“İman eden erkekler ve kadınlar, birbirlerinin velisidirler. Onlar iyiliği emreder, kötülükten menederler.” (Tevbe, 71)

BİR TERCÜME ELEŞTİRİSİ - “İBN MES‘UD radıyallahu anh’IN BİR SÖZÜNÜN YANLIŞ TERCÜMESİ ÜZERİNE”


بسم الله الرحمن الرحيم

Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…

 

 

Geçen gün İbn Kayyım rahimehullah’ın “el-Fevâid” adlı eserini okuyorduk. Bir kardeşimiz Arapça metnini okuyor, diğer bir kardeş de “Polen Yayınları” tarafından “Abdullah Tunçer” adlı mütercime tercüme ettirilen Türkçe çevirisinden takip ediyordu. Abdullah İbn Mes‘ud radıyallahu anh’ın hikmetli sözlerine gelmiştik ki, buradaki tercüme hataları bizleri şaşırttı. Hem de öyle şaşırttı ki “Nasıl olurda İbn Kayyım gibi bir âlimin eserini bu şekilde dikkatsizce tercüme edebilirler?!” demekten kendimizi alıkoyamadık. Biz burada, o bölümde yer alan tercüme hatalarını tek tek zikredecek değiliz elbette; ama bir maddeyi zikredeceğiz ki, okuduğunuzda eminiz “Bu kadar da olmaz ya hû!” demekten siz de kendinizi alıkoyamayacaksınız. Öncelikle Arapça orijinal metni nakledeceğiz; sonrasında “Polen Yayınları”nın tercümesini aktaracak, en sonunda da metnin doğru tercümesini vererek inşâallah birkaç hususa dikkat çekmeye çalışacağız.

Konunun detayına girmeden önce bu yazının yayınevine ve mütercime ulaşmasını ve onların da bir an önce bu hatadan dönmelerini Allah Teâlâ’dan temenni ediyoruz. İnşâallah yazımız kendilerin ulaşır da bir an evvel bu büyük ve saptırıcı hatadan dönerler ve kitabın yeni baskılarında düzgün tercüme yapmak veya bir dipnotla belirtmek suretiyle hatalarını telafi ederler. Rabbim bizleri de onları da her konuda doğruya iletsin ve özellikle insanların genelini ilgilendiren konularda hataya düşmekten korusun. (Allahumme âmîn)

   

İbn Kayyım rahimehullah’ın naklettiğine göre Abdullah İbn Mes‘ud radıyallahu anh şöyle demiştir:

لا يكن أحدكم إمعة! قالوا وما الإمعة ؟ قال : يقول أنا مع الناس إن اهتدوا اهتديت وإن ضلوا ضللت ، ألا ليوطن أحدكم نفسه على أنه إن كفر الناس لا يكفر .

Polen Yayınları’nın Tercümesi:

Bu metin, Polen Yayınları’ndan çıkan tercümede şöyle verilmiştir:

  Sizler sakın immâ olmayınız.

  İmmâ nedir? dediler. Bunun üzerine şöyle dedi:

  Yüce Allah buyurdu ki: Hidayet üzere olurlarsa şayet, onlara hidayet verip, onlarla beraber olurum. Dalalet üzere olurlarsa, onları dalalete sokmam, demektir. Dikkat edin! İnsanlar birisini tekfir etseler de sen sakın kâfir deme!

Metnin Doğru Çevirisi:

Abdullah İbn Mes‘ud radıyallahu anh şöyle demiştir:

  Sizden birisi (sakın ha) “immaa” olmasın!

Oradakiler:

  “İmmaa” da ne demektir, dediler.

İbn Mes‘ud radıyallahu anh şöyle dedi:

  İmmaa, “Ben insanlarla beraberim. Eğer onlar hidayet üzere olurlarsa, ben de hidayet üzere olurum; şayet onlar dalalete düşerlerse ben de dalalete düşerim” diyen kimsedir.

(İbn Mes‘ud radıyallahu anh bu sözünden sonra insanları ikaz etmek için şöyle dedi:)

“Dikkat edin! Sizden birisi, bütün insanlar kâfir olsa bile kendisinin kâfir olmaması (gerektiğine) kendisini hazırlasın.”

