“Hakkında ilim (kesin bir bilgi) sahibi olmadığın şeylerin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve kalp (evet) bunların hepsi ondan sual edilecek/hesaba çekilecektir.” (İsra, 36)

AHLÂKIN FAZİLET VE DEĞERİ

 

–AHLÂKIN FAZİLET VE DEĞERİ–

بسم الله الرحمن الرحيم

Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a, salât ve selam ahlâkıyla bizlere örneklik eden Rasûlullah’a, O’nun kutlu âl ve ashabına olsun.

Dili, dini, rengi, ırkı ne olursa olsun her insan, şu dünyada diğer tüm insanlardan daha iyi, daha hoş, daha mutlu bir konumda olmayı ister. Yine dili, dini, rengi, ırkı ne olursa olsun her insan, diğer bütün cinslerine karşı sevimli olmayı, onların gönlünde yer etmeyi, onlara karşı güzel bir makamda bulunmayı, onlar tarafından hoş bir sedayla anılmayı, beğenilmeyi, tasvip edilmeyi arzular.

Kimi insanlar bunun ancak mal ve mülk ile elde edilebileceğini düşünür.

Kimileri ise makam ve mansıpla ancak mümkün olacağını zanneder.

Kimileri de bunu liderlik ve başkanlıkta arar.

Ama işin aslı bunların hiçbirisi “gerçek değer”, insanların teveccühünü celbeden “hakiki kıymet” değildir.

Gerçek değer bunların çok ötesinde, bambaşka bir şeydedir.

Hiçbir insan bir başkasını parası, makamı veya riyasetinden dolayı “hakiki anlamda” değerli görmez. Eğer gördüğünü söylüyor veya iddia ediyorsa, bu ya onun menfaati olduğundan ya da vaziyet öyle icap ettiğindendir.

Lakin bizim öyle bir değerimiz vardır ki, o, her insanı diğer tüm insanların gönlünde hakiki anlamda değerli kılar.

Acaba nedir o?

O, tabii ki “güzel ahlâk”tır. Gerçek değer ve hakiki kıymet ancak onunla mümkündür.

Bir insan güzel ahlâklı olursa; sosyal statüsü, maddi durumu, eğitim seviyesi ne olursa olsun her kesim tarafından içten içe sevilip takdir edilir. Herkes tarafından övülür, beğenilir. Kimse onun konumundan dolayı kötü olduğunu söylemez. Bu nedenle, işin bağlandığı temel noktanın “güzel ahlâk” olduğunu bilerek hareket etmek ve bu bakış açısıyla hayatı yaşamak gerekir.

Dedik ya “gerçek değer, hakiki kıymet güzel ahlâktadır” diye; işte tüm Müslümanların bunun idrakine vararak şu cahiliye ortamında hayatlarını yaşamaları ve bununla insanlara güzel bir örneklik ortaya koymaları gerekmektedir. Çünkü hangi inançtan olursa olsun “doğru sözlü” birisi sevilir.

Hangi inançtan olursa olsun “emanete riayet eden” sayılır.

Hangi inançtan olursa olsun “merhametli olan” beğenilir.

Hangi inançtan olursa olsun “hakka, hukuka önem veren” takdir edilir.

Hangi inançtan olursa olsun “mazlumun yanında duran” övgüyle anılır.

Hangi inançtan olursa olsun “fakire sahip çıkan” methedilir.

Hangi inançtan olursa olsun “güler yüzlü olan” muhabbetle karşılanır.

Hangi inançtan olursa olsun “ana-babasına hürmet eden” tebrik edilir.

Hangi inançtan olursa olsun “insanları aldatmayan” el üstünde tutulur.

Demek ki, insanlar nezdinde “gerçek değer” akideden daha ziyade güzel ahlâkta ve erdemli vasıflara sahip olmaktadır.

Kimileri bizi akidemizden ve inancımızdan dolayı sevmeyebilir; ama ahlâkımız güzel, insanî ortak değerlerimiz canlı olursa, fikirlerimize katılmasalar dahi bizi sevip takdir ederler. Bu ince, ama davamız açısından çok kritik noktayı güzelce kavrayarak akide bakımından kendilerinden ayrıldığımız şu topluma inancımızı bu güzel ahlâk ilkeleri doğrultusunda ulaştırma çabasında olmalıyız. Bunu yaptığımızda her halükarda kazançlı çıktığımıza bizzat şahit olacak, insanların hayranlıkla bizleri izlediğini gözlerinle müşahede edeceksin.

