“Tâğuta ibâdet (ve itaat) etmekten uzak duran ve Allah’a yönelenler var ya, işte onlar için müjde vardır.” (Zümer, 17)
بسم الله الرحمن الرحيم
Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…
a-) Küfrün Tanımı
İkinci bölümde küfrün sebep ve çeşitlerini anlatırken “küfür” kelimesinin kısaca lugat ve ıstilâh manasını vermeye çalışmıştık. Burada ise küfrün kısaca tanımını yaptıktan sonra, onun zahirî ve gizli, büyük ve küçük, aslî ve arızî olması bakımından birçok kısmını inceleyecek ve onlarla alakalı bazı meselelere temas edeceğiz.
Malum olduğu üzere Arap dilinde küfür; örtmek, gizlemek ve setretmek anlamlarına gelir. Bu nedenle çiftçiye, geceye, kabre ve kılıç kınına “kâfir/örtücü” denmiştir. Rabbimiz şöyle buyurur:
“(Bunların) örneği ekini çiftçilerin hoşuna giden yağmur gibidir.” (Hadid, 20)
Ayetin orijinalinde yer alan “el-Küffar/kâfirler” kelimesinden kasıt çiftçilerdir. Çiftçiler, tohumu toprak ile örttükleri için bu isimle anılmışlardır. Aynı şekilde her şeyi gizlediği için “geceye”, içerisine defnedilen ölüleri örttüğü için “kabre”, kılıcı setrettiği için “kınına” ve yıldızları örttüğü için “buluta” da kâfir denmiştir. Birtakım günahları örttüğü için bazı ibadetlere de keffâre(t) denilmiştir. Kâfir kişi de; Allah’ın varlığını, ayetlerini, nimetlerini veya hükümlerini görmezlikten, bilmezlikten gelip örterek inkâra gittiğinden bu ismi almıştır.
Şer’î ıstılahta ise küfür kelimesi; imana aykırı olan inanç, söz veya ameldir. İman ve küfür birbirinin zıddıdır. İkisi asla bir arda bulunmaz. Birinin varlığı ile diğeri yok olur. İki zıt şeyin bir arada bulunamayacağı zaten aklın kabul ettiği bir kuraldır.[1]
b-) Küfrün Çeşitleri
Küfür; tekzib (yalanlama), istikbâr (kibirlenme), şek (şüphe), i’raz (yüz çevirme), nifak, taklit, istihzâ (alay etme), buğuz, cehalet… olmak üzere birçok kısma ayrılır. Biz ikinci bölümde bu meseleyi detaylı bir şekilde ele aldığımız için burada tekrar aynı şeylere değinmeyeceğiz.
c-) Küfrün Sebepleri [2]
Küfrün sebebi asıl itibariyle dört[3] olmakla birlikte, dünyevî hükümler açısından ikidir; bu da “söz” ve “fiil”dir. Bunun üçüncü bir yolu yoktur. Yapılması imanın olmazsa olmazı diyebileceğimiz bazı söz ve fiilleri terk etmek de buna dâhildir. Küfrü gerektiren bir sözü telaffuz eden veya aynı bağlamda bir küfür fiili işleyen kimse, küfrün sebeplerinden birisini işlemiş olur. Bu iki sebebin bir arada bulunmasıyla veya bu ikisinden birinin mevcudiyetiyle bir kişinin küfrüne hüküm verilir. Kişi kalbinde meydana gelen ve küfrü mucip kılan bir itikada sahip olursa, onun küfre düştüğüne hüküm verebilmek için yine bu iki unsurdan birisinin aracılığına başvurulur.
d-) Zâhir ve Hafî Olması Açısından
Küfür; zâhir (açık) ve hafî (gizli) olmak üzere ikiye ayrılır. Zâhirî küfür; söz ve fiiller ile açığa vurulan küfürdür. Hafî küfür ise; sahibinin Müslüman gözükmesiyle birlikte sırf itikaden olan küfürdür. Buna “nifak küfrü” de denir.
Bir insanın küfre düşüp-düşmediğini bilmemizin, bizim için iki yolu vardır; söz ve fiil. Bu ikisinin hâricinde bir insanın kâfir olup-olmadığını bilmemiz asla söz konusu değildir. Bizler, kalpleri yarmak ve orada var olan inançların hakikatini bilmekle mükellef değiliz. Bizlere emredilen zâhire göre hükmetmek ve zâhirin ortaya koyduğu şekilde insanlara muamele etmektir. Zâhiri küfür olan bir insan, kalben inandığını iddia etse bile bu bizim için kriter değildir. İnsanları değerlendirirken bizim sarıldığımız temel ölçü, dış görünüştür/zâhirdir. Binaen aleyh, zâhiren küfür ameli işleyen kimselerin eğer –ikrah gibi– şer‘î bir engelleri yoksa bize göre hükümleri, zâhirlerinden hareketle küfürdür. İç durumlarını bilmek ve incelemek bizim görevimiz değildir.
