“O size istediğiniz her şeyden verdi. Eğer Allah’ın nimet(ler)ini saymaya kalksanız sayamazsınız. Kuşkusuz insan çok zalim, çok nankördür!” (İbrahim, 34)
Buraya kadar izah etmeye çalıştığımız konuların içeriğinden, tevhid ve şirk meselesinin ne kadar önemli olduğunu sanırım anlamışsındır. İnsan ancak tevhidi ve Allah’a kulluğu ile insandır. Her ne zaman tevhidini bozar ve Allah’tan başka mercilere kul-köle olursa, insanlığını kaybeder ve hayvanlardan daha aşağı konuma düşer.
“Onlar hayvan gibidirler; hatta daha sapkındırlar.” (A‘râf Sûresi, 179)
“Onlar ancak hayvan gibidirler; hatta yol olarak daha sapkındırlar.” (Furkan Sûresi, 44)
Yaşadığımız şu çağda insanların insanlığını bitirip onları hayvanlardan daha aşağı konuma düşüren birçok şirk çeşidi vardır. Bu şirkler dünyanın değişik bölgelerine göre farklılık arz edebilmektedir. Örneğin kimisi ineğe taparak bu şirke düşerken, kimisi yıldızlara taparak bu pisliğe bulaşmaktadır. Lakin bu şirk çeşitleri içerisinde bir tanesi var ki −maalesef− dünyanın neredeyse her tarafını kaplamış, şu an yeryüzünde nefes alıp-veren herkesi içine almıştır. Evet, bu şirk “demokrasi şirki”dir.
Bu gün Allah’ın merhamet edip koruduğu pek az insan müstesna, neredeyse tüm insanlık bu şirke bulanmıştır. Kimisi ökçesine kadar, kimisi dizlerine kadar kimisi de boğazına kadar… Bazıları da var ki, bu şirkin içerisinde yüzmektedirler! Yani bu şirk onların her tarafını kaplamıştır!
Biz, Rabbimizin lütuf ve keremi ile inşâallah bu şirkin her çeşidinden ve tüm nevilerinden uzak durarak tevhidimizi muhafaza etmeye çalışmalıyız. Eğer bunu yapmazsak ebedî hüsrana uğrayan ve cehenneme girmeyi hak edenlerden oluruz ki bu, zararın ta kendisidir.
Demokrasi, bu gün birilerinin vazgeçilmez sevdası olmuştur; onunla yatar, onunla kalkar, onunla hem dem olurlar…
Böyle yapmalarının en büyük nedeni, bu idare tarzının onların şehvetlerine, arzu ve isteklerine çok fazla müdahale etmemesi, onlara sonsuz özgürlükler vermesi ve hayvanlar gibi yaşamalarına müsaade etmesidir. Eğer idare İslam’ın elinde olsa istedikleri gibi yaşayamayacak, arzularını diledikleri gibi gerçekleştiremeyecekler. İşte bu nedenle demokrasi onlarda bir sevdaya dönüşmüştür.
Demokrasi güçlünün hâkim olduğu rejimin adıdır. Çağdaş bir masaldan ibarettir. Her ne kadar tersi iddia ediliyor olsa bile, seçenlerin ve hatta seçilenlerin değil; seçtirenlerin ve derindekilerin irâdesi önemlidir. Demokrasi, bir Truva atıdır. Halka, oy vermeme hürriyeti bile vermeyen çağdaş dayatma rejimidir. %51 delinin % 49 akıllıya gâlip getirilmesinin adıdır. Müslümanla kâfirin, mücâhidle İslâm düşmanının, âlimle câhilin, aydınla avamın eşit olduğu adâletsiz rejimin adıdır demokrasi. Demokrasi açısından, oy veren insanlar, eşit olmasına eşittir, ama bazıları daha çok eşittir. Elli bir pirenin kırk dokuz file gâlip getirilmesidir demokrasi…[1]
Bu idare tarzı madem ki bu kadar tehlikeli, saçma ve hakka zıttır, o zaman ne olduğunu bilmemiz ve ona göre tavır almamız gerekmektedir.
Demokrasi, “Halkın −İlâhî bile olsa− başka hiçbir otoriteye boyun eğmeden kendi kendini yönetmesi, idare etmesi” demektir.
Demokrasi asıl itibari ile Yunanca bir kelime olup ‘demos’ ve ‘kratos’ kelimelerinin bileşiminden oluşmaktadır. ‘Demos’, ‘halk’ anlamına gelmektedir. ‘Kratos’ ise ‘idare’ demektir. Bu iki kelime ‘demokrasi’ şeklinde telaffuz edilmektedir. Manası ise harfi harfine ‘halkın idaresi’, ‘halkın otoritesi’ ya da ‘halkın yasama yetkisi’ demektir.
