“Tâğuta ibâdet (ve itaat) etmekten uzak duran ve Allah’a yönelenler var ya, işte onlar için müjde vardır.” (Zümer, 17)
بسم الله الرحمن الرحيم
Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla…
Âhir zamanda yaşadığımızda ve âhir zamanın insanı olduğumuzda artık şüphemiz kalmadı. Öyle şeyler görüyor, öyle olaylara tanıklık ediyoruz ki, “Ya hu bunları 1400 yıl önce Efendimiz haber vermişti. Haber verdikleri bir eksik ve fazlalık olmaksızın bire bir zuhur ediyor. Bu nedenle Efendimiz’in doğru söylediğinde zerre kadar şüphemiz yok” demekten kendimizi alamıyoruz. Gerçekten de gördüğümüz ilginç hâdiseler ve tanıklık ettiğimiz garabet dolu vakıalar, bir kere daha Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in asla hevâsından konuşmadığını, bildirdiği şeylerin tamamen vahiy kaynaklı olduğunu ve ancak Allah’tan aldığı bilgileri bizlere aktardığını net bir biçimde gönüllerimize nakşediyor.
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in âhir zamanla alakalı söylediği, şimdilik gerçekleşmiş ve ileride gerçekleşeceğinden zerre kadar şüphe duymadığımız onlarca sözü var. Bunlar kaynaklarımızda mevcut. Lakin biz burada Müslümanlarda gördüğümüz ve müşahede ettiğimiz bir hastalığı dile getiren bir hadisi zikrederek kardeşlerimize nasihat etmeye çalışacağız. Allah bizleri, şimdiden nasibini alan kullarından eylesin.
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurur ki:
“Siz, sizden öncekilerin yolunu adım adım, karış karış takip edeceksiniz. Hatta onlardan birisi bir keler/sürüngen deliğine girse, siz de onların peşinden oraya gireceksiniz.”
Bunun üzerine Ashab-ı Kiram:
—Ey Allah Rasulü! Onlar Yahudi ve Hıristiyanlar mıdır? diye sordu.
Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) cevaben:
—Başka kim olabilir ki? dedi. (Buhâri ve Müslim rivayet etmiştir)
Bu hadis, başka varyantlarından öğrendiğimize göre, âhir zamana yaklaşıldığında Müslümanların kendilerinden olmayan milletleri ‘taklit sevdasına’ yakalanacağını haber vermektedir. Yani Müslümanlar, kitaplarına hakkıyla uymayan Yahudi ve Hıristiyanları adım adım takip edecek, onların yaptığı her işi yapmaya kalkacak ve bu noktada en ufak bir tereddüt duymayacaklardır. Hatta İmam Hâkim’in bu konuda naklettiği sahih bir rivayet, işin boyutlarının ne kadar tehlikeli bir noktaya ulaşacağını haber vermekte ve Müslümanların, –Rabbim hepimizi bu kötü afete bulaşmaktan muhafaza buyursun– sırf kâfirleri taklit sevdasıyla anneleriyle bile yollarda zina edeceklerini ifade etmektedir. Şimdi gelin, beraberce o rivayeti okuyalım ve sonrasında gözlerimizi yumarak birkaç saniyeliğine de olsa kâfirleri taklit etmenin nasıl kötü sonuçlar doğuracağını iç dünyamızda bir düşünelim.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurur ki:
“Siz, sizden öncekilerin yolunu adım adım, karış karış takip edeceksiniz. Hatta onlardan birisi bir keler deliğine girse, siz de onların peşinden oraya gireceksiniz. Ve yine onlardan birisi yolda annesiyle cima etse, siz de edeceksiniz.” (İmam Hâkim rivayet etmiştir)
(…)
Bu gün insanlar içerisinde sıradan bir zat bize gelip:
—Siz, şu sarığınıza ve şu sakalınıza rağmen analarınızla yatacaksınız, dese, adamın üzerine yürür ve:
—Sen nasıl olur da bizlere böylesine terbiyesizce nispette bulunabilirsin? Bizde hiç böylesi bir tip var mı? diyerek belki de adama bir şamar patlatırız. Ama bu sözü söyleyen, hayatında bir kere olsun yalanına şahit olunmamış birisi olan Allah Rasûlü olunca, işin rengi değişiyor ve bir anda sözlerimiz ümüğümüzde kilitleniyor. Eğer O, “Bunu yapacaksınız” diyorsa, bu kesinlikle vuku bulacak ve Müslümanlar kör taklitlerinin kurbanı olarak zikredilen bu kötülüğe bulaşacaklardır.
