“Hani biz meleklere: “Âdem’e secde edin” demiştik de, Şeytan hariç hepsi secde ettiler. O reddetti, kibirlendi ve kâfirlerden oldu.” (Bakara/34)

HER TÜRLÜ ARACILIK ŞİRK MİDİR?

 

Allah’a ibadet ederken “araya bazı aracılar koymanın” veya daha orijinal bir ifadeyle söyleyecek olursak “tevessül meselesinin” hükmü hakkında kardeşler arasında bazı yanlış bilgiler var. İslam bu konuda detaya gittiği ve her bir başlığı ayrı değerlendirdiği halde, kardeşlerden kimileri eksik bilgilerinden dolayı bütün aracılıkları, her türlü tevessül çeşidini şirk zannedip “falan şeyin hatırına” diyen herkesi kâfir kabul ediyor, kimisi ise bu noktada daha dengeli bir yol izleyerek taksimat yolunu tutuyor.

Acaba gerçekten de İslam nazarında her türlü aracılığın veya bütün tevessüllerin hükmü şirk midir?

Bu meselenin gerçek hükmü nedir?

Yoksa bu konuda da bazı detaylar var mıdır?

Şimdi inşâallah aşağıdaki taksimatı yaparak, İslam nazarında aracılığın/tevessülün hükmünün ne olduğunu izah etmeye çalışacağız. Kardeşlerimizden, zikredeceğimiz taksimatı güzelce hıfzederek “aracılık/tevessül” meselesinde doğru bilgiye sahip olmalarını istirham ediyoruz.

Kur’ân ve Sünneti gözden geçirdiğimizde İslam’a göre üç türlü aracılık/tevessül olduğunu görürüz:

Şirk olan aracılık,

Bid‘at olan aracılık,

Caiz olan aracılık…

Bunların her birinin kendisine göre tanımı ve kısımları vardır.

YAPILMASI ŞİRK OLAN ARACILIK

Eğer bir insan, Allah’a giden yolda ibadetlerden herhangi birisini kendilerine sunarak araya bazı zatları koyar ve sadece Allah’a yapılması gereken bir kulluk fiilini onlara da sunarsa, bu, şirk olan aracılık olmuş olur. Örneğin başı dara düştüğünde:

“Yetiş ya şeyhim”, “Ey gavsım, yardımıma gel”,

“Ey sâlihler, sıkıntımı giderin” gibi ifadelerle tevessülde bulunursa, burada ibadetlerden birisi olan “duayı” Allah’tan başkasına sarf etmek söz konusu olduğu için böylesi bir insan şirke düşmüş olur. Bu tevessül, istiğâse ile aynı anlamda olan tevessül/aracılıktır. Akaidle alakalı kitaplar okunurken “Bu tevessüldür; dolayısıyla şirktir” gibi ifadelerle karşılaşıldığında, kast edilenin bu kısım olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.

YAPILMASI BİD‘AT OLAN ARACILIK

Bir insan, hürmetli olduklarına dair haklarında delil bulunmayan bazı zatları, sırf onların Allah katında değerli olduğunu düşünerek duasında araya koyar ve onların hürmetine Allah’tan bir şeyler isterse, bu, bidat olan aracılık olmuş olur. Bu kısmın hükmü haramdır.

Burada dikkat edilmesi gereken en temel şart; onların hatırına Allah’tan bir şeyler isterken ibadet sayılan herhangi bir eylemi kendilerine sunmamaktır.

Eğer kişi, ibadet sayılan bir sözü veya fiili onlara sunarsa, o zaman bu, bidatlikten çıkar ve bir önceki kısma dâhil olarak şirk hükmünü alır. Bu ince ayrıntıyı kaçırmamak gerekir.

Bu kısma da:

“Allah’ım falan âlimin hürmetine bana şunu ver”,

“Filan yerin hatırına şu sıkıntımı gider”,

“Şu günün, şu ayın, şu şehrin yüzü suyu hürmetine yardım et” gibi sözleri örnek verebiliriz.

 Dikkat edilirse burada talep ve istek direkt Allah’a yöneltilmektedir; sadece bu yönlendirme yapılırken değerli olduğu düşünülen bir şey araya konmaktadır.  İşte bu, bu kısmı şirk seviyesinden düşürüp bid‘at konumuna koymaktadır. Eğer birinci maddenin örneklerinde olduğu gibi, talep ve istek Allah’a değil de bir zata yönlendirilmiş olsaydı, o zaman bu şirk olurdu.

İmam Ebu Hanife rahimehullah’ın şöyle dediği nakledilir:

 “Hiç kimsenin Allah’tan başka biriyle Allah’a dua etmesi doğru değildir.”

