Ben, cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım. (Zariyat-56)
MÜSLÜMAN KALABİLMEK İÇİN
NELERE DİKKAT ETMELİYİZ?
BİRİNCİ İPUCU
“ALLAH’TAN SÜREKLİ HİDAYET İSTEMEK”
بسم الله الرحمن الرحيم
Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…
--GİRİŞ--
Ahir zamanı yaşadığımız hepimizin malumu. Fitnelerin ayyuka çıkması, ihtilafların artması, insanların din hususunda ayrılığa düşmesi, şirkin ve küfrün yeryüzünün tamamını hegemonyası altına alması hep bu günün alametlerindendir ve bu alametler bu günkü kadar tarihin hiçbir zaman diliminde bu şekilde net ve belirgin olmamıştır.
Bilindiği üzere ahir zaman, fitnelerin herkesi kuşatacağı ve insanların yaşamaktan bezerek tabir yerindeyse ‘illallah’ diyeceği bir zamandır. O günde dine sıkı sıkıya sarılmak kor ateşi ele almak kadar insana elem ve ıstırap verecektir. Allah’ın merhamet etmesi müstesna, o günlerde ölüp toprak olmak hayatta kalarak fitnelerle boğuşmaktan çok daha sevimli olacaktır. Yerin altı, insanoğluna yerin üstünden daha hayırlı ve daha emniyetli olacaktır.
“Canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, bir adam bir kabrin yanından geçerken kendini o kabrin üzerine atıp ‘Âh! Keşke şu kabirde yatanın yerinde ben olsaydım’ diye kendini yerden yere vurmadıkça dünya son bulmayacaktır. O kimse dindarlığı sebebiyle değil, başına gelen belâlar yüzünden böyle davranacaktır.”[1]
Bu dönemde bir insanın karşılaşacağı en büyük bela, elbette ki diniyle alakalı konularda olacaktır. Çünkü bir insanın dünyada sahip olabileceği en büyük değer “din”dir. Bu değeri yok etmek için şeytanın elinden geleni ardına koymayacağı ve tüm vesilelerle onu çalmak için amansız bir mücadeleye girişeceği sanırım azıcık Kur’ân okuyan herkesin bileceği bir husustur.
Evet, şeytan özellikle de bu dönemde tüm gücünü ortaya koyarak imanlarımızı çalma mücadelesine girişecektir.
Hadislerden öğrendiğimize göre bu dönem öylesine kasvetli, öylesine kara ve öylesine fitneli günlerden oluşacaktır ki, o dönemde kul sabahleyin evinden müslüman olarak çıktığı halde akşamleyin evine kâfir olarak gelecektir. Ve yine o günlerde kul, akşam evine mümin geldiği halde sabaha kadar kolayca küfre girerek kâfir olabilecektir. Yani bu dönem, insanların çok kolay küfre gireceği, çok kolay akide değiştireceği ve basit nedenlerle şirki ve küfrü imana tercih edeceği bir dönem olacaktır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu dönem hakkında şöyle buyurur:
“Salih ameller işlemekte acele ediniz. Zira yakın bir gelecekte karanlık geceler gibi birtakım fitneler ortalığı kaplayacaktır. O zamanda insan, mü’min olarak sabahlar, kâfir olarak geceler; mü’min olarak geceler, kâfir olarak sabahlar. (Çünkü) dinini küçük bir dünyalığa satar.”[2]
İslam tarihinde günümüzde olduğu kadar böylesine kolayca şirke ve küfre girilen başka bir dönem olmuşmudur, bilmiyoruz doğrusu. Bu gün maalesef insanlar üç kuruşluk dünyalık değerler için inançlarından taviz verir ve çok basit makam ve mansıplar için dinlerinin kırmızıçizgilerini çiğner hale gelmişlerdir.
Subhanallah!
Bu ne garip ve ne acı bir durumdur!
