“Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Ama kendilerinden başkasını aldatamazlarda yine de farkına varamazlar.” (Bakara, 9)

DÖRDÜNCÜ İPUCU: “Allah ve Rasûlü’ne İtaat”

RAHMETLİ OLMANIN İPUÇLARI -4-

بسم الله الرحمن الرحيم

Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…

DÖRDÜNCÜ İPUCU:

“Allah ve Rasûlü’ne İtaat”

 

Bir önceki yazımızda rahmetli olmanın ipuçlarından biri olan “Kur’ân Okunurken Susup Pür Dikkat Kesilmek” konusunu ele almaya çalışmıştık. Bu yazımızda ise inşâallah diğer bir rahmet ipucunu ele alarak, rahmet denizindeki yolculuğumuza devam edeceğiz. Bu yazımızdaki rahmet ipucumuz, “Allah ve Rasûlü’ne itaat…” Rabbimiz şöyle buyurur:

وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

“Rahmet edilmeniz için Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin.” (Âl-i İmrân, 132)

Âl-i İmrân Suresi’nde yer alan bu âyet, net bir biçimde Allah’a ve Rasûlüne itaat etmenin bizleri rahmete müstahak kılacağını ortaya koymaktadır. Bir mümin, hayatını Allah’a ve Rasûlüne göre ayarlar, onların sözlerini kendisine kılavuz yapar ve bu doğrultuda bir yaşam ortaya koyarsa kesinlikle “rahmetli” olmaya hak kazanır ve gerek dünyada gerekse âhirette Allah’ın merhametiyle muamele görür. Bir insan da Allah’ın merhametiyle muamele gördü mü, artık onun için hiçbir korku yoktur.

Allah’ın rahmeti, ahirette bizleri kurtuluşa erdirecek yegâne sebeptir. Eğer o olmazsa bizlerin cennete girmesi asla söz konusu olamaz. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem arkadaşlarıyla bir arada bulunduğu bir sırada onlara:

— (İşlerinizde) orta yolu tutunuz, dosdoğru olunuz. Biliniz ki, hiç biriniz ameli sayesinde kurtuluşa eremez, buyurdu. Bunun üzerinde orada bulunan sahabîler:

— Sen de mi kurtulamazsın ey Allah’ın Rasûlü?” diye sordular. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

Evet, ben de kurtulamam. Ancak Allah rahmet ve keremi ile beni bağışlamış olursa, o başka! buyurdu.[1]

Bir insanı, Allah’ın rahmetinden başka cehennem azabından koruyup kurtaracak hiçbir şey yoktur. Ne amelleri, ne ibadetleri, ne de yaptığı diğer güzellikler… Evet, bunların hiçbirisi onu Allah’ın azabından kurtarmaya yetmez. Çünkü bunlar ne kadar güzel olursa olsun, asla Allah’ın hakkını yerine getirme ve O’na layık olduğu şekliyle eda edilme noktasında yeterli değildir. Bazen kusurlu olur, bazen de yetersiz… Bu nedenle sırf bunlara güvenerek Allah’ın azabından emin olmaya kalkışmak cahillikten başka bir şey değildir. Ancak Allah’ın rahmet ve merhameti ile muamele etmesi başka; işte o zaman iş değişir ve kul Allah’ın cehenneminden kurtulur, emin olur.

Burada yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için hemen şu gerçeğin altını çizmemiz gerekmektedir: Bizim, insanların amellerinin onları cehennemden kurtarmayacağına dair söylemiş olduğumuz söz, onların amelleri terk etmelerine gerekçe teşkil etmez; zira Allah onların rahmete müstahak olmalarını ve neticesinde cennete girmelerini ancak amel işlemeleri şartına bağlamıştır.

وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ مِنْ ذَكَرٍ أَوْ أُنْثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُولَئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ نَقِيرًا

 “Erkek veya kadın, kim mümin olarak sâlih amellerde bulunursa, işte onlar cennete girerler ve kendilerine zerre kadar zulmedilmez.” (Nisâ, 124)

فَمَنْ كَانَ يَرْجُو لِقَاءَ رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَدًا

Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa sâlih amel işleşin ve Rabbine ibadetinde hiçbir kimseyi (O’na) ortak koşmasın.” (Kehf, 110)

أَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ جَنَّاتُ الْمَأْوَى نُزُلًا بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

“İman edip sâlih ameller işleyenlere gelince, onlara yaptıklarına karşılık olarak, konaklayacakları Me’vâ cennetleri vardır.” (Secde, 19)

أُولَئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ خَالِدِينَ فِيهَا جَزَاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

“İşte onlar, cennet halkıdır, yaptıklarına karşılık olmak üzere orada ebedi kalacaklardır.” (Ahkâf, 14)

Tüm bu âyetler ve zikredemediğimiz diğerleri, bizim söylediğimizin doğruluğunu ispat eden birer kanıt niteliğindedir. İzahı sadedinde bulunduğumuz “Rahmet edilmeniz için Allah’a ve Rasûlüne itaat edin.” (Âl-i İmrân, 132) buyruğu da aslında bunun açık bir delilidir.

Bizler elimizden geldiği kadar amel işleyecek, taatlere sarılacak, Allah’a ve Rasûlüne itaat edeceğiz; Rabbimiz de bizim bu gayretimizi rahmeti ile değerlendirerek inşâallah bizleri cennetine koyacaktır.

İslam’da bu denge gerçektende çok önemlidir. Eğer bu dengeyi düzgün bir biçimde kuramazsak ya aşırılığa ya da olması gereken seviyenin gerisine kayarız ki, bunun sonu –Allah muhafaza– hüsran olur.

Ashab-ı Kirâm, “Ashab-ı Kirâm” olmadan önce dünyanın en düşük, en rezil ve en merhamet yoksunu toplumlarından birisinin fertleri idiler. Lakin Allah ve Rasûlüne iman ve itaatlerinden sonra dünyanın en şerefli ve en merhametli insanları haline geliverdiler. Merhamet abidesi oldular. Daha düne kadar el sürmeye kıyılamayacak kadar şirin kız çocuklarını diri diri toprağa gömen kimselerken, Allah ve Rasûlüne bağlılıklarından sonra bir karıncayı bile incitemeyecek kadar şefkat sahibi kimseler oldular.

“Onları bu hale getiren şey neydi acaba?” denilirse buna verilecek cevabımız onların Allah ve Rasûlüne olan bağlılıkları şeklinde olacaktır. Onlar, Allah ve Rasûlüne bağlandıktan, itaat ettikten sonra hayatlarını daima onların gösterdiği doğrultuda yaşamaya çalıştılar ve bu sayede hem rahmetin, hem şefkatin, hem de insanlığın numune-i imtisali oldular.

Onlar çok iyi biliyorlardı ki, rahmet ve merhamete nail olmanın tek yolu, rahmet ve merhametli olmaktan geçiyordu. Çünkü onlar, Efendilerinden her daim şu benzersiz kelimeleri işitiyorlardı:

“Rahmet etmeyene rahmet edilmez!”[2]

İşte bu nedenledir ki onlar sürekli bu rahmete erişme duygu ve düşüncesiyle hareket ettiler, hayatlarını hep bu ilke üzere oturtmaya çalıştılar. Onların bu samimiyetini gören Rabbimiz de, onlara rahmet kanatlarını gererek tüm insanlığın karşısına kendilerini birer numune-i imtisal olarak sundu.

Allah ve Rasûlü’ne İtaat Mutlaktır

Allah ve Rasûlüne yapacağımız itaat, mutlak bir itaattir. Yani her türlü kayıt ve şarttan âzade ve tüm sorgulamalardan uzak bir itaattir. Ama Allah ve Rasûlü’nün dışında kalan kimselere yapacağımız itaat –ki bu kimselerin yönetici, şeyh, üstat, anne, baba veya bir başka kimse olması fark etmez– böyle değildir. Onlara yapılacak itaat, ancak onların Allah ve Rasûlüne muhalefet etmemeleri şartına bağlıdır. Şayet onlar Allah’a ve Rasûlüne muhalefet ederlerse, bu durumda onlara ne itaat edilir, ne de sözleri dinlenir.

İşte bizlerin meseleye bakışı böyledir; zira Kur’ân baştan sona bu hakikati anlatır. Yani mutlak ve kayıtsız şartsız itaatin yalnız Allah ve Rasûlüne yapılması gerektiğini ve bu iki mercinin dışında kalanlara, ancak onların Allah’a ve Rasûlüne itaat etmeleri durumunda itaat edilebileceği gerçeğini anlatır. Bundan ötürü biz, karşımızdaki varlık kim olursa olsun öncelikle onun Allah’a ve Rasûlüne olan itaatine bakarız, sonrasında da ona yapacağımız itaatin sınırını belirleriz.