Gizli küfür sahibi bir kimse, bu inancını söz ve fiillerinden biri ile dışa vurmadığı sürece Müslümanlar nezdinde İslam muamelesine tabi tutulur. Ama her ne zaman bu inancını dışa vuracak olursa, o zaman ona gerekli olan ahkâm tatbik edilir ve küfrüne hükmedilir. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem dönemindeki münafıkların hali böyle idi. Onlar kalplerinde küfrü gizledikleri halde dış görünüşlerinde Müslümanca bir tavır takınıyorlardı. Bu nedenle de onlara Müslüman muamelesi yapılıyordu. Bu gün de durumu böyle olan kimselere zâhirlerinden hareketle Müslüman muamelesi yapılır; ama onlar kıyamette kesinlikle kâfir muamelesi görürler.
e-) Aslî ve Hâdis Olması Açısından
Küfrün zâhir ve hafî gibi taksimatı olduğu gibi, birde aslî ve hâdis şeklinde başka bir taksimatı vardır.
•Aslî küfür. Bu, kişinin daha önce hiç Müslüman olmaması durumunda söz konusudur. Bu da beş kısmı içine alır:
1) Yahudiler,
2) Hıristiyanlar,
3) Sabiîler,
4) Mecusîler,
5) Müşrikler.
Nitekim Hac Suresinde bu beş kısımda yer alanların tamamı zikredilmiştir. Rabbimiz şöyle buyurur:
“…Yahudiler, Sabiîler, Hristiyanlar, Mecusîler ve Allah’a ortak koşanlar (müşrikler) var ya, Allah kıyamet günü aralarında hükmedecektir. Hiç kuşkusuz Allah her şeye şâhittir.” (Hac, 17)
Ayette zikredilen bu kimseler, aslen hiç İslam’a girmedikleri için “aslî kâfir” kabul edilirler. Kur’an ve Sünnette Yahudi ve Hıristiyanlara –puta tapanlara olduğu gibi– her ne kadar direk kâfir diye bir hitap şekli yoksa da, bu onların aslî kâfir olmadığı anlamına gelmez. Onlara böyle hitap edilmemesinin başka gerekçeleri vardır.
• Hâdis (sonradan meydana gelen) küfür. Bu da kişinin İslam’a girdikten sonra tekrar ondan ayrılmasıyla meydana gelen küfür şeklidir ki, buna hukukta “riddet/irtidat” denir. Küfrün bu kısmı ilerleyen bölümde detaylıca ele alıncaktır.
f-) Dinden Çıkarıcı ve Çıkarmayıcı Olması Açısından
Kur’an ve Sünnette yer alan küfür lafızları, dinden çıkaran ve dinden çıkarmayan şeklinde iki manaya gelmektedir.
•Dinden Çıkaran Küfür
Küfrün bu kısmına “Büyük Küfür” de denir. Küfrün bu kısmı, sahibini dinden çıkardığı gibi aynı zamanda onun ebediyen cehennemde kalmasına da yol açar. Kur’an ve Sünnette yer alan küfür lafızlarının birçoğu bu anlamda kullanılmıştır. Bir şey “bu küfürdür” denildiğinde, mütebâdir (akla ilk gelen) mana da budur. Buhârî’nin İbn-i Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet ettiğine göre Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
― Bana ateş (cehennem) gösterildi. Cehennemliklerin çoğunluğunun kadınlar olduğunu gördüm. Zira onlar küfrederler!”[4]
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e:
― Onlar Allah’a mı küfrederler, diye soruldu. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem:
― Kocalarına küfrederler, iyiliğe küfrederler. Onlardan birine uzun zaman iyilikte bulunsan, sonra senden (sevmediği) bir şey görse hemen ‘zaten senden hiçbir iyilik görmedim ki!’ der, buyurdu.[5]
Bu hadiste bizim için çok önemli ilmî veriler vardır. Bunlardan birisi; sahabenin lafızlara yüklemiş olduğu anlamlardır. Sahabe, –bu hadiste de açıkça görüldüğü üzere– aksi bir karine olmadığı sürece lafızları ıstilâhî manalarıyla anlamışlardır. Üstte de değindiğimiz gibi küfür, dinden çıkaran ve çıkarmayan olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Birisi hakiki manada, diğeri ise nankörlük manasında... Arap dilinde bu iki anlamdan her biri sıkça kullanılıyordu. Ama sahabe Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in buradaki ifadesinden hemen hakiki mana olan büyük küfrü anlamış ve bunu netleştirmek için “Onlar Allah’a mı küfrederler” diye soru sormuşlardı.