Bu nedenle Allah’a çok çok el açmalı ve hem kör taklitten, hem de kâfirlerin adet, gelenek ve göreneklerinden bizleri koruması için dua dua O’na yakarmalıyız.
Bu gün ‘Ben Muvahhidim’ diyen, şirki reddettiğini söyleyen ve hayatında Allah ve Rasûlünden başka hiçbir kimsenin söz söyleme yetkisi olmadığını dillendiren tevhid ehli Müslümanlar bile, maalesef ki Allah Rasûlü’nün haber verdiği bu kör taklit hastalığından nasibini almış ve hayatlarının büyük bir kısmında sapık olduklarına inandığı kâfirlerin hayat tarzlarını yaşar olmuşlardır.
Subhanallah! Bu ne büyük bir çelişki, ne akıl almaz bir durumdur!
Hem birilerinin sapık ve dalalet ehli olduğunu itikat edeceksin, hem de onların hayat tarzlarıyla hayatını şekillendirecek, onların gittiği yoldan gidecek, giydiğini giyecek, yaptığını yapacaksın?!
Aklı olan bir insan böyle yapar mı ya hu?! Hakikaten azıcık aklî melekeleri çalışan bir insan bu çelişkiye düşebilir mi hiç?
Ama maalesef istemesek de insanlar bu akıl almaz işleri yapabiliyor ve kâfirleri taklit hatasının içine düşüyorlar.
Kardeşlerim, bilerek veya bilmeyerek kâfirleri taklit ediyor, şekil ve sûret olarak onlara benziyor ve onların bizim için öngördüğü hayat tarzını yaşıyoruz. Acaba bunun farkında mıyız?
Bunun ne kadar farkındayız bilmiyorum ama kesin olarak bildiğim bir şey var ki, kâfirleri taklit etmek ve gerek giyim kuşamlarında, gerekse örf ve adetlerinde onların tarzlarını ihyâ etmek kesin yanlış bir iştir ve bu, İslam tarafından yasaklanmıştır. Müslüman olduğunu söyleyen her bir ferdin bundan sakınması ve uzak durması gerekmektedir.
Bu gün özellikle giyim konusunda bizden olmayan milletleri taklit ediyor ve yoğun bir şekilde onların giydiği kıyafetleri özenerek, bezenerek giyme çabası veriyoruz. Ya hu, bizim onlarla ve onların sapkın kültürleriyle ne işimiz olabilir ki?! Onların ‘moda’ diye yutturduğu giyim tarzları, bizi niye bağlasın ki?! Bizim Rasûlümüzün pak yolu ve O’nun yolundan giden salih insanların temiz yaşam tarzı bize yeter ve artar bile. Ama gelin görün ki, biz bu tertemiz yolu bırakıyor, ilin gavurunun kültür diye bize dayattığı ne idiğü belirsiz yollara uyuyor, saçma sapan kıyafetlerini moda diye takip ediyoruz.
Allah’tan biz Müslümanlara şuur vermesini ve kendi hayat tarzlarıyla iktifa etmelerini kolaylaştırmasını niyaz ediyoruz.
MÜSLÜMAN ERKEKLERİN DAR PANTOLON GİYMESİ CAİZ MİDİR?