Bu gün dünya üzerinde yaşayan kâfir milletler bile sırf inançlarını yaşatma, dinî geleneklerini koruma altına alma ve sahip oldukları değerleri muhafaza etme adına bir an olsun tereddüt etmeden diğer milletlerle savaşmayı dahi göze alabilmekte ve hatta gerektiğinde fiilen savaşmaktadırlar. Ama kendilerini İslam’a nispet eden sözüm ona müslümanlar belirli makamlara gelme, rahat bir hayat sürdürme veya bazı menfaatleri elde etme adına icap ettiğinde dinlerinin olmazsa olmazlarında bile tavizler vererek kâfirlere kolayca itaat etmekte, çok basit nedenlerle küfrü imana tercih edebilmektedirler.
Bu, üzülerek söylemek gerekirse günümüzün en acı hakikatlerinden bir tanesidir.
Bu gün müslüman olduğunu söyleyen nice insan var ki, sırf daha rahat ve müreffeh bir hayat yaşayabilmek için Allah’ın en önemli vasfı olan hâkimiyeti Allah’tan başka mercilere kolaylıkla verebilmektedir. Böylesi bir suçu nasıl işledikleri kendisine sorulduğunda, verdiği cevap hazırdır: Müslümanların önü açılsın, daha rahat ve daha güzel bir hayat yaşasınlar!
Subhanallah!
Müslümanlar daha rahat ve sıkıntılardan daha uzak bir hayat yaşasın diye Allah’ın şirk kabul ettiği bir şey nasıl olurda kolaylıkla, utanmadan ve sıkılmadan işlenebilir? Oysa İslam’ın öğretilerine göre bir insan ateşlere atılsa da, paramparça edilse de asla şirk koşmamalı, Allah’ın “şirktir” dediği amellere asla bulaşmamalıdır. Ama dedik ya, ahir zaman! Bu dönemin fitnesi, insanı inancı hususunda bu denli basitleştirmiş ve dinî duygularını gönlünde böylesine köreltmiştir.
Yine öyle müslüman tiplemeleri var ki, daha çok kazanabilmek, daha iyi iş yapabilmek için ticaretlerinde faize bulaşmakta, üç kuruş daha fazla bir şeyler elde edebilmek için Allah’ın kat‘i haramlarından olan faizi kolayca uygulamaktadırlar.
Yine öyleleri var ki, daha çok kazanabilmek, daha iyi müşteri çekebilmek için örneğin sakallarını kesmekte veya kıyafetlerinde İslam’ın öngördüğü tarzı değiştirebilmektedirler.
Bazıları da var ki, rızıklarını temin etmek için putun karşısında durmak gibi İslam’ın asla kabul edemeyeceği bir işi bile zahirde hiçbir sıkıntı duymadan yapmaktadırlar.
Sahabe zamanında helak edici işlerden sayılan tüm bu hususlar, ahir zaman insanının nazarında “vaziyet icabı” veya “zamanın gereği” olarak kolaylıkla yapılabilmektedir.
Enes b. Mâlik radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den bir dönem sonra gelen “Tabiin” nesline öyle bir söz söylemiştir ki, bu sözü gereği gibi düşündüğümüzde tüylerimizin diken diken olması, gönlümüzün ürpertiyle titremesi içten bile değildir.
“Siz kıl kadar bile önemsemediğiniz öyle işler yapıyorsunuz ki, biz onları Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında helâk edici şeylerden sayardık.”[3]
Enes b. Mâlik radıyallahu anh, sahabe neslini gören insanlara bile bu sözü söylüyorsa, onlardan 1400 yıl sonra gelen biz ahir zaman insanlarını görse ne derdi acaba?
Onların işlediği şeyleri “helak edici” olarak kabul etmişse, acaba bizim işlediklerimizi görse hangi kelimeyle ifade ederdi? Bunları düşünmek gerçekten Rabbine hesap verme derdi olan insana büyük bir korku veriyor. Ama dedik ya ahir zaman diye… Tüm bu vurdumduymazlık, bu gaflet ve bu ne yaptığımızı bilmemezlik hep bu acîp dönemin fitnelerindendir. Allah bu dönemin fitnelerinden bizi ve tüm müslüman kardeşlerimizi muhafaza buyursun.