GÜZEL AHLÂKIN DEĞERİ

Bir işin fazilet ve değerini bilmenin, gönüllerde ona karşı daha fazla teveccüh ve yönelme meydana getirdiğini hepimiz biliriz. Bu nedenle, güzel ahlâkla alakalı konuların detayına geçmeden önce onun faziletine dair birkaç hususu özellikle zikretmek istiyoruz. Ta ki bu sayede ona olan arzumuz artsın, onu elde etmek için gönlümüzün derinliklerinde bir iştiyak uyansın. Kim bilir, belki de bizi daha da güzel ahlâklı bir kul olmaya bu sevk edecektir?

CENNETE EN KESTİRME YOLDAN NASIL GİDERSİN?

Ahlâkın detaylarını anlatmaya geçmeden önce işe onun değerini ortaya koyacak bir soru ile başlayalım.

Şimdi farz edin ki birisi yanımıza gelse ve bize: “Sence, cennete en kestirme yoldan götüren şey nedir?” diye sorsa, bu soruya nasıl cevap verirdik?

Hiç şüpheniz olmasın ki içimizden kimileri bu soruya bir an bile tereddüt etmeden “Allah yolunda cihad etmek” diye karşılık verir.

Kimilerimiz “namaz kılmak” der.

Kimilerimiz “geceleri ihya etmek” diye cevaplar.

Kimilerimiz “ana-babaya iyilik etmek” derken, kimilerimiz de “Allah yolunda infak etmektir” yanıtını verir.

Bu cevapların hepsi kendi içinde doğru olabilir, hepsi de çok kıymetli ve mutlaka yapılması gereken amellerdir; ama hiçbirisi bizim aradığımız cevap değildir.

O halde bunun en net ve en doğru cevabı nedir?

Şimdi gelin, bu soruyu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e yöneltelim ve bakalım bu soruya O ne diyecek, nasıl cevap verecek?

Ebû Hureyre radıyallahu anh anlatır: Bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:

İnsanları en çok cennete götürecek şey nedir, diye soruldu.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

تَقْوى اللَّهِ وَحُسْنُ الخُلُق  / Allah’a karşı gösterilecek “takvâ” ve “güzel ahlâk”tır, buyurdu.

Sonra:

İnsanları cehenneme en çok götürecek şey nedir, diye soruldu.

Bu sefer:

الفَمُ وَالفَرْجُ  / Ağız ve cinsel organdır, dedi.[1]

Görüldüğü üzere, üstte bize sorulan soru Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e yöneltildiğinde, bu soruya hiç tereddüt etmeden “takva” ve “güzel ahlâk” şeklinde cevap vermektedir. Demek ki, O’nun nazarında insanı cennete en kestirme yoldan götürecek şeydir “takva” ve “güzel ahlâk”. Bu iki vasıf, cihadın da namazın da ebeveyne iyilik etmenin de en omurgalı kıstası, en temelli ölçüsüdür. Bunlar olmadan ortaya konacak tüm ameller eksik ve Allah katında kıymetsiz olacaktır. Çünkü örneğin; ahlâkı olmadan cihad eden biri, istese de istemese de psikopatlaşır, insanlara zulmeder, kardeşlerine eziyet verir, hakka hukuka riayet etmez. Yine örneğin; takvası olmadan namaz kılan, ya riyaya kapılır ya kendini beğenme hastalığına yakalanır ya da kibre İşte tüm bu sıkıntılara düşmemek için yine işin özüne, yani takvaya ve güzel ahlâka sarılmamız gerekmektedir. Tevhid’den sonra tüm ameller dönüp dolaşıp takvaya ve güzel ahlâka dayandığı için, bu nedenle bizim de işe en özden, en temelden, yani takva ve güzel ahlâktan başlamamız icap eder.

İşte, cennete en kolay yoldan gitmek isteyenlerin –ki bu, her mü'minin en öncelikli temennisidir– güzel ahlâka dört elle sarılmaları, ona sahip olmak için her türlü vesileye yapışmaları, bunun yollarını öğrenmeleri ve onu hayata geçirebilmek için bütün sıkıntılara katlanmaları gerekmektedir. Böyle olduğunda, Rasûlullah’ın şahitliğine istinat ederek söylüyoruz ki, cennet bir adım ötemizde bizi beklemektedir. Onu uzaklarda aramaya, sanki çok ötelerdeymiş gibi görmeye hiç de gerek yoktur. Güzel ahlâk basamağından atlayarak ona ulaşmak pekâlâ mümkündür.

