“Ey îmân edenler! Allâh’a karşı takvâ üzere bulunun ve sözü doğru söyleyin ki Allâh amellerinizi ıslah etsin ve günahlarınızı bağışlasın! Her kim Allâh’a ve Rasûlü’ne itâat ederse, o hakîkaten büyük bir kurtuluşa ermiş olur.” (Ahzâb, 70-71)
بسم الله الرحمن الرحيم
Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…
İbn-i Kayyım el-Cevziyye rahimehullah, “Hâdi’l-Ervâh” adlı eserinde şöyle demiştir:
“Şaşarım akıllı uslu postuna bürünmüş beyinsizlere; halim-selim görünen geri zekâlılara! Şaşarım o kimseye ki:
BİR KARŞILAŞTIRMA
Fudayl b. Iyad rahimehullah, şöyle demiştir:
“Şayet dünya, elden çıkacak bir altın, ahiret ise elde kalacak bir çömlek olsa, (aklı olan bir kimse) elde kalacak çömleği, elden çıkacak altına tercih eder. Peki, dünya yok olacak bir çömlek, ahiret ise baki kalacak altın olduğuna göre, durum nasıl olur?”
İbn-i Abbas radıyallahu anhuma der ki:
“Cennetteki nimetler, dünyadaki nimetlere sadece isim bakımından benzerler”[1]
Sadece isimler aynı; isimlerin dışındaki her şey farklı… Manası, şekli, tabiatı… Her şeyi farklı.
Şimdi sana cennet nimetlerinden bazı örnekler sunmaya çalışacağım. Dünya nimetleri ile onlar arasındaki karşılaştırmayı ise sana bırakıyorum. İşte onlardan bazıları:
1- Cennetteki Üzümler: İbn-i Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet edildiğine göre sahabe, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’le birlikte kusûf namazı kılmıştı. Namaz bitince Peygamberimize:
− “Ya Rasulallah! Namazda iken bulunduğun yerden bir şeyi almaya çalıştığını sonrasında da geri çekildiğini gördük. Bunun sebebi nedir?” diye sordular. Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
− Şüphesiz ki ben cenneti gördüm ve oradan bir üzüm salkımı almaya yeltendim. Eğer bir alabilseydim, dünya durduğu sürece ondan yerdiniz.”[2]
Subhanallah! Tebarekallah!
Bu üzüm salkımının aynısı, esir düştüğü zaman Hubeyb b. Adiy radıyallahu anh’ın yanında da vardı. Şöyle ki: Mekkeli müşrikler onu, bir evde hapsetmişler ve demir (prangalarla) kendisini bağlamışlardı. Bir seferinde ismi “Maviyye” olan küçük bir kız çocuğu Hubeyb’in yanına girmiş ve gördüklerini şöyle anlatmıştı:
“Mekke’de hiçbir meyvenin olmadığı bir dönemde onun elinde bir üzüm salkımı gördüm ki, bir tanesi sanki bir insanın başı kadar büyüktü ve o, bu halde iken demirlerle bağlıydı!”
Hubeyb’in elindeki bu salkım, hiç şüphe yok ki cennet salkımlarından birisi idi. Gönlünü rahatlatmak ve kalbini pekiştirmek amacıyla Allah, bu mübarek şehide kerameten bu salkımları bahşetmişti.
Abdullah İbn-i Ömer radıyallahu anhuma’nın bu salkımlar hakkında ne dediğini gel beraberce düşünelim. O, bu salkımlardan söz ederken biraz daha detaya inmiş ve olayı çok daha fazla somutlaştırarak bize anlatmaya çalışmıştır:
Kendisi Şam’da bir yerde otururken şöyle demişti:
“Cennet salkımlarından bir salkım, hiç kuşkunuz olmasın ki, buradan taaa (Yemen’in başkenti) Sana’ya kadar uzanmaktadır.”
NÜKTELİ BİR SÖZ
Yahya b. Muaz der ki:
“Allah’ım! Cenneti yarattın… Kâfirler ondan ümidini kesmiştir. Melekler ona muhtaç değil. Sen ise cennetten müstağnisin. O halde cenneti kime vereceksin?”
2- Cennet Ağaçları ve Hurmalıklar: Cennetteki ağaçlar ne mükemmel ağaçlardır! Cennet ağaçları dünya ağaçlarından çok farklıdır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in cennet ağaçları hakkında söylediği şu kesin ve te’kidli sözüne bir kulak ver istersen:
“Cennette hiçbir ağaç yoktur ki, gövdesi altından olmasın.”[3]
Bu, ağacın gövdesi…
Uzunluğuna gelince; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurur ki:
“Cennette bir ağaç vardır ki, bir süvari güçlü ve bakımlı bir atla onun gölgesinde yürümeye kalksa tam yüz yıl giderde yine de bitiremez.”[4]
Acaba aklın bu büyüklüğü düşünmeye güç yetirebilir mi?
Veya Allah’ın yarattığı şeyler arasında böylesi şeylerin olması hiç aklına gelir miydi?
Şimdi sana tüm bunlardan daha ilginç bir haber aktaracağım. Humeyd b. Hilal, cennetteki hurma ağaçlarının şöyle olduğunu haber verir:
“Cennet hurmalarının kökleri yakuttan, çayırları altındandır. Yaprakları ipek tarzı bir elbise gibidir. Meyveleri kardan daha beyaz, köpükten daha yumuşak ve baldan daha tatlıdır.”