İşte, imanın bu şekilde kolaylıkla elden gittiği, şirkin nefes alıp vermek kadar basitçe işlendiği bu dönemde, bir müslüman olarak ne yapmalı ve hangi tedbirleri alarak imanı muhafaza etmeliyim diye ciddi bir endişe taşımak gerekir. Bizler için en büyük değer olan imanımıza sahip çıkmak için bir çabanın içerisinde olmamız kaçınılmazdır.
Öncelikle kendi nefsimize, sonrasında bizimle aynı endişeleri taşıyan akide kardeşlerimize bir öğüt olsun diye, dinde sabit kalabilmek için nelere dikkat etmemiz, hangi şeyleri yapmamız gerektiğine dair bazı önemli ipuçlarını tespit etttik ve bunu siz kardeşlerimizle paylaşmayı uygun gördük. Umulur ki bu sayede Allah, eğilmeye yüz tutmuş kalplere doğruluk, kaymak üzere olan ayaklara sebat verir ve bizi bu güzel hayra aracı kılar.
Rabbim bizi ve sizi razı olduğu bir hayatı yaşamaya muvaffak kılsın ve ayakların kolayca kaydığı bu fitne dönemlerinde dini üzere sabitkadem eylesin. Hiç şüphe yok ki O, duaları işiten ve onlara en güzel şekliyle karşılık verendir.
HİDAYET ÜZERE KALABİLMENİN
“İPUÇLARI”
Burada her şeyden önce söze İbn Kayyım rahimehullah’ın da altını çizdiği[4] şu hakikati vurgulayarak başlamak istiyoruz: İman etmek ne kadar önemli ise, bu imanı onu bozacak şeylerden korumak da o kadar önemlidir. Hatta imanı korumak çok daha mühimdir; zira bir insan iman ettikten sonra eğer bu imanını muhafaza edemezse onun iman etmesinin hiçbir anlamı olmayacaktır. Çünkü Allah ancak kendi huzuruna korunmuş bir imanla gelenlerin amellerini kabul edecek ve cenneti ancak imanını şirk ve küfür pisliğinden muhafaza eden kimselere bahşedecektir. İmanlarına şirk ve küfür bulaştıranları ise cehennemine koyacaktır.
الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ أُولَئِكَ لَهُمُ الْأَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ
“İman edip de imanlarına zulmü (şirki) bulaştırmayanlar var ya; işte güven onların hakkıdır. Doğru yolu bulmuş olanlar da onlardır.” (En‘am, 82)
وَمَنْ يَرْتَدِدْ مِنْكُمْ عَنْ دِينِهِ فَيَمُتْ وَهُوَ كَافِرٌ فَأُولَئِكَ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَأُولَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
“Sizden kim dininden döner de kâfir olarak ölürse, öylelerin bütün amelleri dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliklerdir, orada sürekli kalacaklardır.” (Bakara, 217)
إِنَّهُ مَنْ يُشْرِكْ بِاللَّهِ فَقَدْ حَرَّمَ اللَّهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ وَمَأْوَاهُ النَّارُ وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ أَنْصَارٍ
“…Her kim Allah’a şirk koşarsa, hiç şüphesiz Allah ona cennetini haram eder; onun varacağı yer de ateştir. Zalimlerin hiçbir yardımcısı yoktur.” (Madie, 72)
İşte, imanını muhafaza ederek cennete hak kazanmak isteyenlerin, Allah ve Rasûlünün imanı muhafazaya dair bildirmiş oldukları esaslara sıkıca bağlanmaları gerekmektedir. Ama bu esaslara sıkıca bağlılığı gerçekleştirebilmek için öncelikle bunların neler olduğunu tespit etmek gerekir.
Sahi, gerçekten de imanı muhafaza için Kur’ân ve Sünnette bizlere bildirilen esaslar nelerdir? Hangi amel ve sözler imanımızı koruma altına alır? Neleri yaptığımızda imanımızda sabit kalırız?
Şimdi −Allah nasip ederse− maddeler halinde bu esasların neler olduğunu tespit etmeye, ardından da gücümüz ölçüsünde onları izah etmeye çalışacağız.
Gayret bizden başarı Allah’tandır.
BİRİNCİ İPUCU
“ALLAH’TAN SÜREKLİ HİDAYET İSTEMEK”
Allah’tan hidayet talep etmek bu güzel din üzere sabit kalabilmenin ipuçlarından bir tanesidir.