KIYAMET GÜNÜ MİZANINDA EN AĞIR

BASACAK AMEL SENCE NEDİR?

Bir üst başlıkta güzel ahlâkın değer ve faziletini zihinlere nakşedebilmek için ilginç bir soru ile söze başlamıştık. Burada o sorumuza bir diğerini daha ekleyecek ve bu şekilde güzel ahlâkın önemine bir kere daha vurgu yapmış olacağız.

Sorumuz şu: Birisi yanımıza gelse ve bize: “Kıyamet günü mizanında en ağır basacak amel nedir?” diye sorsa, bu soruya nasıl cevap verirdik?

Üstte de dediğimiz gibi, içimizden kimileri bir lahza tereddüt etmeden bu soruya “Allah yolunda cihad etmek” diye karşılık verir. Kimilerimiz de onu “Allah’ı zikretmek”, “teheccüd namazı kılmak”, “yetimlerin bakımını üstlenmek” gibi farklı seçeneklerle cevaplandırır.

Şimdi bu soruyu gelin, bir de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e soralım. Bakalım ne diyecek?

“Ey Allah’ın Rasûlü! Anamız babamız sana feda olsun. Bize söyler misin, acaba Senin nazarında Kıyamet günü mü'minin mizanında en ağır basacak amel nedir?”

Efendimiz sorumuzu cevaplıyor ve buyuruyor ki:

ما من شَيءٍ أَثْقَلُ في ميزَانِ المُؤمِنِ يَومَ القِيامة من حُسْنِ الخُلُقِ

“Kıyamet gününde mü’min kulun terazisinde güzel ahlâktan daha ağır basan bir şey yoktur.”[2]

Evet, duydunuz!

Kıyamet günü mü'minin amellerinin tartılacağı o terazide güzel ahlâktan daha ağır basan bir amel ve bir vasıf olmayacaktır.[3]

Peki, bu bize neyi ifade ediyor?

Demek ki mü'min olarak bizlerin yapması gereken en önemli şey, ahlâklarımızı en iyiye doğru sürekli güzelleştirmek, hep daha iyi bir ahlaka sahip olabilmenin yollarını aramaktır. Bu sayede Kıyamet günü terazisi en ağır gelen ve neticesinde cennetin en üst makamlarını elde eden kullar biz olalım.

AZ ÇALIŞ, ÇOK KAZAN!

Güzel ahlâkın fazileti gerçekten de anlatılamayacak kadar büyüktür.

Birçok insan; cennet kazanmak ve oradaki nimetlere sahip olmak için cihad, ilim, infak ve gece kıyamı gibi birçok zorlu ameli yapmayı göze alır ve bu noktada onlarca sıkıntıya katlanıp elinden gelen tüm gayreti ortaya koyarak bu amelleri eda etmek için çabalar. Bu konuda bir an olsun arkasına dönüp bakmaz. Ama bu insanlar bilseler ki, önlerinde öyle bir vasıf/amel var ki, o vasfa sahip olan kula tüm bu amellerin ecri ve belki bir o kadar fazlası daha verilecek. O zaman ne yaparlar? O vasfa dört elle sarılıp, onu elde etmek için tüm gayretlerini ortaya koymazlar mı?

Elbette ki evet!

Peki, o vasıf nedir?

O vasıf, üstte de işaret ettiğimiz gibi yine “güzel ahlâk”tır.

Şunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamamız gerekir ki, en akıllı insan, az çalıştığı halde çok kazanmayı becerebilen insandır. Bu, dünyevî işler açısından böyle olduğu gibi, uhrevî işler açısından da böyledir.

“Ne yani İslam’a göre de az çalışıp çok kazanmak mümkün müdür?” diye bir soru geldi aklınıza herhalde?

El-cevap: Tabii ki de mümkündür.

İslam’da da bir insan az amel işleyerek çok çok amel işleyenlerin ecrini kazanabilir. Ve el-hak bu pekâlâ olabilir.

“Acaba nasıl olacak ki?” diye sorduğunuzu duyar gibiyiz.

