızı ilk vaktinde kıldığınızda 100 TL’yi almış gibi olacakken, son vakte bıraktığınızda 1 TL’yi almış gibi olacaksınız. Aklı olan, her zaman daha kârlı ve daha kazançlı olanı tercih edendir…

Ayrıca namazımızı geciktirmeye sebep olan ticaret bizim için sevap değil, vebaldir. Bir insan sürekli böyle davrandığında, bundan hesaba çekilir.

Rabbimiz Kitab-ı Kerimi’nde bizleri sadece helal kazanç yemeye değil, aynı zamanda tayyib kazanç yemeye teşvik etmektedir:

 “Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerden helâl ve tayyip/tertemiz olarak yiyin! Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır.”  ( 2/Bakara, 168)

“Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden helâl ve tayyip/tertemiz olarak yiyin ve kendisine iman etmekte olduğunuz Allah’a karşı gelmekten sakının.” ( 5/Maide, 88)

Helal kazanç ile tayyib kazanç arasında ne gibi bir fark vardır?

Helal; Allah’ın yasaklarından uzak olarak ve meşru çerçevede elde edilen her türlü mubah kazançtır. Tayyib ise; bu helal kazanca bulaşması muhtemel olan her türlü kerahetten arındırılarak elde edilen kazançtır. Yani tayyib olan kazançta Şeriatın mekruh kabul ettiği hiçbir şey yoktur. Tamamıyla arı-duru bir kazançtır. Ondan hem Allah razıdır hem de Rasûlü... İşte bir kazanç bu kadar saf, temiz ve kendisinden razı olunan bir kazanç olursa, o kazanç ‘tayyib’ bir kazanç olur. Allah bize helalin yanında kazançlarımızın bir de tayyib olmasını emretmektedir. Yani her türlü kerahetten uzak bir kazanç…

Bu iki kelime arasındaki farkı konumuzla alakalı olan yönü ile zikredecek olursak şunu söyleyebiliriz: Bir insan, yapmış olduğu ticareti sebebiyle namazını son vakte bırakarak kılarsa bu ticaretinden elde edeceği gelir haram değil helaldir; ama tayyib değildir. Çünkü bu kişi namazını geciktirerek ibadetine kerahet karıştırmıştır ki, bu da onun gelirini tayyiblik seviyesinden helallik seviyesine düşürür. Ama namazını ilk vaktinde kılar ve ticaretini namazına engel yapmazsa, elde edeceği bu gelir hem helal hem de tayyib olacaktır. İşte, Allah’ın razı olduğu ve bizlere tavsiye ettiği kazanç bu kazançtır.

Dolayısıyla bizlerin ticaret yaparken kazançlarımızı tayyib yollarla elde etmemiz gerekmektedir. Bunun için de namazlarımızı vaktinde kılmalı, daha fazla kazanalım diye onları asla meşru vaktinin dışına çıkarmamalıyız.

Burada önemli gördüğümüz bir iki noktaya daha temas etmek istiyoruz: Sırf ticarî meşguliyetlerimiz sebebiyle revâtib sünnetleri sürekli bir şekilde terk ederek namazlarımızın sadece farzlarıyla iktifa etmemiz de, rızkımızı tayyib bir şekilde elde etmemize manidir. Bilinmelidir ki bir Müslüman, işi nedeniyle sünnet namazlarını genel itibariyle terk ederse rızkına kerahet karıştırmış olur. Bu da o rızkın tayyib olmasına mânidir. Bazen şahit oluyoruz; kardeşlerimizden kimileri sırf daha çok iş çıkarma veya daha fazla işle meşgul olma adına genel itibariyle sünnet namazları ihmal ediyor ve namazların sadece farzlarıyla yetiniyorlar. Bu, caiz olmadığı gibi, Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem Sünnetine de terstir. Tamam, insan ara sıra sünnet namazlarını kılamayabilir; bu sorun değildir. Ama asıl sorun, bunu sürekli bir hâle getirmesi ve sünnetleri sanki yokmuş edasıyla değerlendirmesidir. Bir Müslüman sünnetleri sürekli terk etmeyi âdet hâline getirirse kazancına kerahet karıştırmış olacağı için rızkını tayyib bir yolla elde etmemiş olur.