Hidayet, bir insanın Allah’ın razı olduğu yol üzere yürüyerek hayatını sürdürmesi demektir. Ama hemen belirtelim ki, bu şekilde hak yolda yürümek, biz kulların elinde olan bir şey değildir. Bu bütünüyle Allah’ın elindedir. O, dilediğini hidayet üzere sabit kılar, dilediğini saptırır. İstediğine sebat verir, istediğini yoldan çıkarır. Kimsenin bu konuda müdahale hakkı ve söz söyleme yetkisi yoktur.
وَاللَّهُ يَهْدِي مَنْ يَشَاءُ إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ
“…Allah, dilediğini doğru yola hidayet eder.” (Bakara, 213)
قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَاءُ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَاءُ بِيَدِكَ الْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
“De ki: Ey mülk ve hâkimiyetin sahibi Allah’ım! Sen dilediğine mülkü verir, dilediğinden çekip alırsın; dilediğini aziz eder, dilediğini de alçaltırsın. (Her türlü) hayır yalnız Senin elindedir. Şüphesiz Sen, her şeye kâdirsin.” (Âl-i İmrân, 26)
İnsanları doğruya iletmek de, doğruya ilettikten sonra o yolda sabit bırakmak da sadece Allah’ın elinde olan ve O’nun sonsuz kudretiyle cereyan eden bir olaydır. Bu nedenle iman eden kulların doğru yolda sebat edebilmeleri için sürekli Rablerine iltica etmeleri, dua ve niyazlarla daima O’ndan hidayet üzere kalabilmeyi istemeleri gerekmektedir.
İşin aslı böylesi bir istekte bulunmak zaten Allah’ın bizlerden istemiş olduğu bir şeydir. Allah celle celaluhu, namazlarımızda Fatiha sûresinde günde en az 17 kere “اهْدِنَاالصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ/Bizi dosdoğru yola ilet” diye dua etmeyi bizlere emretmiştir. Tam 17 kere insanın Allah’tan doğru yolu istemesi manidar değil midir?
Bizleri en iyi bilen Rabbimiz, eğer bize bu duayı günde en az 17 kere söylemeyi emretmişse, demek ki bu iş O’nun katında basite alınmayacak kadar önemli ve gereklidir. İşte bu nedenle bir müslüman sürekli Rabbinden hidayet istemeli, doğru yolda kalabilmeyi daima Rabbinden niyaz etmelidir. Onun yalvarışlarını gören ve işiten Rabbi de belki bu yalvarışlarının hatırına kendisini hidayet üzere sabit kılacaktır.
Rabbimiz, ilimde derinleşmiş kullarının kendisine şöyle dua ettiğini bizlere bildirmektedir:
رَبَّنَا لَا تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ إِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً إِنَّكَ أَنْتَ الْوَهَّابُ
“Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin.” (Âl-i İmrân, 8)
O’nun, ilimde derinleşmiş kullarının kendisine böylesine içten içe yakardıklarını Kur’ân’ında zikretmesi kesinlikle boşuna değildir; aksine bir amaca mebnidir. Allah bu ayetiyle adeta biz kullarına şu mesajı vermektedir: “Bakın ey kullarım! Beni tanıyan, Beni en iyi bilen ve Benden en çok korkan âlim kullarım bile kalplerinin kaymaması ve hidayetten ayrılmamaları için sürekli Bana dua ederler. O halde sizler de onlar gibi Benden hidayeti ve kalplerinizin kaymamasını isteyin.”
Evet, bu şekilde dua etmelidir hidayeti bulmuş mümin kullar. Ta ki Allah bu yalvarışları sayesinde merhametiyle kalplerini hidayet, ayaklarını da hak üzere sabit kılsın.