BİR HURMA AĞACI DİK
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Her kim
وَبِحَمْدِهِ سُبْحَانَ اللَّهِ الْعَظِيمِ
“Subhanallahi’l-Azîm ve bihamdihi” derse onun için cennette bir hurma ağacı dikilir.”[5]
3- Cennet Kadınları: Cennet kadınları hûrilerdir. Bilir misin hûri nedir?
İri ve siyah gözlü, son derce güzel ve çekici, namusu hiç lekelenmemiş bakire kadınlardır.
Bakışları masum, güzellikleri göz kamaştırıcı, işveli ve nazlıdırlar.
Gözleri sürmeli, konuşmaları tatlı, ağızları ballı, yaratılışları ilginç, güzel ahlaklıdırlar.
Ziynetleri göz kamaştırıcı, elbiseleri şıktır; sevgileri çok, cefaları yoktur.
Gözlerini sana dikmiş, senden başkasını görmemişlerdir. Canının istediği her halde sana yaklaşacaktır.
Gecenin zifiri karanlığında tırnağı gözükse, dolunayın ışığı sönerdi. Şayet bileği görünse tüm insanlığı büyülerdi. Bilezikleri açığa çıksa, yeryüzünden karanlık giderdi.
Hûrilerinin her gün sana “Allah’ım! Dinin hususunda ona yardım et. Kalbini itaatine yönlendir. İzzetinle onu bize ulaştır. Ey merhametlilerin en merhametlisi” diye dua ettiklerini biliyor muydun? Onlar sana her gün dua ediyorlar; lakin sen bunu işitmiyorsun. Çünkü gaflet kulaklarını tıkamış…
İbn-i Abbas radıyallahu anhuma bir hutbesinde şöyle demişti:
“Cennet ehlinden bir kadının tükürüğü şayet yedi denize bulansa, bu yedi denizin hepsi baldan tatlı olurdu.”
Şehr İbn-i Hûşeb, şu sözleriyle seni bu kadınlarla evlenmeye teşvik etmektedir. O der ki:
“Cennet ehlinden bir adam, bir tarafına döner ve eşlerinden bazıları ile konuşur. Bu, ortalama yetmiş yıl sürer. Derken öbür tarafına döner… Tam bu esnada bir kadın kendisine:
− “Bize zaman ayırmayacak mısın?” diye seslenir. Bunu duyan adam:
− “Sende kimsin?” diye sorar. Kadın:
− “Ben, Allah’ın
لَهُمْ مَا يَشَاءُونَ فِيهَا وَلَدَيْنَا مَزِيدٌ
“Onlara orada diledikleri her şey vardır; (ama) katımızda daha fazlası vardır.” (Kâf, 35) buyruğunda kendilerinden söz ettiği kimselerdenim” der.
Sonra adam onunla konuşmaya koyulur… Bir zaman sonra öbür tarafına döner. Tam bu esnada başka bir kadın kendisine:
− “Bize zaman ayırmayacak mısın?” diye seslenir. Bunu duyan adam:
− “Sende kimsin?” diye sorar. Kadın:
− “Ben de, Allah’ın
فَلَا تَعْلَمُ نَفْسٌ مَا أُخْفِيَ لَهُمْ مِنْ قُرَّةِ أَعْيُنٍ
“Hiçbir kimse onlar için göz aydınlatan ne nimetler saklandığını bilemez.” (Secde, 17) buyruğunda kendilerinden söz ettiği kimselerdenim” diye karşılık verir.”
Halid b. Mi’dan, savaş esnasında hûrilerin neler yaptığını sana şöyle anlatır:
“Hûriler, savaş vuku bulduğunda süslenir, kokulanır ve askerî bir saf gibi olana dek inerde inerler. İçlerinden bir tanesi diğer arkadaşlarına:
“Bakın, benim kocam sizin kocalarınızı nasılda geçiyor?” der. Eğer kocasına bir hamle yapılıp vücudunun bir kısmı açığa çıksa, hûri utanır, yüzünü kapatır ve “Tüh, bedeni gözüktü” der. Şayet eşi öldürülse hemen onu alır, damlayan bütün kanlarını avucunda toplar sonra da onu bağrına basar.”
Bütün bu nitelemelerden sonra sana ve genç arkadaşlarına seslenen Hasan el-Basrî’nin şu seslenişine kulak ver.
“Ey gençler! Hûrilere özlem duymuyor musunuz?”
MİHİR BU; PEKİ, YA DAMAT NEREDE?
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurur ki:
MİHİR KUR’ÂNDIR
Seleften bazıları (rüyasında) Kur’an’ı 30 kere hatmetme karşılığında hurilerden birisi ile evlendiğini görmüştür. Onlardan birisi anlatır: Adet edindiği virdini bitirmeden uyuya kalmıştı. Uyuduğu esnada rüyasında bir huri kendisine şöyle diyordu:
“Benim gibisini nişanlıyor, sonra uyuyakalıyorsun,
Oysa bize vurgun olanların uyuması haramdır.