Şûrâ ile Demokrasi Aynı Şeyler midir?
Bazı çevreler İslamî idarenin vazgeçilmez esası olan “şûrâ” ile demokrasinin aynı anlama geldiğini, her ikisinin de istişâre mahsulü olduğunu ve aralarında her hangi bir zıtlık bulunmadığını iddia etmektedirler.
Acaba gerçektende mesele onların dediği gibi midir?
İslam’daki şûrâ ile demokrasi aynı şey midir?
Aralarında fark var mıdır?
Biz, meselenin daha iyi anlaşılmasını sağlamak ve hakkın ortaya çıkmasını temin etmek adına tüm bu sorulara doğru cevaplar bulmak ve bu iddiaların gerçekliliğini ortaya koymak zorundayız. Şimdi −inşâallah− şûrâ ile demokrasi arasındaki farklardan bazılarını zikredecek ve bu sayede meseleyi açıklığa kavuşturacağız. Gayret bizden tevfik Allah’tandır.
Bazıları hiç utanmadan, arlanmadan ve pervasızca İslam ile demokrasinin aynı şeyler olduğunu, aralarında en ufak bir farklılık olmadığını söylemektedirler. Bu insanlara şunu sormak isterim: Eğer bu iki kelime aynı ise ve aralarında her hangi bir fark yok ise neden demokrasi yerine İslam kelimesini kullanmıyor, konuşmalarınızda bunu dillendirmiyorsunuz? Çünkü siz de çok iyi biliyorsunuz ki, aklı başında olan ve idareyi elinde tutanlar sizin bu safsatanıza inanmamakta, kandırmaya çalıştığınız cahil halk gibi kanmamaktadırlar. Onlar bunu reddettikleri için onların olduğu yerlerde bu tür söylemlerde bulunamamaktadırlar.
Demokrasilerde verilen hükümler Allah kaynaklı değildir. İnsanların arzu ve isteklerinin neticesidir. Ya doğrudan tâğutların koyduğu kurallardır ya da halkın oylamasına sunulan kanunlardır. Şûrâ da ise kesinlikle verilen hükümler Allah’a muhalif olamaz. Çünkü şûrâ hiçbir zaman Allah’a rağmen ve Allah’a muhalif kanun koyamaz. Bu nedenle “şûrâ ile demokrasi aynı şeydir” demek hem Allah’a hem de demokrasiyi ortaya koyan insanlara atılmış bir iftiradır. Çünkü bu sistemi ortaya koyanlar da İslam ile demokrasinin aynı şeyler olmadığını ifade etmektedirler.
Bilindiği üzere İslam’da mutlak otorite, idare ve kanun yapma yetkisi sadece ve sadece Allah’ın hakkıdır. Allah’tan başka hiçbir kimsenin ve hiçbir makamın bu yetkileri kendinde görme salahiyeti yoktur. Bu, tüm İslam âlimlerinin ittifakla kabul ettiği bir hakikattir. Hangi muteber bir İslam kaynağını açarsanız açın, orada hâkimiyetin yalnızca Allah’a ait olduğunun vurgulandığını görürsünüz. Bu nedenle falanca kitapta şöyle geçer, filanca âlim şöyle demiştir, demeye gerek yoktur. Haddi zatında Kur’ân’a bakıldığında, Kur’ân’ın baştan sona bu gerçeği vurguladığı görülecektir. İşte bu nedenle bir insan “Ben Müslümanım” diyorsa eğer, onun zorunlu bir şekilde tek egemen ve tek hâkim olarak Allah’ı kabul etmesi gerekir. Aksi halde müslüman olamaz. Demokrasilerde ise bu yetki, halkın veya milletindir. Yani toplumun geneli, egemenliğe sahip kabul edilir. Hangi inanca sahip olurlarsa olsunlar, fertler birbirlerine eşit olduklarına göre, her bir şahıs, o hâkimiyetin bir birimine, bir parçasına sahiptir. Yani 70 milyonluk bir ülkede hâkimiyet, 70 milyon eşit parçaya bölünmüş demektir. Bunun Kur’ânî ifadesi 70 milyon ilâh kabul ediliyor, demektir…[2]
İslam’da hakkında ayet veya hadis olan bir mesele hakkında konuşmak, söz söylemek, fikir beyan etmek asla câiz değildir ve bu Allah ve Rasulünün önüne geçmektir. Rabbimiz şöyle buyurur:
“Allah ve Rasulü bir işi hükme bağladığında hiç bir mümin erkek ve hiç bir mümin kadına o işlerinde istediklerini yapma hakkı yoktur.” (Ahzab Sûresi, 36)
“Ey iman edenler! Sakın ha Allah’ın ve Rasulünün öne geçmeyin; Allah'tan sakının, doğrusu Allah işitir ve bilir” (Hucurât Sûresi, 1)
Müslüman, hakkında Allah ve Rasulünün emri olan bir meselede asla söz söyleyemez. Allah ve Rasulü ne demişse, onun için mesele bitmiştir. Örneğin Allah ve Rasulü, “Mirasta erkek kadından bir fazla alır” demişse müslüman “Bu niye böyledir. Bunda eşitlik yoktur” gibi laflar etmez. Ama demokrasilerde böyle değildir. Bir mesele hakkında on ayet, yirmi hadis bile olsa, çoğunluk aksini söylediği sürece doğru çoğunluğun dediği olarak kabul edilir. Bu nedenle demokrasilerde Allah’ın yasak kılmış olmasına rağmen, zina serbest olsun mu olmasın mı diye oylama yapılabilir. Hatta Allah’a sövmenin suç olup-olmadığı bile rahatlıkla tartıştırılan konulardandır.