Bizim burada bu rivayete yer vermemizin nedeni; küfür lafzının kullanıldığı yerlerde bu lafzın, aksi karineler olmadığı sürece hakiki manaya hamledilmesinin gerekli olduğudur. Biraz önce de belirttiğimiz gibi Arap dilinde bir şey için “bu küfürdür” denildiğinde, mütebâdir/akla ilk gelen mana onun dinden çıkaran büyük küfür olduğudur. Sahabe bunu böyle anlamış ve Rasûlullâh’ın sözüne bu anlamı vermişlerdir.
Büyük küfür kapsamına küfrün çeşitlerini sayarken isimlerini zikretmiş olduğumuz küfür kısımlarının tamamı girer. Küfrün bu kısmından herhangi birisini işleyen kimse tevbe etmediği sürece bağışlanmaz ve ebedi cehenneme girmeyi hak eder.
“Doğrusu Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez. Ondan başkasını da dilediğine bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse büyük bir günah ile iftira etmiş olur” (Nisâ, 48)
“Her kim Allah'a şirk koşarsa, Allah ona cenneti haram kılar…” (Maide, 72)
Burada, büyük küfür kapsamındaki bazı söz ve fiillerin bazısına örnek vermek istiyoruz:
Küfür Olan Lafızlara Örnekler
1- Allah Teâlâ’ya, İslâm dinine, meleklere ya da onlardan birisine sövmek,
2- Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e ya da peygamberlerden birisine sövmek,
3- Allah ile melekleriyle yahut Rasûller ile ya da din ile alay edip, eğlenmek,
4- “Ben Allah’tan korkmuyorum” yahut “Allah’ı sevmiyorum” demek,
5- “Bazı insanların kâinatın tümünde ya da bir kısmında tasarruf etme imkânları vardır” demek,
6- Yahudilik ya da Hıristiyanlık İslâm dininden hayırlıdır ya da ona eşittir ya da “Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in peygamber olarak gönderilmesinden sonra onlara göre amel etmek de caizdir demek,
7- Allah’tan başkasına dua etmek ve hastaya şifa vermek, gaib olanı geri çevirmek, ihtiyaçları görüp karşılamak gibi ancak Allah’ın yapabileceği bir şeyi insanlardan istemek,
8- Zina yahut içki helâldir, demek ve buna benzer sözler söylemek yahut da Müslümanların İcmâ’ ile haram olduğunu kabul ettikleri bir şey için helâldir demek,
9- “Keşke Müslüman olmasaydım” yahut “ben Yahudiyim” ya da “Hıristiyan’ım” gibi sözler söylemek,
10- “İslam’ın öğretileri günümüze uygun değildir” demek.
Küfür Olan Fiillere Örnekler
1- Allah Teâlâ’dan başkasına secde etmek,
2- Allah Teâlâ’dan başkasına, mesela bir puta ya da salih bir veliye kurban kesmek,
3- Mushaf’ı ya da Allah’ın zikrini ihtiva eden şeyleri bilerek ve kasten pis yerlere atmak,
4- Allah’ın indirdiklerinden başkasıyla (beşerî kanunlarla) hüküm vermek,
5- Şeriatı iptal etmek,
6- Kur’an’a aykırı yasalar çıkarmak, (teşri‘ yapmak),
7- Allah’ın yasaklarını serbest, emirlerini de yasaklar nitelikte kanunlar tertip etmek,
8- Kâfirleri dost edinmek, onlara velayet çerçevesinde yardım etmek,
9- Sihir yapmak, öğrenmek ve öğretmek,
10- Mezar ve salih kimselerin kabirlerini tazim etmek gayesiyle tavaf edip, etraflarını dolaşmak,
11- Bilerek ve kasten –haç ve benzeri– küfür ehlinin şiarlarından olan her hangi bir şeyi takmak,
12- Ayin ve benzeri ibadetlerinde küfür ehline katılmak,
13- Fesat çıkarmak kastı ve benzeri maksatlarla İslâm mescitlerini yıkmak,
14- Yahudilerin havraları, Hıristiyanların kiliseleri gibi müşriklere mahsus mabetler inşa etmek.