Bizler ancak namazı çok olan ve orucun,
Kendisini bitkin düşürdüğü adamlar için yaratılmışızdır.”
4- Cennet Bulutları: Kuseyyir b. Murra, Kâf Suresi 35. ayette geçen (وَلَدَيْنَا مَزِيدٌ/Ve Ledeynâ Mezîd) “katımızda daha fazlası vardır” ayeti hakkında şöyle demiştir:
“Bize anlatıldığına göre bir bulut cennet ehline uğrayacak ve “Size ne yağdırmamı istersiniz” diye soracak. Onlar her ne isterse mutlaka kendilerine yağdırılacaktır. Kuseyyir devamla şöyle demiştir: Allah’a yemin ederim ki, eğer Rabbim o yeri bana nasip ederse, ben o buluttan mutlaka bana hûri yağdırmasını isteyeceğim.” İşte bu nimet, ayette anlatılan “Mezîd”dendir.
Bizlerde, bu yağmurla bizi rızıklandırması ve o bulutla bizi gölgelendirmesi için Allah’a dua ediyoruz. Bizler Allah’a hüsnü zan ediyor ve güzel ameller işlemeye çalışıyoruz. Kimin durumu bu şekilde olursa şimdiden yarın isteyeceği yağmur için nefsini (hayırlı işlerle) meşgul etsin
NÜKTELİ BİR ARAP ŞİİRİ
“Allah’ı razı edecek ameller işlersen eğer,
Varacağın yer Cennatu Adn’dir.
Gevşeklik gösterirsen şayet,
Varacağın yer ateştir.
İnsanların bu iki yerden yoktur başka gidecek yeri
Kendine bir nazar eyle acaba sen hangisini tercih ediyorsun.”
5- Cennet Arazisinin Genişliği: Rabbimiz şöyle buyurur:
“Rabbinizin mağfiretine ve muttakiler için hazırlanmış eni gökler ve yer kadar olan cennete koşuşun.” (Al-i İmran, 133)
Bu ayette genişlik zikredilmiştir; çünkü geniş olan bir şey her daim uzun olandan daha kısadır.
Genişlik göklerle yer arası kadar ise acaba uzunluğu nasıldır?
(Bedir Gazvesi esnasında) Umeyr b. Hümam radıyallahu anh bu ayeti işitince sevinçli ve mesrur bir şekilde “Çok iyi, çok iyi” diye diye gitti. Bunu duyan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onu böyle demeye sevk eden şeyin ne olduğunu sordu. O: “Olur ki onun ehlinden olurum” dedi. Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem “Sen onun ehlindensin” buyurdu. Bu müjdeyi kapan Umeyr kendisi ile cennete girmesinin arasında sadece kılıçla vurulmaktan başka bir engel kalmadığını anladı. Elinde birkaç tane hurma vardı. Cennetteki şeylerin daha hayırlı ve daha kalıcı ve cennet hurmalarının daha tatlı olduğunu hatırlayınca dünyayı elinden attı ve: “Bu hurmaları yiyecek kadar beklemem çok uzun bir süredir” dedi ve hızlıca giderek savaştı… Sonunda öldürüldü ve cennete girdi.
NÜKTELİ BİR SÖZ
Muhammed b. Hanefiyye şöyle demiştir:
“Sizin şu bedenlerinizin karşılığı ancak cennettir; o halde onları sakın ha başka bir şey karşılığında satmayın.”
6- Cennet Kokusu: Cennetin kokusunu Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle anlatmıştır:
“Onun kokusu tam 500 yıllık bir mesafeden bile hissedilebilir.”[8]
Umeyr b. Hümam radıyallahu anh’ı cennetin genişliği yerinden oynatmıştı. Enes b. Nadr’ı ise cennetin kokusu harekete geçiriyor.
Enes b. Nadr radıyallahu anh, Uhud gününde cennetin kokusunu koklamış ve insanlar arasında “Cennetin kokusu ne güzel, ne hoş! Vallahi ben onun kokusunu Uhud’un arkasında alıyorum” diye bağıra bağıra yürümeye başlamıştı. Kokusunu aldıktan sonra cennete olan bu arzusu onu yerinden oynattı. Beklemeye sabredemedi. Güzel bir imtihanla imtihan edildi ve cesedine tam seksen küsür kılıç, ok ve mızrak darbesi aldı. Bacısı onu ancak parmak uçlarından tanıyabildi. Allah onun zikrini kıyamete kadar baki kılacak ve onun hakkında şu sözünü indirecekti:
“Müminler içinde öyle yiğitler vardır ki, onlar Allah'a verdikleri sözde durmuşlardır. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir” (Ahzab, 23)
BACIM! AMAN HA SAKIN!
Değerli bacım; eğer Rasululllah’ın söz ettiği şu iki guruptan birisinde yer alırsan, ne cennete girebilir ne de onun kokusunu alabilirsin. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Cehennemliklerden iki grup vardır ki, ben onları henüz görmedim: Onlardan biri, sığırkuyrukları gibi kırbaçlarla insanları döven bir topluluk. Diğeri de, giyinmiş oldukları halde çıplak görünen ve öteki kadınları kendileri gibi giyinmeye zorlayan ve başları deve hörgücüne benzeyen kadınlardır. İşte bu kadınlar cennete giremeyeceklerdir. (Hatta) onlar cennetin kokusunu bile alamayacaklardır. Oysa cennetin kokusu şu kadaaaar uzak mesafeden bile hissedilebilir.”[9]
GERÇEK CİMRİ
Ümmü’l-Benîn şöyle demiştir:
“Asıl cimri Cenneti satın alma konusunda nefsine cimrilik edendir.”