Bazı kardeşlerimiz de, yine sırf işlerindeki yoğunluk nedeniyle namazlarını daimî bir şekilde cem etmektedirler. Belki de bu ruhsata haftanın üç veya dört günü başvurmaktadırlar. Onların bu yaptığı dinde bilinen ve uygulaması olan bir şey değildir. Dolayısıyla bu şekliyle caiz de olmaz. Çünkü namaz, müminlere belirli vakitlerde farz kılınmış bir ibadettir. Bu ruhsatı nâdiren kullanmak gerekirken, sırf daha fazla iş çıkarabilme adına asılmış gibi telakki etmek Sünnet-i Muhammediyeye ters olduğu gibi, rızkın tayyib olmasına da mânidir. Sünnetin bize öğrettiğine göre bu ruhsata ihtiyaç halinde veya nadiren olacak bir şekilde başvurulabilir. Ama bunun nadirattan olduğu bilinciyle hareket etmek gerekir. Bazı kardeşlerimizin yaptığı gibi haftada üç veya dört gün yapılacak bir şey değildir. Bir insan ticaretindeki yoğunluğu nedeniyle namazlarını her gün ceme bırakırsa veya haftanın birkaç günü bu ruhsata başvurursa bu kimsenin rızkı üstte de dediğimiz gibi tayyib olmaz; zira bu rızka Sünnete muhalefet ve kerahet bulaşmıştır. Buna da dikkat etmek gerekir.

Namazları vaktinde kılmanın önemini kavradığımız gibi, buna mukabil olarak bir de namazları vaktinde kılmamanın günahını bilmemiz ve bunun zamanla bizleri namazı külliyen terk etmeye götürecek bir sebep olduğunun farkında olmamız gerekmektedir. Rabbimiz şöyle buyurur:

“Onlardan (o peygamberlerden) sonra bir nesil geldi ki namazı zayi edip şehvetlerin peşine düştüler. Onlar (bu tutumlarından ötürü) ‘ğayya’ ile karşılaşacaklardır.” (19/Meryem, /59)

Seleften bazı müfessirlerimiz burada zikredilen namazı zayi etmekten kastın, onu vaktinde kılmamak olduğunu söylemişlerdir. ( Örneğin bkz. Tefsîru İbn-i Kesîr, 5/243)

Allah subhanehu ve teâlâ namazlarını zayi edenleri ‘ğayya’ ile cezalandıracaktır ki, bununla kast edilen ya çetin bir azaptır ya hüsrandır ya da cehennemde bir vadidir. Hangisi olursa olsun bunlardan hiçbirisi dayanılacak gibi şeyler değildir ve kişiyi çok zor durumda bırakacak azap türlerindendir.

Ayette bu insanların namazı zayi etmelerinden hemen sonra şehvet ve tutkularına tabi olduklarının vurgulanması, sanki namazlarını geciktirmeye sebep olan en temel şeyin nefsanî arzular olduğunu ifade etmek içindir. Yani bu insanlar tutku ve nefislerine hoş gelen şeylerin peşinden koşuşturdukları için namazlarını zayi etmişlerdir. Bu tutkuların başında da insanın para kazanma ve daha çok mal elde etme isteği gelmektedir.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve selem birçok hadisinde namazı vaktinde kılmanın oldukça faziletli bir amel olduğundan bahsetmiş ve bu fazileti sürekli gündemde tutarak ümmetini ona yönlendirmiştir. İbn Mesud’un radıyallahu anh sormuş olduğu şu sorulara cevap verirken namazı ilk sırada zikretmesi bunun en açık delillerindendir. İbn Mesud radıyallahu anh der ki:

Rasulullah’a sallallahu aleyhi ve sellem:

Allah’a en sevimli gelen amelin hangisi olduğunu sordum.

Vaktinde kılınan namazdır, buyurdu.

—Sonra hangisidir, dedim.

Anne babaya iyilik etmektir, buyurdu.

— Sonra hangisidir, dedim.

Allah yolunda cihad etmektir, buyurdu. ( Buharî ve Müslim)

Görüleceği gibi namazın vaktini muhafazaya gösterilecek önem Allah’a sevimli gelen amellerin en başında yer almaktadır. Bu da bu konuda bizim daha hassas olmamız gerektiğini göstermektedir.

Gerçek Ticaret Nedir?