Değerlendirme:

1-    Polen Yayınları’nın bu tercümesinde birçok ilmî hata olmakla birlikte, en can alıcı nokta İbn Mes‘ud radıyallahu anh’ın nasihatinin sonunda yer alan ve mutlak olarak tekfirden sakındıran cümledir. Bu tercümeye göre İbn Mes‘ud radıyallahu anh, güya “Dikkat edin! İnsanlar birisini tekfir etseler de sen sakın kâfir deme!” diyerek insanları hiçbir kimseye kâfir dememeye yönlendirmektedir! Oysa bu ibarenin tekfirle veya birilerine kâfir deyip-dememeyle en ufak bir alakası yoktur. Metinde böyle bir lafız geçmediği gibi, konunun içeriğinin de bununla bir ilintisi yoktur. İbn Mes‘ud radıyallahu anh’ın sözü yanlış anlaşılmış ve tercüme hatalı yapılmıştır; çünkü İbn Mes‘ud gibi fakih bir sahabînin mutlak sûrette tekfirden sakındırması asla düşünülemez, zira her türlü kayıttan uzak bir şekilde insanları tekfirden sakındırmak Kur’an ve Sünnete aykırı olduğu gibi Ehl-i Sünnet’in tekfir meselesindeki menhecine de muhaliftir. Ehl-i Sünnet hiçbir zaman mutlak sûrette insanları tekfirden sakındırmaz. Allah ve Rasulü ismen birilerine “kâfir” dediği halde Ehl-i Sünnet nasıl olur da insanları birilerine kâfir demekten alıkoyar? Bu elbette ki mümkün değildir. Ayrıca Ehl-i Sünnetin usulünde bir insan küfrü gerektiren sarih bir söz söylediği veya sarih bir amel işlediği zaman –ortada şer‘î bir mazeret de söz konusu değilse– niyetine bakmaksızın kâfir olduğuna hükmeder. Bu onların yanında mukarrar bir meseledir. Ama İbn Mes‘ud radıyallahu anh’ın sözünden –ki o böyle bir şey dememiştir, bizim sözlerimiz hep yanlış tercüme edilen sözü üzerinedir– bunun tam aksi anlaşılmakta ve ne olursa olsun asla bir insana kâfir denmemesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır. Şimdi bir insan, Allah’a veya mukaddesata sövdüğünden dolayı tüm âlimler tarafından “kâfir” ilan edilse, biz İbn Mes‘ud radıyallahu anh’ın “Dikkat edin! İnsanlar birisini tekfir etseler de sen sakın kâfir deme!” sözünden dolayı yine de ona kâfir demeyecek miyiz?

Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir?

Ve yine böyle bir şey nasıl olur da bir sahabîye nispet edilebilir?

Bunu ve bir mütercimin böyle bir şeyi, üzerinde kafa yormadan çevirmesini anlamak gerçekten de mümkün değil. Biz böylesi bir şeyi söylemekten İbn Mes‘ud radıyallahu anh’ı tenzih ederiz.  İbn Mes‘ud radıyallahu anh’a nispet edilen bu söz kesinlikle yanlış bir tercümenin eseridir ve o, asla böyle bir şey söylememiştir.

Peki, O Halde Tercüme Niçin Böyle Yapılmış Olabilir?

Tercümenin bu şekilde verilmesinin zannımızca iki ihtimali söz konusudur:

a)    Ya Mürcie zihniyetinden etkilenerek Müslümanları mutlak sûrette tekfirden sakındırma çabası,

b)    Ya da hakikaten ibare anlaşılmadığı için gelişi güzel çeviri.

Biz hüsnü zannımızı koruyarak bu ibarenin, Arapça metni yanlış okunup-anlaşıldığı için hatalı çevrildiğine kanaat ediyoruz. Bu yanlış okuma-anlama da kendi içerisinde bir anlam kargaşasına neden olmuş ve mütercimi yanıltmıştır. İnşâallah tercümenin hatalı yapılmasının başka bir nedeni yoktur; aksi halde insanın mütercime ve yayınevine olan tüm güveni zedelenir.

İbn Mes‘ud radıyallahu anh’ın söylediği sözün Arapça orijinalini şu şekilde harekeleyerek tercümenin düzeltilmesine ve daha iyi anlaşılmasına yardımcı olabiliriz.

أَلاَ لِيُوَطِّنْ أَحَدُكُمْ نَفْسَهُ عَلَى أَنَّهُ إِنْ كَفَرَ النَّاسُ لاَ يَكْفُرْ

Bu son cümle “اَلاَّ يَكْفُرَ” şeklinde de nakledilmiştir.

* Metinde yer alan “لِيُوَطِّنْ” fiil, “نَفْسَهُ” kelimesi ile birlikte kullanıldığında “nefsi alıştırmak”, “psikolojik olarak bir şeye hazır olmak”, “kendi kendine karar vermek” gibi anlamlara gelir.

* “إِنْ كَفَرَ” ibaresi ise, kendisine şart edatı dâhil olmuş mâzi-sülasî bir fiildir. Her halde mütercim bu fiili “tef‘îl” babından “كَفَّرَ” şeklinde anlamış ve ona“kâfir demek” anlamı yüklemiştir. Oysa bu fiil kesinlikle “tef‘îl” babından değil, birinci bâbdan gelen sülasî bir fiildir.