Taklitle alakalı bu kısa hatırlatmamızdan sonra, mevzuumuzun asıl konusu olan bu can alıcı sorunun cevabına geçebiliriz. Allah’ın yardımı ile diyoruz ki: Bir Müslümanın dar pantolon giymesinde iki sakınca söz konusudur:
1) Kâfirleri taklit etme ve onların kültürünü yaşatma sakıncası,
2) Avret yerlerini belli etme ve izhar edilmesi caiz olmayan mahrem bölgeleri insanlara teşhir etme sakıncası.
Şimdi bu her iki sakınca üzerinde de kısaca duralım:
Birinci sakıncaya gelince; öncelikle şunu bilmeliyiz ki, dar pantolonlar Müslümanların değil, kâfir Batılıların adetlerindendir. Bu nedenle bunları giymek, onları taklit etmek kapsamında değerlendirilir ki, bu asla bir Müslümanın yapabileceği bir iş değildir. Bununla birlikte biz zaten yazımızın girişinden bu yana –bir nebze de olsa– kâfirleri taklit etme konusuna değinmiş ve onları taklit etmenin kötülüğünden söz etmiştik. Burada hüküm açısından şunları söyleyebiliriz: Ben Müslümanım diyen bir ferdin, kâfirlerin kültürüne ait kıyafetleri giyerek onlara benzemesi, etrafındaki Müslümanlar arasında bunları teşhir ederek meşrulaştırması ve yaşadığı beldedeki İslam’dan bihaber olan toplum insanına bunun caiz olabileceği imajı vermesi asla caiz değildir. Müslümanın bundan alabildiğine uzak durması gerekmektedir.
Şunu net olarak bilmeliyiz ki, bir Müslüman bu tarz kıyafetler giyerek etrafta dolaştığında iki kesime büyük zarar vermektedir:
Birincisi, dini hakkıyla bilmeyen ve dini o Müslümanın yaşadığından ibaret sayan toplumun normal insanlarına.
İkincisi, dini bilen ve kendisiyle aynı akideye gönül veren din kardeşlerine.
Dini bilmeyen insanlar kâfirlerin kültürüne ait kıyafetler giyen bir Müslümanı gördüklerinde, doğal olarak böylesi elbiseler giymenin İslamî açıdan caiz olabileceği kanaatine sahip olacaklardır ki, inanın bu, dinini yanlış tanıttığı için Müslümana kötülük olarak yeter.
Aralarında akide bağı bulunan din kardeşleri onu bu haliyle gördüğünde ise, zamanla bu tür kıyafetleri giymenin kötülüğü onların nazarında basitleşecek ve böylesi gayr-i İslamî kıyafetlere olan kin ve nefretleri körelecektir. Çünkü bir günahı sürekli görüp müşahede etmek, insanın ona karşı olan hassasiyetini bitirir. Bu da en aşağı bir önceki kadar kötü ve çirkindir; zira müminler arasında kötülüğü yaymak veya yayılmasına sessiz kalmak, hem dünyada hem de âhirette azabı gerektiren bir husustur. Rabbimiz şöyle buyurur:
إِنَّ الَّذِينَ يُحِبُّونَ أَن تَشِيعَ الْفَاحِشَةُ فِي الَّذِينَ آمَنُوا لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
“Şüphesiz müminler arasında hayâsızlığın yayılmasını sevip arzu eden kimseler var ya; onlar için dünya ve ahirette elem dolu bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (24/Nûr Sûresi, 19)
Şunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamamız gerekir ki, bir yanlışa aracılık etmek, o yanlışı işleyenlerle aynı günaha ortak olmamız anlamına gelmektedir. Rabbimiz şöyle buyurur:
مَّن يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُن لَّهُ نَصِيبٌ مِّنْهَا وَمَن يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُن لَّهُ كِفْلٌ مِّنْهَا وَكَانَ اللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ مُّقِيتًا
“Kim güzel bir aracılıkta bulunursa, ona ondan (o işin sevabından) bir pay vardır. Kim de kötü bir aracılıkta bulunursa, ona da ondan (o işin günahından) bir pay vardır. Allah, her şeye gücü yetendir.” (4/Nisâ Sûresi, 85)
Bu nedenle Müslüman bir ferdin, etrafına nasıl bir imaj bıraktığına ve yaptığı işlerin gerek kardeşleri arasında, gerekse sair insanlar arasında ne gibi sonuçlar doğuracağına dikkat ederek davranması gerekmektedir.