Biz insanoğluna ‘zararı olmayan gerçek ticaret nedir?’ diye bir soru sorulsa vereceğimiz cevap bellidir: Daha çok kazandıran, en çok kazandıran, en fazla kâr getiren ticarettir! Ama bu sorunun cevabı, Allah katında böyle değildir. İlahî bakışla beşerî bakış birbirinden çok farklıdır. Allah’ın nazarında gerçek ticaret; içerisinde Allah’ın kitabının okunduğu, namazın ikâme edildiği ve elde edilen gelirden gizli-açık infak edildiği ticarettir. Bu gerçeği Rabbimiz Fatır Sûresi’nde bizlere şöyle haber verir:

“Şüphesiz, Allah’ın kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden gizlice ve açıktan Allah yolunda harcayanlar, asla zarar etmeyecek bir ticaret umabilirler.” ( 35/Fâtır, 29)

Yapmış olduğunuz ticaret çok para getiren ve size fazlaca kâr bırakan bir ticaret olsa bile, eğer içerisinde bu sayılan maddeler yoksa, o ticaret Allah katında makbul bir ticaret değildir. Çünkü Allah katında gerçek ticaret ancak içerisinde namazın, Kur’ân’ın ve infakın olduğu bir ticarettir. Bu nedenle ey Müslümanlar! Ne yapın edin, ama asla ticaretinizi yaparken bu sayılan maddeleri ihmal etmeyin. Yani ticaretinizi namazınıza, Kur’ân okumanıza ve Allah yolunda infak yapmanıza engel kılmayın. Eğer böyle yaparsanız, Allah katında gerçek ticaretle uğraşan insanlar sınıfından olmamış olursunuz.

Ticaretimiz Zikirle İç İçe Olmalıdır

Rabbimiz Cuma Suresi’nde, ticaretin insanı genellikle Allah’ı zikirden ve namazdan alıkoyduğu gerekçesiyle özellikle Cuma namazı esnasında bırakılması gerektiğini emir buyurmuş, sonrasında da gerçek ticaretin Allah’ı zikirle iç içe olan ticaret olduğuna dikkat çekmiştir. Rabbimiz şöyle buyurur:

“Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın, Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın ve Allah’ı çokça zikredin ki kurtuluşa eresiniz.” (62/ Cuma, 9, 10)

Burada özellikle ayette yer alan “Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın, Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın ve Allah’ı çokça zikredin ki kurtuluşa eresiniz.” ifadesi üzerinde durmak ve düşünmek gerekir. Yani Cuma namazını kılıp rızık temini için yeryüzüne dağıldığımızda, nasibimizi ararken Rabbimiz kendisini çokça zikretmemizi emir buyuruyor. Bu da bize gösteriyor ki, ticarette ve para kazanmada asıl olan, bunun Allah’ı anmakla iç içe olmasıdır. Allah’ın zikrinden uzak olan bir ticaret Allah’ın razı olduğu bir ticaret değildir. Bilmek gerekir ki gerçek müminler, bir yandan para kazanırken, öte yandan da Rablerinin rızasını kazanmayı becerebilen ve bir işin içerisinde iki kârı elde etme bahtiyarlığına eren insanlardır. Bu bağlamda Rabbimizden bizi ve seni ticaretimizle meşgul olurken kendisini zikretmekten gafil olmaktan muhafaza etmesini temenni ediyoruz. Bu son noktayı inceden inceye düşünmeyi ve ticaretimizi bu esas üzere inşâ etmeyi ihmal etmememiz gerekir. Bu kıvam yakalanırsa ticaretimiz gerçekten bir anlam kazanacaktır.

Burada son olarak mal kazanma derdinin insana Allah’ı unutturabileceği gerçeğini ifade eden bir ayetin mealini zikrederek yazımızı tamamlamak ve sizleri bu ayet ile baş başa bırakarak birazcık üzerinde düşünmenizi sağlamak istiyoruz. Ne olur az biraz gözlerinizi yumun ve bu ayeti içinizden tekrar ederek anlamı üzerinde tefekkür edin. Bakın Rabbimiz ne buyuruyor:

“Ey iman edenler! Ne mallarınız ne çocuklarınız (sakın ha) sizi Allah'ı zikretmekten alıkoymasın. Kim böyle yaparsa, artık onlar zarara uğrayanların ta kendileridir.” ( 63/Münafikûn, 9)

***

Değerli tacir kardeşim, bu yazımızda da ticaret noktasında dikkat etmen gereken bazı hususlarda sana nasihatlerde bulunmaya çalıştık. Rabbim bu nasihatlerden önce bizleri, sonra da sen değerli tâcir kardeşimizi faydalandırsın. Kolay O’nun kolaylaştırdığı, zor O’nun zorlaştırdığıdır. Rabbim hepimizin işlerini ve amellerini kolay kıldığı gibi, onların zorluklarından bizleri muhafaza etsin. (Allahumme âmîn.)

Bir sonraki yazımızda buluşmak dileğiyle, fî emânillâh…

Okunma Sayısı:3639