Şûrâ, Allah adına karar veren bir makam olduğu için orada sadece Allah’ını bilen ve dininin âlimi olan insanlar konuşup söz söyleyebilir. Âlim olmayan ve yetkisi bulunmayan kimselerin orada olması ve konuşması söz konusu değildir. Ve yine İslam âlimle cahili, bilenle bilmeyeni birbirinden ayırmış, ikisini asla eşit görmemiştir. Ama gelin görün ki demokrasilerde mesele bunu tam aksinedir. Âlim-cahil herkes orada söz sahibi olabildiği gibi, inanan-inanmayan herkes de aynı şekilde söz sahibidir. Demokrasilerde bir cahil ile bir profesör eşittir; görüşleri, fikirleri ve düşünceleri aynı seviyededir. 30-40 yıl ilimle uğraşan bir bilge ile daha imza atmasını bile beceremeyen bir cahil eş değerdedir. Bu görüş, ilk bakışta adil gibi gözükse de dikkatlice düşünüldüğünde zulmün ve haksızlığın ta kendisidir. Bu bile demokrasinin ne kadar saçma ve mantıksız olduğunu ortaya koymak için yeterlidir.
Şûrâ ile demokrasinin birbirinden ayrıldığı en önemli noktalardan birisi işte burasıdır. Şûrâ, çoğunluğun ne dediğine veya ne diyeceğine değil, hakka ne kadar uyup-uymadığına bakar. Hakka uyduğunu tespit ettikten sonra dünyaya muhalif olsa bile o kararı uygular. Demokrasilerde ise durum bunun tam aksinedir. Hakka, yani Kur’ân ve Sünnete aykırı olsa bile çoğunluğun görüşü bağlayıcıdır. % 49 erkek, erkekle evlenemez, dese; % 51 hayır evlenebilir, dese % 51’in dediği olur ve erkek, erkekle evlenebilir.
Şûrâ, Allah’ın emri ve tavsiyesidir. Bu nedenle ona inanmak ve onunla amel etmek farzdır. Demokrasi ise Allah düşmanlarının ortaya attığı pis ve şirk dolu bir idare tarzıdır. Bu nedenle onu inkâr etmek, kabul etmemek, reddetmek imanın bir gereğidir.
Şûrâ, hakkında Kur’ân ve Sünnette hüküm olmayan bir konuda karar alacak olsa bu, onların başında bulunan halifeyi bağlayıcı değildir. Halife, hakkında nass olmadığı için kendi ictihadıyla onlara muhalefet edebilir. Ama demokrasilerde böyle değildir. Hakka ters bile olsa çoğunluğun görüşü geçerlidir ve bağlayıcıdır.
İşte buraya kadar saydığımız şeyler, demokrasi ile İslam’ın birbirinden ayrıldığı noktalardan bazılarıdır. Aralarındaki ayrılıkları sayacak olsak hacimli bir kitaba ihtiyaç duyarız. Bu nedenle biz bu kadarıyla yetiniyoruz. İnşâallah bunda aklı olan kimseler için yeterli ve ikna edici deliller vardır.
Faruk Furkan
(Lâ İlâhe İllallâh Ne Demek Biliyor musun?
adlı eserden alıntılanmıştır.)