Dolayısıyla bu tercüme hem lafzen hem de manen hatalıdır ve insanlara aktarılması bir takım yanlış anlaşılmaları da beraberinde getirir. Zaten günümüzde, Allah ve Rasulünün küfür dediği şeyleri küfür kabul ettiğimizden dolayı bizleri haricî diye nitelendirenler, hep böylesi yanlış metinlerden etkilenerek veya âlimlerin sözlerini yanlış anlayarak ithamlarda bulunmaktadırlar. Ne diyelim Allah herkese hakkı “hak” olarak göstersin ve bizleri razı olduğu doğrular üzerinde cem etsin.

Şu söyleyeceklerimiz de rivayetin diğer maddeleriyle alakalıdır:

2-    Polen Yayınları’nın tercümesinde, sorulan soru üzerine İbn Mes‘ud radıyallahu anh’ın “Yüce Allah buyurdu ki” diyerek cevap verdiği ifade edilmektedir; oysa bu metinde Allah celle celaluhu ile alakalı en ufak bir işaret bulunmamaktadır. Metinde geçen “قال/dedi ki” lafzının fâili Allah celle celaluhu değil, Abdullah İbn Mes‘ud radıyallahu anh’ın bizzat kendisidir.

3-    Metinde yer alan “إِنْ اهْتَدَوْا اِهْتَدَيْتُ” ibaresi, Polen Yayınları’nın tercümesinde “Hida­yet üzere olurlarsa şayet, onlara hidayet verip, onlarla beraber olu­rum” şeklinde ifade edilmiştir. Oysa bu tercümenin metinle uzaktan-yakından ala­kası yoktur; zira “إِنْ اهْتَدَوْا اِهْتَدَيْتُ” ibaresinde işin fâili yine Allah celle celaluhu de­ğil, “immaa” denilen adam tiplemesidir. Ayrıca eğer Polen Yayınları’nın bu ter­cümesi doğru olsaydı, o zaman “إِنْ اهْتَدَوْا اِهْتَدَيْتُ” denilmez; aksine “إِنْ اهْتَدَوْاهَدَيْتُ” denilirdi. Çünkü “اهْتَدَوْا” fiili iftiâl babından olup “hidayet bulma” anlamındadır. “هَدَيْتُ” fiili ise “hidayet verme” anlamında sülâsî bir fiildir.

4-    Metindeki “وَإِنْ ضَلُّوا ضَلَلْتُ” şeklinde yer alan ibare “Dalalet üzere olurlarsa, onları dalalete sokmam” denilerek yine yanlış tercüme edilmiş ve fiil Allah’a nispet edilmiştir. Oysa burada da işi yapan, yani fâil Allah değil, tıpkı üstte olduğu gibi kendisine “immaa” denilen adam tiplemesidir. Ayrıca böylesi bir tercümede anlam bozukluğu da vardır. Şöyle ki: İbarede “immaa olmayın” denilerek taklitçi bir insan modeli olmaktan sakındırılmaktadır, ama ibarenin devamında immaa olanların –dalalete düşmeleri durumunda– Allah’ın onları dalalete sokmayacağı söylenmektedir. Buna göre bir insan immaa olması halinde Allah tarafından dalaletten kurtarılacaktır! Şu durumda –bu tercümeye göre– immaa olmak iyi bir şeydir! El-iyâzu billâh! Bu oldukça anlamsız ve hatalı bir çeviridir.

SONUÇ:

Burada yaptığımız değerlendirmeler, bir çırpıda aklımıza gelen ve faydalı olacağını düşündüğümüz için yayınlamakta hayır gördüğümüz mülahazalardan ibarettir. İnşâallah hem okuyanlara hem de yayınevine faydalı olur. Okuyanlara faydalı olur; çünkü küfre girdiği sabit olan insanların kâfir olduğuna inanmak imanın bir gereği olduğu gibi, insanlarla muamelede de son derece önemlidir. Yayınevine faydalı olur; zira hatalar ancak uyarılarla fark edilir. Hataları bildikten sonra hâlâ yaymaya devam etmek ve hata üzerinde her hangi bir değişikliğe gitmemek bir vebaldir. Bu yazıdaki uyarılarla en azından bu hata görülmüş olur.

Yayınevine tavsiyemiz; özellikle tüm ümmet tarafından hüsn-i kabûl görmüş âlimlerin kitaplarını tercüme ettirirken alanında uzman olmuş kişileri seçmesidir. Bu her ne kadar biraz daha masraflı olsa da Allah katında sonuç bakımından daha hayırlı olduğu gibi hatadan en asgari yolla kurtulmaya da bir vesile olacaktır.

Rabbim hepimizi hataya düşmekten korusun. Şayet hataya düşmüşsek, bir an önce ondan dönmeyi bize kolaylaştırsın. (Allahumme âmîn)

 Faruk Furkan 

Okunma Sayısı:1661