Gelin, bunu da tıpkı diğer başlıklardaki sorularda olduğu gibi yine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e soralım ve cevabı yine O’nun mübarek ağzından alalım.

 Âişe annemiz der ki: Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim:

إِنَّ الُمؤْمِنَ لَيُدْركُ بِحُسنِ خُلُقِه درَجةَ الصائمِ القَائمِ

“Şüphesiz ki bir mü’min, güzel ahlâkı sayesinde, gündüz oruç tutup gece kıyamda bulunan kimselerin derecesine ulaşır.”[4]

Subhanallah!

Bu ne büyük bir mükâfat, ne kârlı bir amel!

Gündüzleri oruç tutarak, geceleri de kıyam ederek bin bir zahmet ve meşakkatle elde edeceğin zorlu dereceyi, güzel ahlâka sahip olarak elde edebiliyorsun. Bu ne kadar da kazançlı bir ticaret, öyle değil mi?

Bu şekilde kolay yolla derece yakalamayı kim istemez?

Acaba hanginiz kısa yoldan zengin olmayı arzulamaz?

Eğer âhiret diyarının zenginlerinden olmak istiyorsanız, işte size çok kestirme bir yol: Güzel ahlâk…

GEL, CENNETİN EN ÜST TARAFINDA BİR KÖŞKÜN OLSUN

Hiçbirimiz cennete girdikten sonra onun kapısının yanı başına yerleşmeyi, köşklerimizin oracıkta olmasını istemeyiz herhalde. Çünkü insanız; bu nedenle hep en üstleri arzular, en iyisine talip oluruz.

Kuşku yok ki, hepimizin en büyük arzusu cennetin en üst makamlarına sahip olmak, Firdevs’in görkemli köşklerine kurulmak ve orada zevk-ü sefa sürerek cennet nimetlerinden yararlanmaktır.

Buna itiraz edecek tek bir mü'min bile yoktur zannımızca.

İyi ama bunun yolu nedir?

Ne yaptığımızda ve hangi amelleri ortaya koyduğumuzda bu müthiş hayalimize ulaşabiliriz?

Önceki sorularda olduğu gibi bu soruyu da cevaplaması için sözü yine Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e bırakalım ve O’nun vereceği cevap ile kendimize bir yol haritası çizelim. Acaba gerçekten de Rasûlullah’ın nazarında insanı cennetin en üst makamlarına ulaştıracak amel nedir?

Namaz mı?

Oruç mu?

Zekât mı?

Yoksa hac mı?

Hangisi?

İşte şimdi Rasûlullah’ın cevabı geliyor!

Ebû Ümâme el-Bâhilî radıyallahu anh’ın bildirdiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَنا زَعِيمٌ ببَيتٍ في ربَضِ الجنَّةِ لِمَنْ تَرَكَ المِراءَ . وَإِنْ كَانَ مُحِقّاً ، وَببيتٍ في وَسَطِ الجنَّةِ لِمَنْ تَرَكَ الكَذِبَ ، وإِن كَانَ مازِحاً ، وَببيتٍ في أعلى الجَنَّةِ لِمَن حَسُنَ خُلُقُهُ

“Haklı bile olsa tartışmayı terk eden kimseye cennetin kenarında bir köşk verileceğine ben kefilim. Şakacıktan bile olsa yalan söylemeyen kimseye cennetin ortasında bir köşk verileceğine kefilim. Ahlâkı güzel olana da cennetin en yüksek yerinde bir köşk verileceğine kefilim.”[5]

Allahu ekber!

Bu ne büyük bir müjde!

Allah’ım, bizi bu müjdeye nail olan, nail olabilmek için de ahlâkını güzelleştiren kullarından eyle.

Dedik ya, kimse cennete girdikten sonra onun kapısının yanı başına yerleşmeyi ve köşklerinin giriş katında olmasını istemez. Tüm kullar hep en üstü, en değerli olanı arzular. Eğer sen, köşklerinin cennetin en zirve yerlerinde olmasını istiyorsan, işte Rasûlullah’tan sana verilen torpilli bir ipucu: “Güzel ahlâk”

Sen ahlâkını güzelleştir, bunun için çabala, gereken gayreti ortaya koy; o zaman sana cennetin en yüksek yerinde bir köşk verilecektir. Biz de buna kefiliz. Bu kefaletimiz de, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hiçbir zaman yalan söylemeyişinden ve sözüne bir sefer dahi olsa muhalefet etmeyişinden kaynaklanmaktadır. Çünkü O, sâdık ve mesdûk olandır.