7- Cennet Evleri: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Cennet evlerinin yapısı, bir kerpici altından, bir kerpici gümüştendir. Harcı keskin kokulu misk, çakılları inci ve yakut, toprağı za’ferandır. Oraya girenler nimetler içersinde refah bulur, sıkıntı çekmezler. Ebedî olurlar, giydikleri eskimez, gençlikleri yok olmaz.”[10]
Bu söz, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in haber verdiği sahih bir hadistir.
Rica etsem dönüp tekrar okur musun?
Tekrar tekrar oku ve her kelimesini iyiden iyiye düşün.
Ben sana bu kelimeler içerisinden sadece “Yakût” kelimesini seçeceğim. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bunu vasfederken ne buyuruyor, bir kulak ver:
“Rükün ve makam Cennetin yâkutlarından iki yâkuttur ki, Allah onların nurunu almıştır. Eğer onların nurunu almamış olsaydı, onlar doğu ile batı arasını aydınlatırlardı.”[11]
Sen cennetteki evini milyonlarca hatta milyarlarca evin arasından bileceksin. Onu, görmediğin ve hiç gitmediğin halde dünyada iken ikamet ettiğin evden daha iyi tanıyacaksın. Allah gönlüne onu tanıma bilgisini yerleştirecektir. Bunun böyle olacağına dair Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem yemin etmiştir. O şöyle buyurur:
“Muhammed’in canını elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, sizden biriniz cennetteki evini dünyadaki evinden daha kolay bulacaktır.”[12]
O HALDE CENNETTEKİ EVİNİ NASIL YAPTIRIRSIN?
Hasan el-Basrî şöyle demiştir:
“Melekler, Âdemoğulları için cennette çalışırlar. Ağaç dikerler, ev yaparlar… Gün olur çalışmayı bırakırlar. Onlara: “Hayırdır, neden işi bıraktınız?” diye sorulur. Onlar şöyle cevap verirler: “Bize gelen harcamalar tükendi, para gelene dek çalışmayız.” Hasan el-Basrî devamla der ki: “Anam babam size feda olsun. Haydi, onlara amellerinizi gönderin.”
BİR NÜKTE
Amr b. Tufeyl radıyallahu anh, günün birinde Hz. Ömer’in bir meclisine katılmıştı. Amr’ın eli Yemâme savaşında kopmuştu. Onlar oturmakta iken yemek getirildi. Bunu gören Amr, hemen yemekten uzaklaştı. Olayı fark eden Hz. Ömer kendisine bakarak:
− “Elin kesik olduğu için mi uzaklaşıyorsun?” diye sordu. Amr radıyallahu anh,
− “Evet” dedi. Bunun üzerine Ömer radıyallahu anh:
− “Vallahi, elinle şu yemekten yemediğin sürece ondan asla ağzıma almayacağım” dedi ve ekledi:
“İçimizde senden başka bedeninin bir parçası şu an cennette olan kimse yok!”
8- Cennetin Kapıları: Cennetin kapılarının sayısı sekizdir. Bunun delili Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu sözüdür: “Cennetin tam sekiz kapısı vardır.”[13]
Bu kapıların genişliği ise, tıpkı cennetteki diğer şeyler gibi insanın aklına gelmeyecek şekildedir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Cennet kapılarından iki tanesinin arası kırk yıllık mesafe kadardır. Ve orada (bu büyüklüğe rağmen) izdiham yaşanacak gün olacaktır.”[14]
Bu kalabalık içerisinde olmayı arzuluyor muyuz?
Acaba bunun için ne yaptın?
Amel defterlerin nerede?
İmanının göstergesi nerede?
Cennet kapılarını açacağın anahtar, salih amellerindir.
Temenniler değil…
Düşler değil…
Dilin söylediği sözler değil…
Amellerinden başka bir şey değil…
O halde anahtarlarını şimdiden yapmaya koyul ey yiğit!
SIDDÎK DOĞRU SÖYLER
Ebu Bekir radıyallahu anh, cennete sekiz kapısından da girmeyi murad etmiş ve bunun için makbul bir amel takdim etmişti. Neticede bu isteği oldu.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Kim Allah yolunda bir çift mal infak ederse, cennet kapılarından kendisine şöyle seslenilir: Ey Allah’ın kulu (senin yaptığın) bu şey gerçekten bir hayırdır. Namaz ehlinden olanlar namaz kapısından çağrılır. Cihad ehlinden olanlar cihad kapısından çağrılır. Oruç ehlinden olanlar Reyyân kapısından çağrılır. Sadaka ehlinden olanlar da sadaka kapısından çağrılır.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem böyle buyurunca Ebu Bekir radıyallahu anh:
“Acaba bu kapıların tamamından çağrılacak biri var mıdır ey Allah’ın Rasulü?” diye sordu. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Evet, senin onlardan olmanı ümit ediyorum, dedi.”[15]
KAPALI KAPILAR
Salim b. Abdillah şöyle anlatır:
“Rüyamda bir kapı hariç, cennetin sekiz kapısının da açık olduğunu gördüm. ‘Bu kapının durumu nedir/neden kapalıdır?’ diye sordum. Bana: ‘Bu cihad kapısıdır; sen ise cihad etmedin’ diye cevap verildi. Bunu görünce sabah ilk işim üzerinde cihad edeceğim bir at almak oldu.”