Tüm bunlara ilaveten bilmemiz gerekir ki, Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) bizden olmayanlara benzemeyi kesin bir dille yasaklamış ve bu işe telebbüs edenlerin, onlarla aynı hükmü alacağını bildirmiştir. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
“Kim bir kavme benzerse, o da onlardandır.” (Ebu Dâvud rivayet etmiştir)
Bir Müslüman, bir kavmin şirk olan işlerini yaparak onlara benzerse, bu benzemesi kendisini dinden çıkarır ve o zaman hadiste yer alan “o da onlardandır” lafzı hakikî anlamına hamledilmiş olur. Ama şirk olmayan ve şirkin altında kalan konularda onlara benzerse, o zaman bu benzemesi kendisini dinden çıkarmaz; lakin günaha sokar. Bu durumda hadiste yer alan “o da onlardandır” ifadesi, “onların yolu ve adetleri üzeredir” şeklinde tevil edilir.
Her halükarda kâfir milletlere benzemek bizim için yasaktır ve en asgarî şartlarda bizleri günaha düşürür. Bu nedenle onlara benzemekten alabildiğine sakınmamız ve uzak durmamız gerekmektedir.
İkinci sakıncaya, yani avret yerlerini belli ederek insanlara teşhir etme sakıncasına gelince; bu da birinci sakınca kadar tehlikeli ve mutlaka uzak durulması gereken bir husustur. Bir Müslüman dar ve özellikle kalçaları, hayâları ve avret bölgelerini belli eden bir pantolon giydiğinde, öncelikle insanları fitneye düşürdüğü ve İslam’da olmayan bir kıyafeti meşrulaştırdığı için günaha girer. Kalkıp bir de bu kıyafetlerle namaz kıldığında, namazının kabul edilip-edilmemesi noktasında kendisini riske atmış olur. Bilmek gerekir ki, dar ve avret yerlerini belli eden kıyafetlerle namaz kılındığında, bu namaz en düşük hükme göre kerahete bulaşmış olur. Bazı muasır âlimler, setr-i avreti hakkıyla gerçekleşmediği gerekçesiyle böylelerinin namazının makbul olmayacağını dahi söylemiştir. Biz, cumhurun görüşünü esas alarak namazın makbul olduğunu kabul etsek bile, bu insanın günaha düşmesinden emin olamayız; zira arkasında namaz kılanlar, o secdeye gittiğinde onun kalçalarını, hayâlarını ve hatta ön avret yerini bile ayan-beyan görmektedirler ki, bu asla caiz değildir.
Bazen mescidlerde ve ders halkalarında şahit oluyoruz; kardeşlerimizden birisi önümüzde namaza duruyor, rüku ve secdeye gidiyor, ama öylesine kötü bir giyimi var ki, neredeyse sizin namazınızı ifsat edecek!
Öyleleri de var ki, düşük bel kot pantolon[1] giydikleri için külotları gözüküyor! Hatta çoğu zaman belleri açılıyor, setretmesi elzem olan yerleri açığa çıkıyor!
Ya hu bu nasıl bir hal, neme nem bir vaziyettir?!
Bir Müslüman hiç böyle giyinip, insanlara avret yerlerini ve örtmekle emrolunduğu mahallerini gösterebilir mi?
Böylelerini uyarmaya karar verip örneğin sırtlarının açıldığını söylediğinizde cevapları hemen hazırdır: “Efendim farkında olmadan açılmış! Haberimiz yok!”