Kur’ân’da Allah ve Rasûlü’ne İtaat Edenlere Vâdedilenler

Kur’ân, birçok ayetinde Allah ve Rasûlü’ne itaat edenlere verilecek nimetlerden söz eder. Şu ayetler bunlardan bazılarıdır:

وَمَنْ يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ

 “Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse, Allah onu, zemininden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere sokar. İşte büyük başarı budur!” (Nisâ, 13)

وَمَنْ يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظِيمًا

Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse, muhakkak o, büyük bir başarıya ulaşmıştır.” (Ahzâb, 71)

وَمَنْ يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَمَنْ يَتَوَلَّ يُعَذِّبْهُ عَذَابًا أَلِيمًا

Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse, Allah onu, içinden ırmaklar akan cennetlere koyar. Kim de yüz çevirirse, onu elem dolu bir azaba uğratır.”  (Fetih, 17)

وَمَنْ يُطِعِ اللَّهَ وَالرَّسُولَ فَأُولَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاءِ وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَئِكَ رَفِيقًا

Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle ve sâlihlerle birlikte olacaklardır. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (Nisâ, 69)

وَمَنْ يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَيَخْشَ اللَّهَ وَيَتَّقْهِ فَأُولَئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ

Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat eder, Allah’tan korkar ve O’na karşı gelmekten sakınırsa, işte onlar başarıyı elde edenlerin ta kendileridir.” (Nûr, 52)

Kur’ân’da Allah ve Rasûlü’ne İsyan Edenlere Yapılan Tehditler

Birçok ayetinde Allah ve Rasûlü’ne itaat edenlere verilecek nimetlerden söz eden Kur’ân, buna karşın birçok ayetinde de onlara isyan edenlerin karşı karşıya kalacağı azap ve ikabtan bahseder. Bu ayetlerden bazıları şunlardır:

وَمَنْ يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُبِينًا

 “Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.”  (Ahzab, 36)

وَمَنْ يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَإِنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا

“Her kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz onlar için, içinde ebedî kalacakları cehennem ateşi vardır.” (Cin, 23)

وَمَنْ يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا فِيهَا وَلَهُ عَذَابٌ مُهِينٌ

“Kim de Allah’a ve Peygamberine isyan eder ve O’nun koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu ebedî kalacağı cehennem ateşine sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.” (Nisa, 14)

فَلْيَحْذَرِ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَنْ تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ

“O’nun (Peygamberin) emrine muhalefet edenler, başlarına bir belânın gelmesinden veya elem dolu bir azaba uğramaktan sakınsınlar!” (Nûr, 63)

Bu Âyetle Nasıl Amel Edebilirim?

Bu âyet, yani Âl-i İmrân Suresi’nin 132. âyeti, başta da değindiğimiz gibi kendisiyle amel etmemiz halinde bizlerin Allah’ın rahmete mazhar olacağını müjdelemektedir. Bu rahmete erişebilmemiz için bizlerin;

● Her konuda Allah ve Rasûlü’nün hükmüne kayıtsız şartsız teslim olması,

● Hiçbir konuda başkalarının söz ve görüşlerini onlarınkinin önüne geçirmemesi,

● Onların emir buyurdukları şeyleri titizlikle yerine getirmeye çalışması,

● Yasakladıkları şeylerden son derece uzak durması,

● Namaz, oruç, zekât ve hac gibi ibadete dönük konularda hassas davrandığı gibi, ahlaka ve âdaba yönelik konularda da onlardan bize gelen buyruklara sarılması gerekmektedir.

Bizler bu ve benzeri amelleri işlemeye riâyet ettiğimizde Allah’ın rahmet esintilerini ensemizde hissedecek ve merhamete adım adım yaklaştığımızı fark edeceğiz.

Ne mutlu hayatını Allah ve Rasûlüne itaatle geçirenlere!

Faruk Furkan

 



[1] Müslim, Münâfikîn 76, 78. Ayrıca bk. Buhârî, Rikak 18, Merdâ 19; İbn-i Mâce, Zühd, 20.

 

[2] Buharî ve Müslim rivayet etmiştir.

Okunma Sayısı:2884