“Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki, sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” (21/Enbiya, 10)
بسم الله الرحمن الرحيم
Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…
İslam davetçisinin insanları kazanabilmesi için elinden gelen her şeyi yapması gerekmektedir. Davetçi, davet ettiği her bir insanın kendisini cennete ulaştıran bir basamak olduğunu bilir. Bu nedenle de onları kazanmak için çaba sarf eder.
İnsanları kazanmanın birçok yolu ve metodu vardır. Biz bunlardan bazısını anlatmaya çalışacağız:
Davetçinin insanları tevhide davet etmeden önce onların kalplerini kazanması gerekmektedir. Davetçi insanların tamamını kuşatacak ölçüde geniş bir kalbe sahip olmalıdır. Onların rengi, cinsi, yapı ve karakterleri davetçiye hiç de önemli gelmemeli; tüm bu farklılıklara rağmen onları kuşatıcı bir bütünlükle kucaklayabilmelidir. Onları tevhide davet etmeden önce onların kalplerini kazanmalı, kendi güvenini onlara aşılamalı, en güzel üsluplarla onlara hitap etmelidir ki bu sayede daha sonraları anlatacağı şeyler hususunda ciddi bir alt yapı hazırlamış olsun. Unutulmamalıdır ki Mekkeli müşrikler daha Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem kendilerine gönderilmeden önce O’nu “Sadık” ve “Emin”[1] vasfıyla nitelendiriyorlardı. Rabbimiz şöyle buyurur: “Ve muhakkak ki sen pek büyük bir ahlak üzerindesin.” (Kalem, 4) “Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe, 128)
Davetçinin insanları kazanabilmesindeki en önemli şeylerden birisi de hiçbir menfaat beklemeden onlara iyilik ve ihsanda bulunmasıdır. İnsanlara bir şeyler anlatmadan önce onlara iyilik etmek gerekir. Bu, hem onları kazanma konusunda çok ciddi bir kolaylık sağlayacak hem de onlardan gelebilecek eziyetlerin önüne set çekmiş olacaktır. Yaptığımız iyilik, davamızı kabul etmeseler bile onların ağzını gemleyecek, gördükleri iyiliklerden dolayı bizlere karşı daha da müşfik olacaklardır.
İnsanoğlu kendisine değer veren insanlara meyleden bir yapıda yaratılmıştır. Bir insan karşısındaki kişiye değer veriyor ve ona saygı ile muamele ediyorsa bu mutlaka onda iz bırakır, tesir meydana getirir. Onun kendisine iyi ve güzel davranması kendisini de ona değer vermeye, güzel davranmaya ve ona hürmet etmeye sevk eder.
Önderimiz Hz. Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem bu ilkeyi hayatında tatbik etmiş ve insanlara konumlarına göre muamele ederek saygın kimselere saygınlıklarına yakışır bir şekilde taltifte bulunmuştur. Allah’ın Rasûlü genel olarak insanların hepsine hürmet eder ve onlara saygıyla muamelede bulunurdu; ancak eğer muhatabı kavmi içerisinde saygın ve şerefli ise, o zaman ona olan iltifatı daha fazla olurdu. Rasûlullah’ın hayatında bunun birçok örneğini bulmak mümkündür. Sümâme b. Usâl, Ebu Sufyân ve Akra‘ b. Hâbis gibi kavmi içerisinde önemli bir konuma sahip olan kimselere yaptığı muamele hepimizin malumudur.
Bir gün Hz. Âişe’ye bir dilenci gelmişti. Âişe radıyallahu anhâ ona bir parça ekmek verdi. Sonra kılığı kıyafeti düzgün bir başka adam geldi. Onu da sofraya oturtarak yemek ikram etti. Kendisine bu (farklı) davranışının sebebini soranlara ise şöyle cevap verdi:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “İnsanlara mevki, makam ve seviyelerine göre muamele ediniz” buyurmuştur.[2]
Evet, insanlara mevkilerine göre muamele etmek gerekir. Bu onları kazanmada çok önemli bir husustur. Onlara, diğer insanlara nazaran farklı muamelede bulunmak iki yüzlülük değildir kesinlikle. Bu, onları kazanabilmek için izlenilen farklı bir metottan başka bir şey değildir. Bu nedenle bazı insanların meselenin künhünü anlamadan, “bu ayırımcılıktır, bu iki yüzlülüktür” gibi laflar etmesi yüzeysellikten başka bir şeyle izah edilemez.
Anlatmaya çalıştığımız bu uygulamanın elbette herkesi kapsaması mümkün olmayabilir. Bu durumdan fıtratları bozulmuş, iyilik ve hürmetten bir şey anlamayan, kaba-saba kimseleri çıkarmak gerekir. Böylelerine saygı ve hürmetin en âlâsı ile muamele edilse yine de anlayıp idrak edemezler! Bu nedenle böylelerinin bizim konumuzla alakası yoktur. Firasetli bir İslam davetçi bu tür insanları iyi tespit ederek onlara karşı nasıl muamele edeceğini bilmelidir.