Sen, eğer belinin açılacağını zann-ı gâliple bile bile bu şekilde namaza duruyorsan veya giydiğin kıyafet genelde belinin açılmasına neden oluyorsa, kusura bakma, sen burada kasten belini açan insan hükmünde olursun. Setr-i avret farizasını hakkıyla yerine getirmediğin için de Allah katında sorumlu sayılırsın.
Hem düşük bel kıyafeti giymeni sana kim söyledi?
Allah ve Rasûlünden bizim görmediğimiz bir delil mi buldun? Yoksa travestilerden veya hem cinsine kendisini şirin gösterme derdinde olan sapıklardan mı etkilendin?
Yoksa, ne?...
Böylesi hayâsız Müslümanlara tek kelime ile “Allah’tan korkun!” diyor ve kendilerine en temiz nesil olan sahabeyi örnek almalarını tavsiye ediyoruz.
İşte kardeşlerim, bu gibi nedenlerden dolayı Müslüman bir ferdin asla dar ve düşük bel pantolon giymesi yakışık almaz. Bu, caiz de değildir. Bundan sakınarak kendi İslamî kültürümüzü ihyâ etmeli ve onda var olan kıyafetler giyerek tesettürümüzü gerçekleştirmeliyiz. Efendimiz (aleyhisselam)’ın “giyinik çıplak” diye tabir ettiği kadınların[2] erkek versiyonu olmamalı ve insanların biz muvahhidlerin her hâlini gözlemlediğinin farkında olarak kıyafetlerimizin uygunluğuna azamî derecede dikkat etmeliyiz.
Sahi, kadının giyinik çıplağı olur da, erkeğin olmaz mı?
Elbette olur…
Eğer erkek Allah’ın, Rasûlü vasıtasıyla öğrettiği tarzda bir tesettür gerçekleştirmezse, o zaman kelimenin tam anlamıyla giyinik çıplak olur. İmam Taberânî’nin Cerir b. Abdillah (radıyallahu anh)’dan naklettiği şu söz bu anlamdadır:
“Kişi bir kıyafet giyer, hâlbuki o (bu kıyafetiyle hakikatte) giyinmiş değildir/çıplaktır.” (Bkz. el-Mu‘cemu’l-Kebîr, 2/292)
Cerir (radıyallahu anh) bu sözüyle, dar yahut ince giyinerek vücuttan belli edilmemesi gereken yerleri izhar eden “giyinik çıplak” erkekleri kastetmektedir.
Eğer sen de bir Müslüman olarak bu sınıftan olmak istemiyorsan kıyafetlerine ve –özellikle de– pantolonlarına dikkat etmelisin.
PEKİ, ALTERNATİF NE?
Eğer dar pantolon giymek İslam’a uygun değilse, o zaman alternatifimizin ne olması gerektiğini konuşabiliriz.
Bu konuda kardeşlerimize sunabileceğimiz en iyi alternatif, “şalvar”dır. Şalvar denilince hemen aklınıza Adana şalvarı gelmesin! Bu gün şalvarların çok hoş modelleri güzel şekilleri ve insanı rahatsız etmeyecek tarzları vardır. Bu tarzlardan birisini temin ederek, Allah’ın bizden istediği tesettürü gerçekleştirebiliriz. Burada önemli olan kalçaları ve avret mahallini belli etmeyecek genişlikte bir şalvar olmasıdır. Bu sağlandıktan sonra “yarım şalvar” denilen modellerin veya “pileli şalvar” şeklinin farkı yoktur. Önemli olan dar olmayan ve tesettürü sağlayan bir şalvar olmasıdır.