9- Cennette Uyku: Kişi şu dünyada yorgunluğun, bitkinliğin, halsizliğin ve perişanlığın ne demek olduğunu çok iyi bilir. Ama bu kelimelerin, ebedî rahatın söz konusu olup hiçbir yorgunluğun olmadığı, sonsuz huzurun olup hiçbir keder ve hüznün bulunmadığı cennet lügatinde yeri yoktur.
Cennetlikler yorulmayacaklarından dolayı uyumayacaklardır da. Çünkü uyku ancak yorulanların ve çalışanların dinlenmesi içindir; orada ise ne çalışma olacaktır, ne de yorulma!
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Uyku ölümün kardeşidir. Cennetlikler ise asla ölmeyeceklerdir.”[16]
10- Cennetin Aydınlığı: Cennette uyku olmayacağı için geceye de gerek olmayacaktır. Dolayısıyla cennette gece yoktur. Cennette ardı arkası kesilmeyen ve aralığı olmayan bir aydınlık nur olacaktır. Kurtubî ve başka âlimler şöyle demiştir:
“Cennette gece ve gündüz, güneş veya ay olmayacaktır. Cennetlikler daimî bir aydınlık içerisinde olacaklardır. Gecenin miktarını ancak perdelerin çekilip kapıların kapatılmasından; gündüzün miktarını ise perdelerin kaldırılıp kapıların açılmasından bileceklerdir.”
11- “Bizim Katımızda Daha Fazlası Vardır” (Kâf, 35) Müfessirler, bu ayette zikredilen fazladan verilecek nimetin Yüce Allah’ın güzel yüzüne bakmak olduğunda ittifak etmişlerdir. Bu nimet, cennet nimetlerinin en güzeli, memnuniyetin zirvesi, lezzetlerin en üstünüdür. Hiçbir nimet buna muadil olamaz. İnsanoğlunun ne lügati ne de kelimeleri asla bunu vasfetmeye ve anlatmaya yetmez.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Cennetlikler cennete girdiklerinde Allah onlara:
− ‘Artırmamı istediğiniz bir şey var mı?’ diye sorar. Onlar:
− ‘Yüzümüzü ak etmedin mi? Bizi cennete koyup ateşten korumadın mı? (daha ne isteyelim ki)’ derler. Bunun üzerine Yüce Allah (kullarının kendisini görmelerine engel olan) hicabı kaldırır... Onlar Rablerinin yüzüne bakmaktan daha güzel bir nimete mazhar olmamışlardır.”[17]
Nasıl olurda yüzüne bakma nimetine mazhar kılmasını Allah’tan istemezsin?
Nasıl olurda Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den nakledilen şu dua ile dua etmezsin:
“Allah’ım! Senden bitmek tükenmeyen bilmeyen bir nimet, ardı arkası kesilmeyen göz aydınlığı[18] ve kerîm olan yüzüne bakma lezzetini istiyorum.”
12- Allah’ın Razı olması Tüm Korku ve Üzüntüleri Yok Edecektir: Korku, ileride olabilecek bir şeyden kaynaklanan endişedir; üzüntü ise geçmişte olmuş bir şeyin neticesidir. İnsanoğlu dünyada rızkı için korkar, kendisi için korkar, ailesi için korkar; zulümden korku duyar, bilinmeyen bir şeyden korku duyar, ölümden korku duyar, fakirlikten korku duyar… Ve bununla birlikte çocuğunu kaybedince, rızkı elden gidince, sevdiği biri ölünce, bir yakını düşmanlık edince, çocuktan mahrum kalınca ve benzeri belalara da üzülür.
Bütün bu olanlar, ya bir günahın cezasıdır ya da Allah’ın kendisi sayesinde müminlerin derecelerini yükselteceği bir denemedir. Tabii bu dünya için böyledir. Ahrete gelince; orada ne ceza vardır ne de imtihan! Aksine orada kendisi ile korkunun yok olacağı rahmetler ve hoşnutluk vardır.
Dolayısıyla cennette hiçbir korku ve hiçbir üzüntü yoktur.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Cennetlikler cennete girdiklerinde Allah onlara: ‘Artırmamı arzuladığınız bir şey var mı?’ diye sual buyurur. Onlar da: ‘Ya Rab! Bize verdiklerinden daha büyük ne olabilir ki?’ derler. Bunun üzerine Allah: ‘Benim rızam/hoşnutluğum (bütün bunlardan) daha büyüktür’ buyurur.”[19]
NÜKTELİ BİR SÖZ
Ahmed b. Harb der ki:
“İçimizden birisi gölgeyi güneşe tercih ediyor. O halde bize ne oluyor da cenneti cehenneme tercih edemiyoruz?”