O halde haydi güzel ahlâka sarılmaya, haydi güzel ahlâk sahibi bir mü'min olmaya!

KOMŞUN RASULULLAH OLSUN

Hangi mü'min âhirette Rasûlullah’ın komşusu olmayı istemez? Hangi iman ehli kişi cennette evinin O’nun evi ile dip dibe olmasını arzulamaz?

Elbette ki bütün mü'minler cennette Rasûlullah’a komşu olmayı ister ve arzularlar. Hem de can-ı gönülden, a’mak-ı kalpten...

Düşünsenize: Kapınızı her açtığınızda Rasûlullah’ı görebilme şerefine nail olacak, dünyada hasretiyle yandığınız bedenini doya doya gözlerinize izletecek, O’nun muhteşem görünümüyle nazarlarınızı doyuracak, her kapıdan çıkışınızda evine bakacak, dışarıda olduğu her anda O’na selam verip kucaklama imkânına sahip olacaksınız! Ve yine her vakit O’nunla beraber yeme-içme ve gezme fırsatı elde etmiş olacaksınız!

Subhânallah!

Bu ne büyük devlet, ne büyük nimet ya Rab!

Bırakın bunun gerçek olmasını, hayali dahi titretiyor insanı. Alıyor aklını başından. Hoplatıyor yüreğini.

Allah Rasûlüne komşu olup, her an onunla beraber olma şerefine sahip olmak

Kim istemez ki bu nimeti?

Dünyada O’nu göremedim, kokusunu alamadım, evine misafir olamadım; bari âhirette bundan mahrum olmayayım diye kim bilir kaç gece seccade başında gözyaşı dökmüştün. Sabahlara kadar nice içler çekmiş, ne dualar etmiştin.

İşte şimdi fırsat ayağına geldi!

Şu an elinde öyle bir imkân var ki, eğer değerlendirmesini bilir ve gerekenini yaparsan tüm bu saydıklarımıza sahip olacaksın!

“O da nedir?” mi diyorsun?

O zaman şu hadise kulak ver:

إِن مِنْ أَحَبِّكُم إِليَّ ، وَأَقْرَبِكُمْ مِنِّي مَجلساً يَومَ القِيَامَةِ ، أَحَاسِنَكُم أَخلاقاً

“Şüphesiz ki ahlakça en güzel olanlarınız, sizin bana en sevimlilerinizden ve Kıyamet günü oturduğu yeri bana en yakın olanlarınızdandır.” [6]

“Kıyamet günü oturduğu yeri bana en yakın olanlarınızdan” ifadesi, –Allahu a‘lem– “kendisine komşuluğum nasip olacak kimselerden” anlamındadır. Buna göre cennette Rasûlullah’a komşuluğa sebep olacak başka ameller de vardır. Ama konumuz itibariyle bu amel “güzel ahlâk”tır.

İşte bu vasfa sahip olarak bu büyük müjdeye, bu büyük nimete nail olabilirsin.

Hele bir de ahlâkını daha, daha, daha fazla güzelleştirme çabasına girer ve hayatın her karesini tıpkı Rasûlullah gibi yaşama mücadelesi verirsen, kim bilir o vakit komşuluk şerefi, belki yerini Ehl-i Beyt’ten olma şerefine bile bırakabilir.

Niye olmasın ki?

Dünyada Selman-ı Farisî’ye nasip ettiğini, cennette sana da nasip etmeye kadirdir Allah. Yeter ki sen bunun için gereken mücadeleyi ver. Başaramasan da, başaranlar kafilesinde yer alabilirsin. Zira senin Rabbin “eş-Şekûr” olandır. Yain gerekli ameli ortaya koymak için çaba gösterenlere fazlasıyla karşılık verendir.

Kardeşim! Eğer âhirette O’nunla komşu olma şerefine nail olamazsan, bu konuda kesinlikle pişmanlık duyacaksın. Çünkü Rabbimiz: “Sen onları ‘pişmanlık günü’ hakkında uyar.” (19/Meryem, 39) buyurarak Kıyamet gününün tüm insanlar tarafından “pişmanlık duyulacak gün” olduğunu haber vermiştir. Buna göre Kıyamet günü herkes yapıp ettiklerine veya yapması gerekirken yapmadıklarına pişman olacaktır. Çünkü o gün “pişmanlık günü”dür.