Şalvar, Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in de giymiş olduğu bir kıyafettir. O’nun şalvar giydiğini İbn Kayyım (rahimehullah) siyer alanındaki otoriter eseri “Zâdu’l-Meâd”da söylemektedir. O, mezkûr kitabında der ki:
“Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şalvarlar satın almıştır. O’nun bunları satın alması zahiren onları giymek içindir. Birçok hadiste Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şalvar giydiği nakledilmiştir. Ashab da O’nun izniyle şalvar giyerlerdi.” (Zâdu’l-Meâd, 1/134)
Allah Rasûlü’nün şalvar satın aldığına Sünen’lerde geçen şu hadis delalet eder:
“Sûveyd b. Kays (radıyallahu anh) der ki: Ben ve Mahrefe (radıyallahu anh), Hecer (denilen bölge)’den kumaş getirmiştik. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bize gelerek birkaç şalvar(lık kumaş) için pazarlık etti. Yanımda ücret karşılığı ölçme işi yapan bir tezgâhtar vardı. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ona:
—Ölçerken müşteriden yana fazlalaştır, buyurdu.” (Tirmizi, Ebu Davûd, Nesaî rivayet etmiştir.)
Dolayısıyla bizler tesettür için günümüzde en ideal tip olan şalvar modellerini giyerek hem mahrem yerlerimizi muhafaza etmiş oluruz, hem de Rasûlullah’ın giymiş olduğu bir kıyafeti giyerek sünnet çerçevesinden çıkmamış oluruz.
BU KONUDAKİ TAVSİYELERİMİZ
Son olarak bu konuda bazı hatırlatmalar yaparak kardeşlerimize yardımcı olmak ve ne gibi alternatiflerimiz olduğunu ifade etmek istiyoruz:
u Şartları el veren ve herhangi bir sıkıntıyla karşılaşması söz konusu olmayan Müslümanlar bol şalvar giyerek tesettürlerini gerçekleştirebilirler.
v Şartları el vermeyen ve gerek çalıştığı yerde, gerekse başka ortamlarda sıkıntıya düşecek Müslümanlar ise, bir nebze pantolonu andırdığı için çok da dikkat çekmeyen “yarım şalvar” tarzını tercih edebilirler.
w Eğer her iki tarzı da giymesi mümkün olmayan kardeşlerimiz varsa, onlar da en azından kalçalarına kadar inecek uzunlukta palto, ceket veya uzun gömlek tarzı örtücü üst kıyafetler giyebilirler. Bu sayede hiç olmazsa kaba avret mahallerini teşhir etmekten uzak kalmış olurlar.
Ayıca tüm kardeşlerimize umumen şu nasihatte bulunmak isteriz: Genellikle gece ve sabah namazlarında bazılarımız, gaflet ve tembellik nedeniyle pijamalarla namaz kılmaktadır. Bu, caiz olup-olmaması bir yana öncelikle Allah’a karşı takınmamız gereken âdaba aykırıdır. Bir insan, bir büyüğünün karşısına bile gece kıyafetleriyle çıkmaktan hayâ eder. Peki, karşısında durduğumuz zat, âlemlerin Rabbi ve tüm kâinatın sahibi olan Allah ise durum nasıl olur? O’nun huzurunda daha düzgün, daha edepli kıyafetlerle durmak gerekmez mi? Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“Allah, kendisinden utanılmaya insanlardan daha layıktır.” (Buhâri rivayet etmiştir)
Bu nedenle Allah’ın huzurunda daha düzgün kıyafetlerimizle durmaya gayret etmeliyiz.
يَا بَنِي آدَمَ خُذُواْ زِينَتَكُمْ عِندَ كُلِّ مَسْجِدٍ وكُلُواْ وَاشْرَبُواْ وَلاَ تُسْرِفُواْ إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ
“Ey Âdemoğulları! Her mescitte ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin).” (7/Âraf, 31)
Ayrıca pijamalar, genellikle ince ve dar tarzda üretildiği için bunlarla namaza durulduğunda avret mahallerinin açığa çıkması söz konusu olmaktadır. Bu da, en düşük hükme göre kerahetten halî olmayan bir husustur. Bundan da sakınmak gerekir.