13- Cennete Girenlerin En Sonuncusu: Ebu Hureyre radıyallahu anh’den nakledilen bir hadiste geçtiği üzere, cennete en son girecek kimseye Allah azze ve celle şöyle buyuracak: “Dile benden ne dilersen!” Adam istedikçe isteyecek, diledikçe dileyecek. Hatta Allah, kendi lutfu ve keremi ile istemiş olduğu bu şeyleri bir bir ona hatırlatacak. Adamın bütün istekleri son bulunca Allah azze ve celle ona şöyle diyecek: “Bütün bu istediklerin bir katı fazlası ile sana verilecektir.”
Bu hadisi Ebu Hureyre radıyallahu anh’den nakleden Ata b. Yezid der ki:
Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh, Ebu Hureyre radıyallahu anh ile birlikte oturuyordu ve naklettiği hadisten hiçbir şeye itiraz etmiyordu. Ta ki Ebu Hureyre radıyallahu anh hadisi: “Bütün bu istediklerin bir katı fazlası ile sana verilecektir” şeklinde nakledinceye kadar… Ne zaman ki Ebu Hureyre hadisi bu şekilde nakletti, Ebu Said radıyallahu anh, hemen: “Bir katı fazlası ile değil, tam on katı fazlası ile verilecektir ey Ebu Hureyre!” diyerek itiraz etti. Ardından da şöyle dedi: “Şehadet ederim ki, ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in “İstediklerin senindir ve senin için tam on katı fazlası vardır’[20] buyurduğunu ezberledim.”
Ebu Hureyre radıyallahu anh der ki: “Bu adam cennete en son girecek adamdır.”
TEBRİKLER SANA EY SAÎD!
Hişam b. Yahya el-Kinanî anlatır:
“Seksen üç senesinde Rum topraklarında savaşıyorduk. Başımızda Mesleme b. Abdulmelik emir olarak bulunuyordu. Bizimle beraber Saîd İbn-i Haris isminde bir adam daha vardı ki, ibadet ehli biriydi. Gündüzleri oruç tutar, geceleri namaz kılardı. Ben onu gece veya gündüz her ne zaman görsem, mutlaka bir gayret içerisinde olurdu. Namaz vakti değilse veya yolda gidiyor olsak yine Allah’ı zikretmekten ve Kur’an okumaktan geri kalmazdı. Rum kalelerinden birini kuşatmışken bana ve ona aynı anda bir gece nöbet denk geldi. Bu nöbet bize ağır gelmişti. Bunun üzerine ben Saîd’e: “Biraz uyu. Düşman tarafından ne olacağını bilmiyorsun; eğer herhangi bir şey olursa en azından canlı olursun” dedim. Bunun üzerine çadırın bir tarafına yattı. Bende bulunduğum yerde mevzimi korumaya koyuldum. Ben tam bu hal üzereyken, birden Saîd’in sesini işittim. Uykuda konuşuyor, gülüyordu. Sonra sanki bir şeyler alırcasına sağ elini uzattı. Ardından yumuşak bir şekilde gülerek elini geri çekti. Sonra da “Bu gece olsun, bu gece olsun” dedi. Sonra sıçrayarak uyandı. Tekbir getirmeye, Lâ ilâhe illallah, demeye başladı ve Allah’a hamdetti. Ben:
− “Ebu Velid! Hayırdır ne oldu? (Uykudayken) sende ilginç şeyler gördüm. Ne olur gördüklerini bana anlat” dedim. Saîd:
− “Beni bu konuda mazur gör, (anlatamam)” dedi. Ben:
− “Arkadaşlık hakkı için anlat” dedim. (Beni kırmadı) ve anlatmaya başladı:
“Uykuya daldığımda iki adam geldi. Onlar gibi güzelini ve kâmilini hiç görmedim. Bana:
“Ey Saîd! Müjdeler olsun! Allah, günahlarını affetti, çalışmalarını şükranla karşıladı. Amellerini makbul buyurdu ve dualarına icabet etti. Haydi, bizimle gel de, Allah Teâlâ’nın senin için hazırladığı nimetleri sana gösterelim” dediler. Onlarla birlikte çıktım…
Acaba Cennette Ne Gördü?
Saîd gördüğü sarayları ve hûrileri bir bir anlatıyor… Şöyle devam ediyor:
“Büyük bir sarayın önüne geldik. Saray sanki saf gümüştendi ve parlayan bir nurdu. Kapısına gelince açılmasını istemeden açıldı. Özelliklerini kimsenin sayamayacağı bir yere girdik. Öylesi yer hiçbir beşerin hayaline bile gelmez. Sarayda tıpkı Allah Teâlâ’nın “Sıralanmış inciler.” (Tur, 24) dediği, yıldız gibi kadın ve erkek hizmetçiler vardı. Onlar bizleri görünce çeşitli güzel sözler, nağmeler söylemeye başladılar. Ve şöyle dediler:
“Bu Allah’ın velisidir. Allah’ın velisi geldi. Allah’ın velisine merhaba…”
Yürüdük ve altından yapılmış tahtların olduğu bir meclise geldik. Mücevherlerle süslenmişlerdi. Etraflarına altından mamul sandalyeler dizilmişti. Her tahtın üzerinde bir kadın vardı ki, Allah’ın mahlûkatı içerisinde hiçbir kimse onları vasıfedemez. Ama ortalarında bir tanesi vardı ki, hem yer olarak, hem güzellik bakımından hem de kusursuzluk olarak diğerlerinden çok üstündü. Beni götüren iki adam:
“Bu senin evin, bunlar da ailen. Rabbinin katında büyük rızaya işte burada kavuşacaksın” dediler ve geri dönüp gittiler. Kızlar bana doğru koşuştular. “Merhaba” diyerek saygı gösteriyorlar ve müjde veriyorlardı. Tıpkı gurbetten gelen birisinin ailesi tarafından karşılanması gibi…
Ortadaki tahta oturtana kadar beni kucakladılar. Ortadaki hatunun yanına oturttular. “Bu senin hanımındır. Onun gibi bir hanımın daha var. Seni bekleyişimiz çok uzun sürdü ey Saîd!” dediler. Ben onunla, o da benimle konuşmaya başladı.