İnsanların dertleri ile dertlenmek ve onların sorunları ile ilgilenmek Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in sünnetlerindendir. Zikredeceğimiz şu olay bunun en iyi kanıtlarından birisidir: Raûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem zamanında “Berîre” isminde bir hanım vardı. Bu hanım Mugîs denilen bir köle ile evli idi. Muğîs, Berîre’yi çok sever ve ona karşı son derce muhabbet duyardı. Buna karşılık Berîre eşinden nefret ederdi. Sonraları aralarında meydana gelen bazı sebeplerden dolayı ayrılmak zorunda kaldılar. Bu olay hakkında İbn-i Abbas radıyallâhu anh “Muğîs’in Berîre’nin ardından gözyaşları sakallarını ıslatacak derce de ağlayarak dolaştığı hiç de aklımdan çıkmaz!” demiştir.
Bu olaya şahit olan Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, sahabîsinin sıkıntısı karşısında duyarsız kalmamış, onun derdi ile dertlenerek acısını paylaşmaya çalışmıştır. Hatta Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in Abbas radıyallâhu anh’a şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ey Abbâs! Mugîs’in Berîre’ye olan aşırı sevgisine, Berîre’nin de Mugis’e olan nefretine hayret etmez misin?” Daha sonra Peygamberimiz aralarındaki sıkıntıyı giderebilme adına Berire ile konuşmaya karar vermiş ve ona şöyle demiştir:
~Keşke şu Mugîs’e dönsen, olmaz mı?” Bunun üzerine Berîre:
~Ya Rasûlallah! Ona dönmem sizin emriniz midir? demiş. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem:
~ Hayır, ben (emretmiyorum) ancak aracılık ediyorum, buyurmuştur.
Sonra Berîre:
~Öyleyse benim o adama ihtiyacım yoktur, diyerek karşılık vermiştir.[3]
Görüldüğü üzere Allah’ın Rasûlü, sahabîsini karşılaşmış olduğu sıkıntısı ile yüz yüze bırakmamış, aralarını bulabilme adına hemen devreye girmiştir.
Hadis kitapları gözden geçirildiğinde Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in buna benzer birçok olayı ile karşılaşmak mümkündür. O, hiçbir zaman insanları kendi halleri ile baş başa bırakmamış, aksine hep onların dert ve sorunlarıyla ilgilenmeye çalışmıştır. İnsanların kalplerini kazanmak isteyen bir davetçinin de bu sünneti kendisine rehber edinmesi gereklidir.
İnsanların kalplerine hükmedebilmenin diğer bir yolu da onlara karşı şefkatli ve müşfik olmaktır. İnsanlara gerçektende kendilerini kurtarma çabası içerisinde olduğumuzu hissettirebilmeliyiz. Karşımızdaki muhatap bizleri dinlediğinde “Bu adam gerçektende bana karşı iyi duygular besliyor” diyebilmelidir. Derdimiz adamın akidesinin bozukluğunu ispat edip, sonrasında da hüküm cümlesini anlına yapıştırmaktan ibaret olmamalı.
Burada önemli bir hususun altını çizmek istiyorum –ki bu bazı davetçi kardeşlerimizin gözünden kaçmaktadır– biz bir insana davamızı tebliğ etmeye karar verdiğimizde bu zaten onun akidesinin bozuk olduğunu göstermektedir. Biz bir insana niçin tebliğ yaparız? Niçin bir insanı tevhide davet ederiz? Cevabı belli: Akidesi bozuk olduğu için. İşte bu belli olduğu için bunu tekrar adamın yüzüne bildirmeye gerek yoktur. Adam bizim tebliğimizin muhatabı ise zaten akidesi bozuk demektir. Eğer biz işe önce onun hükmünün ne olduğunu bildirmekle başlarsak, o zaman daha en başta yolumuzu tıkamış ve önümüze set çekmiş oluruz. Bu nedenle insanlara tebliğ yaparken her şeyden önce onlara ‘kendilerini sevdiğimizi, saygı duyduğumuzu, onlara karşı oldukça şefkatli olduğumuzu, onların cehenneme gitmemelerini istediğimizi, cennetlik olmalarını arzuladığımızı, hatalarından vazgeçmelerinin bizleri sevindireceğini’ hissettirmemiz lazımdır. Onlar bunları hissettiği anda bize karşı yumuşayacaklar, anlattığımız şeyleri daha dikkatli dinleyeceklerdir. Zaten bizim amacımız da bu değil midir? Bizim amacımız onların bizleri daha sağlıklı bir şekilde dinlemelerini temin etmek değil midir? O halde buna azami derecede dikkat etmeli, onlara olan şefkat ve merhametimizi kendilerine net bir şekilde göstermeliyiz.