Kâfirlerin pişman olacağı kesindir ve onların neden pişmanlık duyacağını üç aşağı beş yukarı hepimiz biliriz. İyi ama mü'minler niye pişman olacak? Acaba onların pişmanlığı nelerde söz konusu olacak?

Şimdi gelin, bu soruya cevap arayalım.

Bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabına:

—Ölen herkes mutlaka pişman olacaktır, buyurmuştu. Bu dehşet verici cümleyi duyan sahabe pişmanlığın nedenini anlayabilmek için hemen:

—Acaba onun pişmanlığı da nedir, niyedir Ya Rasûlallah, diye sordu.

Bu soru üzerine Peygamberimiz hem onların merakını gidermek hem de bir hakikati ümmetinin zihnine nakşetmek üzere:

—İyi bir kimse ise hayırlarını artırmadığına, kötü bir kimse ise şerlerden vazgeçmediğine pişman olacaktır, buyurdu[7] ve bu suretle insanların pişmanlığının ne anlama geldiğini bizlere beyan etti.

Demek ki iyi de olsan kötü olsan Kıyamet günü mutlaka pişman olacaksın. Ama iyilerden isen, pişmanlığın kötülüklerine değil, daha iyi makamları elde edemediğine olacaktır.

Kıyamet günü geldiğinde bazı mü'minler Rasûlullah’ın yanına giderken, sen O’na uzak kalırsan bu seni mahzun etmez mi? Evin O’nun mübarek evine uzak olursa, bu seni üzmez mi?

Elbette üzer, değil mi?

Eğer üzülmek istemiyor, pişmanlık duymayı aklından bile geçirmiyorsan, gel, şimdiden âhiret komşuluğunun şartı olan bu güzel vasfa, yani güzel ahlâka dört elle sarıl. Aksi halde komşuluk hakkını kaybettiğin için muhakkak nedamet duyacak, nasıl böyle bir gaflete düşerek mahrum olduğun için belki de ellerini ısıracaksın.

“Güzel ahlâklı olmak, cennet komşuluğunun en temel şartlarındandır” dedik. Ortada bir de bu komşuluğa mani olan vasıflar var. Eğer komşuluktan men edilmek istemiyorsan, o vasıflardan uzak durmalısın.

“Acaba onlar nelerdir?” diye sorarsan, hadisin devamında Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onları da bildiriyor. Buyuruyor ki:

وإِنَّ أَبَغَضَكُم إِليَّ وَأَبْعَدكُم مِنِّي يومَ الْقِيامةِ ، الثَّرْثَارُونَ والمُتَشَدِّقُونَ وَالمُتَفَيْهِقُونَ

“En çok nefret ettiklerim ve kıyamet gününde bana en uzak olacak kimseler de; gerekenin dışında konuşmak için kendilerini zorlayanlar, kendisinin başkalarından daha iyi olduğunu göstermek için konuşanlar, bir de ‘mütefeyhik’ olanlardır.”

Ashab-ı Kiram:

Mütefeyhikler de kimdir ey Allah’ın Rasûlü, diye sordu.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

Böbürlenen, kibirlenenlerdir, buyurdu.[8]

İşte bu vasıflar, Rasûlullah’la cennet komşuluğuna mani olan vasıflardır. Bu nedenle onlardan ısrarla sakın ve asla su-i ahlâk eyleyerek bu komşuluk hakkını zayi etme!

 Ne mutlu O’nunla komşu olmaya hak kazanan bahtiyarlara!

   

Buraya kadar zikrettiğimiz hadisler, ahlâkın değer ve faziletini anlatma bakımından tıpkı denizde damla misalidir. Bu konuya dair hadis kaynaklarımızda daha onlarca hadis bulmak mümkündür. Biz burada onlardan bazılarını zikrederek konumuzu sonlandırmak istiyoruz.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

Şüphesiz sizin ahlâk itibariyle en güzel olanlarınız, en hayırlılarınızdandır.[9]

Şüphesiz ahlâkı en güzel olanlarınız, aranızda en çok sevdiklerimdendir.[10]

Mü'minlerin iman bakımından en mükemmel olanları, ahlâkları en güzel olanlardır. Sizin ahlâkça en hayırlı olanlarınız, hanımlarına karşı en iyi olanlarınızdır.[11]