− Neredeyim?
− Me’vâ cennetindesin.
− Sen kimsin?
− Ben senin ebedî hanımınım.
− Peki, diğeri nerede?
− Diğer sarayında.
− Neyse. Bugün senin yanında kalırım, yarın da onun yanına giderim” dedim ve elimi ona doğru uzattım. Elimi yavaşça geri itti ve:
− Bugün olmaz. Sen dünyaya döneceksin, dedi.
− Dönmek istemiyorum.
− Gitmen lazım. Orada üç gün kalacaksın. Üçüncü gece inşaallah yanımızda iftar edeceksin.
− Bu gece olsun! Bu gece olsun!
− Bu, hükme bağlanmış bir meseledir. (Israr etme).
Sonra yerinden kalktı. Onun kalkmasıyla ben de yerimden fırladım ve baktım ki uyanmışım…
Bu durumu gören Hişam ona:
“Kardeşim! Allah’a şükret. Allah, amelinin sevabını şimdiden sana göstermiş” dedi.
Hişam devamla der ki: sonra Saîd bana şöyle dedi:
− Senden başkası bu olayı gördü mü?
− Hayır.
− O zaman, Allah için senden istirham ediyorum; hayatta olduğum müddetçe bu olayı gizli tut.
− Tamam.
− Arkadaşlarımız ne yapıyor?
− Bazıları savaşıyor, bazıları ihtiyaç gideriyor…
Sonra Saîd kalktı, soyundu, yıkandı, koku sürünüp silahını aldı ve savaş yerine gitti. Yine oruçluydu. Akşama kadar savaştı. Arkadaşlarıyla beraber döndü. Arkadaşları bana:
“Bu adam öyle şeyler yaptı ki, daha önce o hareketlerin yapıldığını hiç görmedik. Şahadete hırsla atıldı. Kendisini okların, atılan taşların altına attı. Bütün bunların hiç biri ona isabet etmedi” dediler. Kendi kendime: “Onun durumunu bilseydiniz, aynısını yapmak için yarışırdınız” dedim.
Biraz yemekle iftar etti. Gece yine kıyamdaydı. Sabahleyin tekrar oruç tuttu. Dün yaptığının aynısını bugünde yaptı. Günün sonuna doğru döndü. Arkadaşları dün anlattıklarını bugünde anlattılar. Böylece üçüncü güne geldik…
İki gece geçmişti. Üçüncü gün (olacakları merak ettiğim için) bende onunla çıktım. Kendi kendime: “Onun durumunu görmem lazım” dedim. O, düşman arasında fırtınalar estiriyordu. Ben ise uzak bir yerden onu gözlüyor, ona yaklaşamıyordum. Güneş batmaya yaklaşana kadar böyle devam etti. O en canlı halindeyken birden kale duvarının üzerinde bir adamın ona ok hedeflediğini gördüm. Ok gelip onun göğsüne saplandı ve hızla yere düştü. Ben ona bakakaldım. Ve hemen (yardım etmeleri için) insanları çağırdım. Gelip onu hızla alıp çektiler. Henüz ölmemişti. Onu görünce: “Bu gece kendisiyle iftar edeceğin şeyler sana afiyet olsun. Keşke ben de seninle beraber olsaydım” dedim. Alt dudağını açtı. Bana işaret ederek durumunu gizlememle ilgili verdiğim sözü gülerek hatırlattı. Sonra şöyle dedi: “Bize verdiği sözü yerine getiren Allah hamdolsun.” Vallahi bundan başka bir şey söylemedi. Sonra da ruhunu teslim etti.
Hişam şöyle devam eder:
En yüksek sesimle bağırdım “Ey Allah’ın kulları! Amel edenler bunun gibi amel etsinler. Kardeşinizin durumu hakkında size söyleyeceklerimi iyi dinleyin” İnsanlar bana doğru toplandılar. Olayı onlara anlattım. O an ağlayanlardan daha çok ağlayan hiç kimse görmedim. Sonra askerleri sarsan bir tekbir getirdiler. İnsanlar birbirlerine olayı anlatmaya başladılar. Olay her tarafa yayıldı. Onun cenaze namazını kılmak için toplandılar. Olay Mesleme b. Abdulmelik’e de ulaşmıştı. O da geldi. Namazı kıldırması için onu öne geçirdik. Ama o: “Bilakis onun durumunu bilen arkadaşı, namazını kıldırsın” dedi.
