Ben, cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım. (Zariyat-56)
بسم الله الرحمن الرحيم
Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…
“Kendilerine okunan kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Şüphesiz bunda iman eden bir kavim için bir rahmet ve bir öğüt vardır.” (Ankebût, 51)
Birçok ayette de ifade edildiği gibi, insanoğlu gerçektende çok nankördür. Haddini, kapasitesini, ne olduğunu bilmez; kalkar Allah ile sınır mücadelesine girişir, O’nun kanunlarına alternatif kanunlar icat etmeye çalışır.
Yaratıcısının kendisi için seçmiş olduğu yol ona yetmiyor mu acaba?
Yoksa O’ndan daha iyi bildiğini mi iddia ediyor?
Oysa tartışmasız kabul edilen bir gerçektir ki, bir şeyi ilk olarak ortaya koyan, yani icat eden onu ve sahip olduğu fonksiyonları en iyi bilendir. İnsanı da Allah yarattığı için, onu en iyi bilen O’dur. Bu nedenle onun nelere ihtiyaç duyacağını ve hangi şeylerin onun için en hayırlı olduğunu tespit etmiştir.
أَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ
“Yaratan bilmez mi? O, en gizli şeyleri bilir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.” (Mülk Suresi, 14)
Dünya üzerinde icat edilen her bir aletin veya makinenin yanında mutlaka “Kullanma Kılavuzu” olur. Bu kılavuzun verilmesinin en önemli nedeni, o alet veya makinenin en iyi performansla çalışmasını ve hata vermemesini temin etmektir.
Elimizin altındaki şu alet ve edevatlar için durum bu ise, peki ya insanoğlu gibi mükemmel bir varlık için durum nedir?
Onun kullanma kılavuzu olmaz mı hiç?
Böylesi mükemmel ve kusursuz özelliklere sahip bir varlığın kullanma kılavuzunun olmaması mümkün değildir; hatta abestir. Çünkü insan diğer alet ve makinelerle kıyas edilmeyecek kadar kusursuzdur, mükemmeldir. Dolayısıyla ona bir kılavuz şarttır. İşte bu varlığın kullanma kılavuzu, kendisini yoktan var eden ve her şeyi en ince ayrıntısına kadar bilen Rabbisinin kitabıdır, yani Kur’ân-ı Kerim’dir.
Üzülerek belirtmeliyim ki, insanlık bu kılavuzu bırakıp yerine kendi mahsulü olan kılavuzlarla hayatını sürdürmeye, şekillendirmeye kalkışmış ve dün “iyi” dediğine bu gün “kötü”; dün “kötü” dediğine ise bugün “iyi” diyebilen bir zihniyetle kanun ve yasalar belirlemeye koyulmuştur. Hâlbuki Allah insanoğlunun böylesi bir işe kalkışmasına müsaade etmediği gibi, yasaklamıştır aynı zamanda. Zira yaratan ve insanı en iyi bilen “kılavuz” belirlemelidir. Bir insan bu işe kalkışırsa, Allah onu kendisi için bir ortak kabul etmiş ve ebedî cehennemle kendisini tehdit etmiştir.
“İnsanlar hâlâ Allah ve Resûlü ile sınır mücadelesine girişen kimseye içinde ebedî kalacağı cehennem olduğunu bilmediler mi? İşte bu, büyük bir rezilliktir.” (Tevbe, 63)
Allah ve Rasulü ile sınırlaşmak, Onların koymuş olduğu kanunlara alternatif kanunlar belirleyerek adeta hudud yarışına girişmek ve Allah’a ve Resulüne kafa tutarcasına harekette bulunmak kesin küfür olan bir ameldir ve sahibini ebedî cehennemlik yapar. Ayette ifade edilen “içinde ebedî kalacağı cehennem” ancak kâfir olan ve küfür üzere ölen kimseler içindir.
Burada Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’den nakledilen ve günümüzle karşılaştırdığımız zaman tüylerimizi diken diken eden bir hadiseyi sizinle paylaşmak istiyorum.