Bu sebeplerden ötürü kardeşlerimize evde kıldıkları namaz için bir “cübbe” almalarını ve evdeyken tüm namazları bunlar içerisinde kılmalarını tavsiye ederiz.
İnşallah burada anlattığımız şeyler, Müslümanların tesettür konusundaki bu eksikliğini gidermeye yardımcı olur ve daha temiz bir toplumun inşası için az da olsa bir katkı sağlar.
Rabbimden, cehaletimiz ve gafletimiz nedeniyle önceki dönemlerimizde İslam’ın tesettür ilkesine hakkıyla riayet edemediğimiz günlerimizi bağışlamasını, kalan ömrümüzde de razı olacağı şekilde tesettüre riayet etmemizi sağlamasını niyaz ederim. Hiç şüphesiz O, duaları işiten ve onlara en iyi şekilde karşılık verendir.
***
إِذْ قَالَ لَهُ رَبُّهُ أَسْلِمْ قَالَ أَسْلَمْتُ لِرَبِّ الْعَالَمِينَ
“Hani Rabbi ona (İbrahim’e) ‘Teslim ol’ buyurmuştu da, o da ‘Ben âlemlerin Rabbine teslim oldum’ demişti.” (2/Bakara Sûresi, 131)
“Dinin hükümlerine, Allah’ın ve Rasulünün buyruklarına tıpkı İbrahim peygamber gibi tereddütsüz bir şekilde ‘teslim oludum’ diyebilmek dilekleriyle…”
İbrahim Gadban
[1] Düşük bel pantolonlar, yaşadığımız ülkeye Amerika’nın pis ve necis kültüründen girmiştir. Kaynaklarda anlatıldığına göre, bu pantolonları ilk olarak Amerikan hapishanelerindeki mahkûmlar kullanmaya başlamıştır. Nedeni ise çok ilginç! Hapishanelerdeki mahkûmlar cinsel olarak kısıtlandıkları için hem cinslerine ilgi duymaya başlarlar; ancak o dönemlerde böyle şeylerin dile getirilmesi insanı ipe götüreceği için mahkûmlar da bu isteklerini gardiyanlara belli etmeden gösterebilmek adına bu yöntemi geliştirirler. Yani birazcık elbiselerini aşağı çekip, kalçalarını karşı cinslerine izhar etme çabasına girerler ve bu şekilde bu giyim tarzını aralarında yayarlar. Ardından bu uygulama toplumdaki diğer bozuk karakterli insanlara da sirayet eder, onlar da bu tarz pantolonları giyerek hem cinslerine inceden inceye mesaj gönderirler. Sonrasında ise bu kötü adet tüm toplumlardaki bozuk insanlar arasında peyderpey yayılır.
Subhanallah! İnsanın anlatmaktan bile hayâ duyduğu bu iğrençliği, bu gün ben Müslümanım diyen gençler nasıl benimsiyor, inanın bunu anlamak mümkün değil! Allah bizleri, gençlerimizi ve yeni yetişen nesillerimizi bu ve benzeri iğrençliklerden muhafaza buyurduğu gibi, bizlere en hayâlı insan olan Muhammed (aleyhisselam)’ı güzelce örnek alabilmeyi ve O’nun giyim tarzını benimsemeyi müyesser eylesin. (Allahumme âmîn)
[2] Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu kadınlar hakkında şöyle buyurur: “Cehennemliklerden iki grup vardır ki, ben onları henüz görmedim: Onlardan biri, sığırkuyrukları gibi kırbaçlarla insanları döven bir topluluk. Diğeri de, giyinmiş oldukları halde çıplak görünen ve öteki kadınları kendileri gibi giyinmeye zorlayan ve başları deve hörgücüne benzeyen kadınlardır. İşte bu kadınlar cennete giremeyeceklerdir. (Hatta) onlar cennetin kokusunu bile alamayacaklardır. Oysa cennetin kokusu şu kadar uzak mesafeden bile hissedilebilir.” (Müslim rivayet etmiştir.)