Hişam şöyle devam eder:
“Onun namazını kıldırdım. Sonra onu defnettik ve kabrini kapattık. İnsanlar onun olayını konuşarak gecelediler. Kimisi kimisini teşvik ediyordu. Sonra sabahladılar ve kaleye yenilenmiş niyetlerle, Allah’a kavuşmaya iştiyak duyan kalplerle saldırdılar. Gün kuşluk vaktine kavuşmadan, Allah onun bereketiyle kalenin fethini bize nasip etti.”
CENNET ÖZLEM DUYMAKTADIR
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Şüphesiz ki cennet şu üç kişiye özlem duymaktadır: Ali, Ammar ve Selman.”[21]
Sen cennete henüz özlem duymuyorsun demektir!!!
Kardeşim!
O’nun cennetini arzulayabilmek için vaktinden ne kadarını ayırdın?
Gündüz iş-aş derdi, gece uyku telaşı…
Zayıf kalbin günlerin ve yılların derdi ile ucuzluk, pahalılık telaşıyla, çoluk, çocuk sıkıntısıyla ve yaz gelmeden yaz, kış gelmeden kış endişesi ile meşgul olmaktadır. Acaba kalbinin dertlerinden ahiret için ne bıraktın?
Kız yetiştirdin, erkek evlat everdin.
Peki, yolculuk günü için ne hazırladın?
Ne yaptın?
Ne ile hazırlandın?
Belkıs’ın tahtı gitti…
Züleyha’nın güzelliği yok oldu…
Karun’un mülkü yere battı…
Geriye Musab’ın zühdü, Ömer’in adli ve Ebu Bekir’in takvası kaldı.
Buluşmak cennette güzeldir.
Orada görüşmek dileği ile…
SÖZÜN ÖZÜ
Fuday b. İyad şöyle dermiş:
Âhh, ahh! Firdevs’e gitmek istiyor; peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salihlerle cennetinde Rahman’a konuk olmayı arzuluyorsun. Peki, bunu neyle elde edeceksin?
İşlediğin bir amelle mi?
Terk ettiğin bir şehvetle mi?
Yendiğin bir öfkeyle mi?
Yaptığın sıla-i rahim ile mi?
Kardeşinin affettiğin hatası ile mi?
Allah yolunda uzaklaştırdığın yakın veya yakınlaştırdığın uzak ile mi?
Hangisi ile?
Şimdi burada önüne seni cennete götürecek bazı şeyler koyacağım ki, bunlar birle sınırlı değil, birçok şeyden müteşekkildir:
“Bir bak, eşine karşı hangi durumdasın. (Unutma ki) o senin cennetin veya cehennemindir.”[22]
“Bir yol üzerinde insanlara sıkıntı veren bir ağaç dalı vardı. Adamın birisi onu kaldırdı ve bu sebeple cennete girdirildi.”[23]
“Müslüman bir kul, Allah’tan üç kere cenneti istediğinde cennet: ‘Allah’ım! Onu cennete koy’ diye dua eder.”[24]
“Kim bana iki çenesi ile iki bacağının arasını garanti ederse, bende ona cenneti garanti ederim.”[25]
“Kim iki serinlik namazını (sabah ve ikindi namazını) kılarsa cennete girer.”[26]
“Ayağına sarıl/ondan ayrılma; işte cennet oradadır!”[27]
“Ben,
1- Haklı bile olsa çekişip didişmeyi terk eden kimseye cennetin alt tarafında bir köşk verileceğine,
2- Şakadan bile olsa yalan söylemeyi terk eden kimseye cennetin ortasında bir köşk verileceğine
3- İyi huylu/güzel ahlaklı kimseye de cennetin en yüksek yerinde bir köşk verileceğine kefilim.”[28]
“Kim insanlardan hiçbir şey istememeyi bana garanti ederse, ben de ona cenneti garanti ederim.”[29]
Yazan: Dr. Hâlid Ahmed
Çeviri: İbrahim Gadban
[1] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr, 5410.
[2] Sahihtir. Bkz. Buharî, 748.
[3] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr, 5647.
[4] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr, 2125.
[5] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr, 6429.
[6] Hasendir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr, 6518.
[7] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr, 5182.
[8] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr, 5988.
[9] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr, 3799.
[10] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr, 3116.
[11] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr, 1633.
[12] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr, 510.
[13] Hasendir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr, 3119.
[14] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr, 5590.
[15] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr, 6109.
[16] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr, 6808.
[17] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr. 523.
[18] İslam âlimleri, bu hadiste yer alan “Göz aydınlığı” ifadesinden ne kastedildiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Kimileri “Bu salih bir nesildir” derken, kimileri de “namaz” demiştir. Bazıları ise bununla cennette ki sevabın kastedildiğini ifade etmiştir. Her bir gurubun kendine göre delilleri vardır. En doğrusunu ise bilen Allah’tır.
[19] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr. 524.
[20] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr. 7033.
[21] Hasendir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr. 1598.
[22] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr. 1509.
[23] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr. 4458.
[24] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr. 5630.
[25] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr. 6617.
[26] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr. 6337.
[27] Hasendir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr. 1248.
[28] Hasendir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr. 1464.
[29] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr. 6604.