Kur’ân-ı Kerim’e baktığımızda da bu hakikati açık bir şekilde görmemiz mümkündür. Rabbimiz Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’i bizlere anlatırken şöyle buyurmaktadır:
“Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe, 128)
Yine Rabbimiz Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in kaba-saba olması durumunda insanların etrafından dağılıp gideceğini haber veriyor:
“Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et…” (Âl-i İmrân, 159)
Bu ayetlerden kendimize pay çıkarmalı ve insanlara karşı kaba, katı, tavizsiz, merhametsiz, şefkatsiz… olmamalıyız. Aksi halde Kur’ân’ın emri tecelli edecek ve etrafımızdan dağılıp gideceklerdir.
İnsanları kazanabilmemizin bir diğer yolu da onların dünyalıklarında gözümüzün olmadığını onlara hissettirebilmektir. Davette bulunduğunuz kişi eğer her hangi bir menfaatten dolayı ona bir şeyler anlattığınızı anlarsa size asla itibar etmeyecektir. Ama sizin ona bir şeyler anlatmanızın ardında Allah’ın rızasından başka bir niyet olmadığını sezerse o zaman size olan tepkileri daha farklı olacak, söyledikleriniz daha dikkatli dinleyecektir. Bu noktada gelmiş-geçmiş tüm peygamberlerin ortak özellikleri Kur’ân’da zikredilmiştir. Bunu bilmek bizim için yeterli olacaktır. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Eğer yüz çeviriyorsanız, sizden zaten hiçbir ücret istemedim. Benim ücretim, ancak Allah’a aittir. Bana müslümanlardan olmam emredildi.” (Yunus, 72)
“Ey kavmim! Buna karşı ben sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah’a aittir...” (Hûd, 29)
“Ey kavmim! Peygamberliğimi tebliğe karşı sizden bir mükâfat istemiyorum. Benim mükâfatım, ancak beni yaratana aittir. Hâlâ akletmeyecek misiniz? (Hûd, 51)
“Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve: ‘Ey kavmim! Uyun bu elçilere. Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen ve hidayet üzere olan şu kimselere’ dedi.” (Yasin, 20, 21)
Kur’ân’da buna dair daha onlarca ayet vardır. Bu ayetlerin hepsi peygamberlerin insanlardan bir şeyler beklemediğini, onların tek amaç ve gayesinin yalnız ve yalnız Allah’ın rızası olduğu, bu davayı anlatırken herhangi bir menfaat gözetmediklerini açıkça vurgulamaktadır. İşte bu noktadan hareketle biz peygamber yolunun yolcularının da aynı esasa dikkat etmesi ve insanlara bir şeyler anlatırken bu hususta asla bir menfaatimizin olmadığını, onların dünyalıkları ile herhangi bir alakamızın bulunmadığını hissettirmesi, hatta bildirmesi gerekmektedir.
Sünnete baktığımızda da bu hakikatin güzel bir biçimde vurgulandığını görürüz. Sehl b. Sa‘d es-Sâidî’den şöyle rivayet edilmiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e bir adam geldi ve:
~Yâ Resûlallah! Bana, yaptığım zaman hem Allah’ın hem de insanların beni seveceği bir iş söyle, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:
~Dünya ve dünyalıklardan yüz çevir, Allah seni sevsin; insanların elinde olandan yüz çevir, insanlar seni sevsin” buyurdu.[4]
Efendimiz ne de güzel bir tespit yapmış! İnsanların elinde olan mallardan, paradan, eşyadan, dünyalıklardan… yüz çevir insanlar seni sevsin! Bu ne güzel, ne doğru bir tespit! Allah efendimize salât ve selam etsin, insanların hastalıklarını ne de güzel analiz etmiş! İnsanların ellerindekine aldırış etme, onlara gönül bağlama insanlar seni sevsin!
Davetçi bu ayet ve hadisleri kendisine rehber edinerek insanlardan bir şeyler beklememeli. Hem insanlardan bir şeyler bekleyerek onlara anlatım yapmak ihlâsımızı bozmaz mı? Hani Allah rızası için anlatıyor, O’nun hoşnutluğu için tebliğ yapıyorduk? Bu, inancımıza ters değil mi? Bunu iyi düşünmeli ve insanlara bir şeyler anlatırken niyetimizi çok iyi kontrol etmeliyiz.
İzah etmeye çalıştığımız bu maddeler insanların kalbini kazanmada etkili olabilecek hususlardan bazılarıdır. Davetçi bunlara ve bunların haricinde kalpleri kazanmaya sevk eden diğer şeylere dikkat etmeli ve bunları uygulamaya özen göstermelidir. Aksi halde insanları önce kendisinden sonra da davasından soğutur ki, Allah adına böylesi bir şeyi yapmak gerçektende ciddi bir mesuliyet gerektirir. Allah bu hususta hepimizi başarıya muvaffak kılsın. (Allahumme âmin!)
Faruk Furkan