“Ey kavmim, şu peygamberlere uyun. Uyun şu sizden hiçbir ücret istemeyenlere!...” (36/Yâsîn, 20, 21)

KÜFRÜ KESİN OLAN BİRİSİNİ TEKFİR ETMEMENİN ZARARLARI


 


بسم الله الرحمن الرحيم

Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…

 

Allah, her daim kendi hükmüyle hükmetmeyi bizlere farz kılmış ve varlıklara O’nun verdiği isimlerli takmayı bizlere emir buyurmuştur. Allah’ın “kâfir” olarak adlandırdığı bir kimseyi bizimde aynı isimle adlandırmamız ibadetin ta kendisidir. Nasıl ki İslam’ına şahit olduğumuz kimselere “Müslüman” adını takıyorsak aynı şekilde küfrüne şahit olduğumuz kişilere de kâfir ismini takmalıyız. Bu, tekfircilik değil, aksine Müslüman olmanın bir gereğidir. Burada önemli olan kâfir ismini verdiğimiz kimsenin kendi inanç ve yöntemlerimizle değil, şer‘î yollarla küfre düştüğünün ispatlanmasıdır. Bu ispat edildikten sonra ona o ismi vermek artık şer‘î bir vecibedir.

Bazı çevreler küfre düştüğü kesin olan kimi şahısları özelliklede tağutları tekfir etmekten uzak durmaktadırlar. Bu son derece yanlış ve hatalı bir tutumdur. Çünkü Allah’ın verdiği hükmü onlara vermemek bir takım hataları da beraberinde getirir. Bunun sonucunda da hem kendimizin hem de insanların dalalete düşmesi kaçınılmazdır. Küfre girdiği kesin olan insanları -ki bunların başında tağutlar gelir- tekfir etmemenin zararlarını şu şekilde sıralayabiliriz:

1) Allah’ın onlar hakkında vermiş olduğu hüküm işlevsiz hale getirilmiş olur. Malum olduğu üzere Allah Teâlâ bizlere kendi hükmüyle hükmetmeyi farz kılmıştır. Böylesi bir durumda bizler Allah’ın hükmüyle hükmetmemiş ve varlıkları O’nun verdiği isimle isimlendirmemiş oluruz. Rabbimiz şöyle buyurur:

“Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse işte onlar kâfilerin (zalimlerin, fasıkların) ta kendileridir.” (Maide, 44, 46, 47)

Eğer onlar hakkında Allah’ın hükmünü vermezsek o zaman yöneticilerini razı edebilme adına Allah’ın hükmünü gizlemek sureti ile Yahudilerin düşmüş oldukları hataya düşmüş oluruz.

2) Onları tekfir etmemek açıklanması bizlere farz olan ilmi ketmetmek anlamına gelir. Özellikle de açıklanmasına ve beyan edilmesine şiddetle ihtiyaç duyulduğu zamanlarda bu, gizlemenin en şerlisinden kabul edilir. Bu gibi durumlarda Allah’ın hükmünü gizleyenler Rabbimizin şu tehdidine muhatap olurlar:

“İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti Kitap’ta açıklamamızdan sonra onları gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet etme konumunda olanlar lânet eder.” (Bakara, 159)

3) Onları tekfir etmemek tağutların gerçek yüzünü insanlardan saklamak ve küfür ve zulümleri hakkında insanları doğru bilgiden uzaklaştırmak manasına gelir. Hele birde onlara İslam elbisesi giydirmek akla gelmeyecek mefsedetlere yol açar.

4) Tağutların tekfirini abesle iştigal olarak değerlendirmek -hâşâ- Rasûlullah’ın kendi dönemindeki tağutları tekfir etmesini de abesle iştigal olarak değerlendirmeyi gerektirir.

5) Tağutları tekfir etmemek onların artmasına ve çoğalmasına yol açtığı gibi zulüm ve küfürlerinin de artmasına yol açar.[1] Onlar âlimler (!) tarafından kendilerinin Müslüman addedildiğini bildiklerinde yaptıklarının doğru olduğunu zannedecek ve kendilerine karşı çıkan muvahhid müslümanları işlemiş oldukları hatalar nedeniyle cezalandıracaklardır. Bu da son derece tehlikeli bir durumdur.

Bu saydığımız ve daha zikredilmesi mümkün olan diğer sebepler nedeniyle küfrü kesin olan kimseleri tekfir etmemek şer‘an çok sakıncalı bir tutumdur. Bu hataya düşmemek için görüş ve düşüncelerimizi daima gözden geçirmeliyiz.


Faruk Furkan 



[1] Bu tespitler üstat Abdulmun‘im’in son dönemin meşhur hadisçisi Nasiruddin el-Elbânî’ye reddiye olarak kaleme aldığı “el-İntisâr li Ehli’t-Tevhîd ve’r-Reddu alâ men Câdele ani’t-Tevâğît” adlı kıymetli eserinden alınmıştır. Bkz. sf. 36.

Okunma Sayısı:2971