Hayatıyla bizlere numune olan biricik önderimiz Muhammed aleyhisselam, hidayet üzere yaşayacağı ve asla sapmayacağı kendisine garanti edildiği halde sürekli Rabbinden hidayet dilemiş ve daima kalbini hak üzere sabit kılması için Rabbine içten içe yalvararak dua etmiştir. Şu dua O’nun en çok öne çıkan dualarından birisidir:
اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ الْهُدَى وَالتُّقَى وَالْعفافَ والْغِنَى
“Allah’ım! Senden hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği isterim.”[5]
Yine O’nun en çok yaptığı dualardan birisinin şu dua olduğu nakledilmiştir:
يَا مُقَلِّبَ الْقُلُوبِ ثَبِّتْ قَلْبِي عَلَى دَيْنِكَ
“Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım! Benim kalbimi dinin üzere sabit kıl.”[6]
Diğer bir lafızda şöyle denilmiştir:
اللَّهُمَّ مُصَرِّفَ القُلُوبِ صَرِّفْ قُلُوبنَا عَلَى طَاعَتِكَ
“Ey kalpleri döndüren Allah’ım! Bizim kalplerimizi itaatine çevir.”[7]
Efendimiz aleyhisselam’ın niçin bu kadar ısrarla Allah’tan hak üzere sebat etmeyi dilemesinin birkaç sebebi vardır:
1- Allah’a karşı kulluğunu hakkıyla yerine getirmek. Bilindiği üzere Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem insanların en çok ibadet edeniydi. Dua da ibadetlerin özü olduğu için bu şekilde Rabbine karşı en öz ibadetle kulluğunu gerçekleştirmek istiyordu.
2- Biz ümmetine örnek olmak, yol göstermek. Her ne kadar Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hidayet üzere kalması garanti edilmişse de, biz ümmetinin fertleri için hidayet üzere kalmak garanti edilmemişti. Bu nedenle Efendimiz hidayet üzere kalmayı sağlayacak bu duayı çok yapmak suretiyle biz ümmetine örneklik etmek istemiştir.
Şimdi, Tirmizî’nin naklettiği şu rivayete kulak verelim:
Şehr b. Hûşeb radıyallahu anh der ki: Ümmü Seleme annemize:
— Ey Mü’minlerin annesi! Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem senin yanında olduğu zaman en çok yaptığı duâ hangisi olurdu? diye sordum.
Dedi ki:
— Çoğunlukla yaptığı duâ şuydu:
يَا مُقَلِّبَ الْقُلُوبِ ثَبِّتْ قَلْبِي عَلَى دَيْنِكَ
“Ey kalpleri bir halden bir hale çeviren (Rabbim)! Benim kalbimi dinin üzere sabit kıl.”
Ben kendisine:
— Ey Allah’ın Rasûlü! Niçin bu duâyı yapıyorsunuz? diye sordum.
Şöyle buyurdular:
— Hiçbir kimse yoktur ki onun kalbi Allah’ın parmaklarından iki tanesinin arasında olmuş olmasın. Dilediğini düzeltir, düzgün yola kor; dilediğini ise kalbini kaydırarak yoldan çıkarır.
Eğer bizim kalplerimiz Allah’ın iki parmağı arasındaysa ve O, dilediği gibi bu kalpleri çeviriyor, onlarda istediği tasarrufta bulunuyorsa o zaman bizim sürekli kalbimizin sabit kalması için O’na yalvarması ve O’ndan hidayet üzere baki kalmayı dilemesi gerekmektedir.
Ashab-ı Kiram’dan bazıları Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu duayı çok yaptığını duyduğunda şaşırmışlar ve: “Ey Allah’ın Rasûlü! Biz sana iman etimiz halde bizim için mi korkuyorsun?” demişlerdi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştu:
“Şüphesiz ki âdemoğlunun kalpleri tek bir kalp gibi Allah’ın parmaklarından iki tanesinin arasındadır.”[8]
Allah’ın Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, iki secde arasında, namazlarının ardında, kunutunda hep Allah’tan hidayet isterdi. Acaba o hidayetten yoksundu da onun için mi sürekli Allah’tan hidayet istiyordu?
Hayır, hayır!
Aksine O, bizlere örnek olmak ve bizlerin sapmasının önüne set çekmek için böyle dua ediyordu. Eğer O, sürekli bu şekilde dua etmeseydi bizler imanlarımıza güvenerek Allah’tan hidayet istemeyi terk edebilir ve Allah korusun bu şekilde belki gün gelir sapıtabilirdik. Ama Efendimiz aleyhisselam, sapmamızı istemediği için bize örneklik ederek nasıl dua edeceğimizi bizlere öğretti.