Bir seferinde kendisine içerisinde bazı yazıların bulunduğu bir kürek kemiği getirildi. Bunu gören Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
كَفَى بِقَوْمٍ ضَلاَلاً أَنْ يَرْغَبُوا عَمَّا جَاءَ بِهِ نَبِيُّهُمْ إِلَى مَا جَاءَ بِهِ نَبِىٌّ غَيْرُ نَبِيِّهِمْ أَوْ كِتَابٌ غَيْرُ كِتَابِهِمْ
“Bir topluluğa peygamberlerinin getirdiklerini terk edip kendi peygamberlerinden başka bir peygamberin veya kendi kitaplarından başka bir kitabın getirdiği şeylere yönelmeleri dalalet olarak yeter.”[1]
Bu olayın ardından Ankebût suresindeki şu ayet nazil olmuştur:
أَوَلَمْ يَكْفِهِمْ أَنَّا أَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ يُتْلَى عَلَيْهِمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَرَحْمَةً وَذِكْرَى لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
“Kendilerine okunan kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Şüphesiz bunda iman eden bir kavim için bir rahmet ve bir öğüt vardır.” (Ankebût, 51)
Benzeri bir olay Hz. Ömer ile de yaşanmıştır. Ömer radıyallahu anh elinde bir Tevrat sayfasıyla Efendimizin yanına geldiğinde Rasûlullah bunu görmüş ve son derece hiddetlenerek Hz. Ömer’i azarlamıştır.[2]
Üstte verdiğimiz rivayet gerçektende tüylerimizi ürpertiyor, diken diken ediyor. Kur’an’ı bırakıp bizden önce gönderilmiş Tevrat, Zebur, İncil gibi kitaplara yönelmek bile Peygamber nazarında dalalet ve sapıklık ise, acaba semavî olmayan ve çoğu batıdaki kâfirlerin ihdas etmiş olduğu kanunlardan müteşekkil olan kitaplara yönelmenin, onlarla hükmetmenin, onları hayat nizamı kabul etmenin hükmü nedir? Bu, Peygamber nazarında evleviyetle sapkınlık ve dalalet olmaz mı?
Bu gün yöneticilere baktığımızda çok rahat bir şekilde Allah’ın hükümlerini bir tarafa atarak kendi heva ve heveslerine göre kanunlar yaptıklarını görmekteyiz.
Hükmetme makamında olanlarında kendisi gibi yemek yiyen, tuvalete gitmeye ihtiyaç duyan, yani ilah olamayan insanların çıkardığı kanunlarla hükmettiklerini müşahede etmekteyiz.
İnsanlara göz attığımızda da durum çok farklı değil. Onların da karşılaştıkları meselelerde veya ihtilaf ettikleri konularda “Allah ve Rasulü ne demiş?” diyecekleri yerde “Kanun ne diyor?” diyerek Kur’an ve Sünneti göz ardı ettiklerini ve insanların kanunlarını Allah ve Rasulünün kanunlarına takdim ettiklerini görmekteyiz.
Tüm bunları Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem görseydi acaba ne derdi?
Üstteki hadisleri dikkatlice okuyan insanların Rasûlullah’ın onlara ne diyeceğini anlaması hiç de zor değildir.
İslam ümmetinin bu gün karşı karşıya kalmış olduğu durum, Moğol istilası dönemini istisna edersek, tarihin hiçbir döneminde yaşanmış değildir. Yani hiçbir dönemde Allah’ın kitabı bütünüyle yönetimden uzaklaştırılmamıştır. Her ne kadar ferdî bazı meselelerde Kitabullah ile hükmedilmese de, bütünüyle kaldırılması asla söz konusu olmamıştır. Bu gerçekten de insanı son derece üzen bir durumdur.
Rabbim hepimize şuur versin ve bizleri kendi kitabına gereği gibi yönelen ve hakkıyla onunla amel eden kullarından eylesin. (Âmîn)
Faruk Furkan