Yine şöyle dediği de nakledilmiştir:

Ben dua eden bir kimsenin ‘Arşının izzet makamları’ veya ‘kullarından falanın hakkı için’ diye dua etmesini kerih görüyorum.” [1]

Hanefîlerin büyük fakihlerinden İmam Kâsanî der ki:

ويكره للرجل أن يقول في دعائه أسألك بحق أنبيائك ورسلك وبحق فلان لأنه لا حق لأحد على الله سبحانه وتعالى

“Kişinin dua ederken: ‘Nebilerinin, rasûllerinin ve falan kişinin hatırı için senden istiyorum’ demesi mekruh olur; çünkü hiç kimsenin Allah üzerinde bir hakkı yoktur.”[2]

Hanefilerden İmam Muhammed’e göre “mekruh” lafzının “haram” ile neredeyse eş anlamlı olduğu; Ebu Hanife ve Ebu Yusuf’a göre ise “tahrimen mekruh” manasına geldiğini bilerek bu ibareyi değerlendirmek gerekir.

Netice olarak; Allah’ın, kendisi ile tevessül edilebileceğine dair hakkında delil indirmediği hiçbir şeyi araya koyarak istekte bulunmak doğru değildir; velev ki bu aracı Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bile olsa…

YAPILMASI CAİZ OLAN ARACILIK

Kur’ân ve Sünnetin nassları, bizlere ancak şu üç şeyle tevessülde bulunmanın caiz olduğunu ifade etmiştir.

Allah’ın İsim ve Sıfatlarıyla Yapılan Tevessül

Bir kulun:

Allah’ım! Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin, er-Rahîm olansın; bu nedenle bana merhamet et”,

“Allah’ım! Sen eş-Şâfi olansın; bu isminin hürmetine bana şifa ver”,

“Allah’ım! Sen el-Kerîm olansın; bu isminin hürmetine bana ikramda bulun” diyerek dua etmesi bu kabildendir. Bu ve benzeri isimleri vesile edinerek Allah’tan istekte bulunmak caizdir. Rabbimiz şöyle buyurur:

 “En güzel isimler Allah’ındır; o halde O’na o güzel isimleri aracı edinerek dua edin” (A'râf, 180)

Bir adam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında şöyle dua etti:

Allah’ım! Senden başka hiçbir ilahın olmadığına, Senin tek ve Samed olduğuna, doğurmadığına, başka birisi tarafından doğrulmadığına ve hiçbir şeyin senin dengin olmadığına şehadet ettiğim için (yani bunun hatırına) Senden istiyorum.”

Bunu duyan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem adama:

“Allah’tan öyle bir isimle istedin ki, O, bununla istenince verir, bunu zikrederek dua edene icabet eder” buyurdu.[3]

Sâlih Amellerle Yapılan Tevessül

Bir Müslümanın: “Allah’ım! Sana iman ettiğim, Rasulü’nü sevdiğim ve dinine ittiba ettiğim için benim şu ihtiyacımı yerime getir”, “Allah’ım! Kıldığım namazlar, tuttuğum oruçlar ve yaptığım hayırlar hatırına bana şunu ver” diyerek dua etmesi bu kısma dâhildir.

 Şu iki âyet, bunun delillerindendir:

 “Onlar ki: ‘Rabbimiz! Biz iman ettik (o halde) bizim günahlarımızı bağışla ve bizi ateş azabından koru’ derler.” (Al-i İmran, 16)

(Havariler) dediler ki: Rabbimiz! İndirdiğine iman ettik ve peygamberlere uyduk. O halde bizi şahitlerle birlikte yaz.” (Al-i İmran, 56)

Bu anlamda daha birçok ayet-i kerime vardır.

Mağaraya sıkışan ve sâlih amellerini zikrederek içine düştükleri kötü durumdan kurtulan üç kişinin meşhur hikâyesi de, sâlih amellerle tevessülde bulunmanın caiz olduğunu ifade eden Nebevî bir delildir.

BİR MÜSLÜMANIN DUASI İLE YAPILAN TEVESSÜL

Bu da, kişinin iman ve ihlâsına güvendiği bir kimseye:

“Ey Allah’ın kulu, şu içinde bulunduğum sıkıntıyı gidermesi için Allah’a dua eder misin” demesi veya “Allah’ım! Falancanın benim için yaptığı dua vesilesi ile şu dileğimin yerine getirmeni istiyorum” diyerek dua etmesi şeklinde olur.

İşte zikrettiğimiz bu üç madde, İslam Şeriatı’nın bizler için meşru kıldığı aracılığı ifade etmektedir.

SONUÇ

Buraya kadar zikrettiğimiz şeylerden açığa çıktığına göre, Dinimizde aracılığın bir kısmı caiz iken, iki kısmı caiz değildir.

Allah’ın isim ve sıfatlarıyla yapılan aracılık, sâlih amellerle yapılan aracılık bir de samimi bir Müslümanın duası ile yapılan aracılık caizdir.

İbadetlerden herhangi birisini kendilerine sunarak birilerini araya koymak şirktir.

Herhangi bir ibadeti kendilerine takdim etmeksizin, sadece onların Allah katında değerli olduğunu düşünerek birilerini araya koymak ise bid‘attir.

Rabbim hakkı hak olarak bilip kabul etmeyi, bâtılı da bâtıl olarak bilip benimsemeyi hepimize kolaylaştırsın.

 

 

İbrahim Gadban

 



[1] Bu kaviller, Hanefî fıkıh kitaplarının birçoğunda kaydedilmiştir.

[2] Bedâiu’s-Sanâi‘, 11/368.

[3] Ebu Davud, 1493.

Okunma Sayısı:7356