Şüphesiz her dinin önemsediği (daha çok önem verdiği) bir ahlak (ilkesi) vardır. Muhakkak ki İslam’ın ahlâkı “hayâ”dır.[12]

Nerede olursan ol, Allah’tan kork; kötülüğün hemen ardına bir iyilik yap ki onu yok etsin ve insanlara güzel ahlâk ile muamele et.[13]

Kulları arasında Allah’ın en çok sevdikleri, ahlâkları en güzel olanlardır.[14]

Mü'minler arasında imanları en mükemmel olanları başkaları ile (kolay) kaynaşan, başkalarının da kendileri ile kolaylıkla kaynaştığı, kendileri ile arkadaş olanlara yumuşak davranan, ahlâkları en güzel olanlardır. Esasen başkalarıyla kaynaş(a)mayıp, başkalarının da kendileri ile kaynaşamadığı kimselerde hayır yoktur.[15]

Mü'min kötülük düşünmediği için kolaylıkla kandırılıp aldatılabilir. Mü'min, ahlâkı üstün bir kimsedir. Facir ise aldatan ve düşük ahlâklı birisidir.[16]

Size en hayırlılarınızın kimler olduğunu haber vereyim mi? Ashab: “Tabiî ki ya Rasûlallah” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Sizin en hayırlılarınız ömürleri en uzun olduğu halde ahlâkları en güzel olanlarınızdır”[17] buyurdu.

Eğer sende şu dört haslet bulunuyorsa, dünyadan kaybettiklerin için üzülme: Doğru sözlü olmak, emaneti korumak, güzel ahlâk sahibi olmak ve iffetli olmak.[18]

   

Buraya kadar zikrettiğimiz delillerle ahlâkın önem ve faziletine bir nebze de olsa değinmeye çalıştık. Rabbimizden temennimiz; zikrettiğimiz bu faziletle önce bizleri sonra da siz değerli mü'min kardeşlerimizi âmil kılmasıdır. Allah hepimizin ahlâkını Rasûlullah’ın ahlakına benzetsin ve O’nun değerli davranışlarıyla bezenmeyi bizlere kolay kılsın. (Allahumme âmin)

Ve’l-hamdu lillahi Rabbi’l-âlemîn

 

Faruk Furkan

 



[1] Tirmizî ve İbn Mâce rivayet etmiştir.

[2] Tirmizî rivayet etmiştir.

[3] Dinin diğer nasslarından anlıyoruz ki zikrettiğimiz bu şey, elbette Tevhid’den sonraki ameller ve vasıflar için geçerlidir. Zira tüm iman ehlinin yanında müsellem bir gerçektir ki, mizanda en ağır gelecek şey tartışmasız “tevhid”dir. Bunda en ufak bir şüphe yoktur. Böyle deyince kimilerinin aklın: “O zaman zikredilen hadiste bu söylediğinizle çelişen bir şey söz konusu değil mi?” diye bir soru gelebilir. Buna kısaca şöyle cevap veririz: Hadiste, zikrettiğimiz gerçeğe ters düşen herhangi bir çelişki söz konusu değildir; zira Efendimiz zaten sözüne “mü’min kulun terazisinde” buyurarak önce “imanın zikri” ile başlamıştır. Bu da bize göstermektedir ki bu ağırlık, imandan sonraki ameller ve vasıflar için söz konudur. Bu cevapla problem ortadan kalkmaktadır. Allahu a’lem bi’s-savâb.

[4] Ebû Dâvûd ve Tirmizî rivayet etmiştir.

[5] Ebû Dâvûd, Tirmizî ve İbn Mâce rivayet etmiştir.

[6] Tirmizî rivayet etmiştir.

[7] Tirmizî rivayet etmiştir.

[8] Tirmizî rivayet etmiştir.

[9] Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.

[10] Buhari rivayet etmiştir.

[11] Tirmizî rivayet etmiştir.

[12] İbn Mâce rivayet etmiştir.

[13] Tirmizî rivayet etmiştir.

[14] Hâkim rivayet etmiştir. Hadis “hasen”dir.

[15] Taberânî rivayet etmiştir. Hadis “hasen”dir.

[16] İmam Ahmed rivayet etmiştir. 

[17] İmam Ahmed rivayet etmiştir.

[18] İmam Ahmed rivayet etmiştir.

Okunma Sayısı:5008