Allah’ın salât ve selamı O’nun üzerine olsun.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, kudsî uzun bir hadiste Rabbimizin bizlere şöyle buyurduğunu bildirmiştir. Hadisin baş tarafı şu şekildedir:
“Kullarım! Ben zulmetmeyi kendime yasakladım, onu sizin aranızda da haram kıldım; artık birbirinize zulmetmeyiniz. Kullarım! Benim hidâyet ettiklerim dışında hepiniz sapkınlık içerisindesiniz; o halde Benden hidâyet dileyin ki sizi doğruya ileteyim. Kullarım! Benim doyurduklarım hariç, hepiniz açsınız; benden yiyecek isteyin ki sizi doyurayım. Kullarım! Benim giydirdiklerim hariç, hepiniz çıplaksınız; benden giyecek isteyin ki sizi giydireyim…”[9]
Hadiste altı çizili yeri dikkatlice okuduğumuzda Allah’tan hidayet dilememizin Allah’ın bizlere bir emri olduğunu anlarız. Bu nedenle Allah’ın emrine râm olmalı ve O’ndan sürekli hidayet dilemeliyiz.
Son olarak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bizlere öğrettiği şu mükemmel duayı naklederek bu başlığı noktalandırmak istiyoruz. Bu satırları okuyan kardeşlerimizin, mutlaka bu duayı ezberlemeleri gerektiğini düşünüyoruz. Kim bilir belki de bu sayede Rableri kalplerini hidayet üzere sabit kılar.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“İnsanlar altın ve gümüş biriktirdiklerinde siz şu kelimeleri biriktirin/elde edin:
اللهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ الثَّبَاتَ فِي الْأَمْرِ، وَالْعَزِيمَةَ عَلَى الرُّشْدِ، وَأَسْأَلُكَ شُكْرَ نِعْمَتِكَ، وَأَسْأَلُكَ حُسْنَ عِبَادَتِكَ، وَأَسْأَلُكَ قَلْبًا سَلِيمًا، وَأَسْأَلُكَ لِسَانًا صَادِقًا، وَأَسْأَلُكَ مِنْ خَيْرِ مَا تَعْلَمُ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ مَا تَعْلَمُ، وَأَسْتَغْفِرُكَ لِمَا تَعْلَمُ إِنَّكَ عَلَّامُ الْغُيوبِ
“Allah’ım! Sen’den dinde sebat etmeyi, hidayet üzere kararlılık göstermeyi, nimetine şükretmeyi, Sana güzelce kulluk etmeyi isterim. Senden (her türlü kötülükten) arınmış bir kalp ve yalan söylemeyen sadık bir dil (vermeni) dilerim. Bildiğin hayırları Senden talep eder, bildiğin şerlerden Sana sığınırım. Bildiğin şeylerden dolayı Senden af dilerim. Hiç şüphe yok ki Sen her şeyi en ince ayrıntısına kadar bilensin.”[10]
İşte bu ve benzeri dualarla Rabbimize sığınarak O’ndan hidayet dilemeli ve bu dualar sayesinde hidayet üzere sabit kalabilmenin yollarını aramalıyız.
وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ
“Rabbiniz buyurdu ki: Bana dua edin, duânıza icabet edeyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış bir hâlde cehenneme gireceklerdir.” (Mümin, 60)
Faruk Furkan
[1] Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir.
[2] Müslim rivayet etmiştir.
[3] Buhârî rivayet etmiştir.
[4] İbn Kayyım der ki: “Önemli olan amel işlemek değildir; bilakis asıl önemli olan ameli bozacak şeylerden onu korumaktır.” (Uddetu’s-Sâbirîn, sf. 52)
[5] Müslim rivayet etmiştir.
[6] Tirmizî rivayet etmiştir.
[7] Müslim rivayet etmiştir.
[8] Hâkim rivayet etmiştir.
[9] Müslim rivayet etmiştir.
[10] Tirmizî rivayet etmiştir.