• Dinden Çıkarmayan Küfür
Küfrün bu çeşidine “küçük küfür”, “küfran-ı nimet” veya “küfrün dûne küfür” de denir. Bu, imanın aslına aykırı olmayan, fakat onu eksiltip, zayıflatan küfür çeşididir. Küfrün bu kısmı, sahibini tamamıyla dinden çıkarmadığı gibi, ebedi surette cehennemde kalmasına da sebep olmaz. Bununla, küfrün luğavî manası kastedilmiştir.
“(Belkıs’ın tahtının) derhal yanında durduğunu görünce (Süleyman) dedi ki: Bu, Rabbimin lütfundandır. Acaba şükür mü ederim yoksa küfür mü (nankörlük mü) ederim diye ben sınamak içindir.” (Neml, 40)
Görüldüğü gibi Süleyman aleyhisselam, burada ki küfür lafzını şükrün zıddı olarak kullanmıştır. Bu da küfür kelimesinin bazen luğavî manasıyla kullanıldığının apaçık bir göstergesidir.
Kur’an ve Sünnette yer alan küfür lafızlarının bu manaya hamledilmesi için mutlaka bir karineye (alamet ve işarete) ihtiyaç vardır. Üstte de belirttiğimiz gibi, Arap dilinde bir şey için “bu küfürdür” denildiğinde akla ilk olarak büyük küfür gelir. Bu karineyi bulduğumuz zaman o küfür lafzına “bu küçük küfürdür” diyebiliriz. Şimdi bunu bir örnekle açıklamaya çalışalım. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem buyurur ki:
“Müslümana sövmek fısk, onunla savaşmak ise küfürdür.”[6]
Görüldüğü gibi burada, birbirine silâh çekerek savaşan iki guruba da Allah “mümin” ismini vermiştir. Eğer Allah bu iki taifeye de mümin demişse, demek ki Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in hadisinde yer alan “küfür” lafzı dinden çıkaran büyük küfür değil, aksine küçük küfürdür. Biz bu ayetin karinesi ile bunun böyle olduğuna hükmederiz.
Sonuç olarak; Kur’an ve Sünnette yer alan bir küfür lafzına “bu küçük küfürdür” diyebilmemiz için elimizde dinin diğer delillerinden bir karine olması lazımdır. Bu karineyi bulduğumuz zaman o lafızdaki küfrü küçük küfre hamlederiz; eğer herhangi bir karine bulamamışsak, o zaman o küfür lafzının büyük küfür olduğuna hükmederiz.
Küçük küfrün birçok şekli vardır. Şimdi burada bunların bazılarına işaret edelim:
1-) Allah’tan Başkası Adına Yemin Etmek. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem buyurur ki: “Allah’tan başkası adına yemin eden kimse kâfir olur”[7]
Ehl-i Sünnete göre bir kimse üzerine yemin ettiği şeyi Allah’ı büyük gördüğü gibi büyük görmediği sürece büyük küfür işlemiş sayılmaz. Onun küfrü, küçük küfürdür ve haramdır.
2-) Müslümanlarla Savaşmak. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem buyurur ki: “Müslümana sövmek fısk, onunla savaşmak ise küfürdür.”[8]
Âlimler Hucurât Suresi 9. ayetten dolayı burada ki küfür lafzının küçük küfür olduğu hususunda icma‘ etmişlerdir. Kişi helal kabul etmediği sürece bir müminle savaşmaktan dolayı kâfir olmaz
3-) Kocaya Nankörlük Etmek. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Bana ateş (cehennem) gösterildi. Cehennemliklerin çoğunluğunun kadınlar olduğunu gördüm. Zira onlar küfrederler.” Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e “Onlar Allah’a mı küfrederler” diye soruldu. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kocalarına küfrederler, iyiliğe küfrederler (küfran-ı nimette bulunurlar.) Onlardan birine uzun zaman iyilikte bulunsan, sonra senden (sevmediği) bir şey görse hemen ‘zaten senden hiçbir iyilik görmedim’ der.”[9]
4-) Nesebe Sövmek ve Ölüye Feryat Ederek Ağlamak. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “İnsanlarda iki huy vardır ki, onlar küfürdür: Nesebe sövmek ve ölünün arkasından feryad-ı figan etmek.”[10]
5-) Babasından Başkasına İntisap Etmek. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Sakın babanızdan yüz çevirmeyin; her kim babasından yüz çevirirse, küfretmiş olur.”[11]
6-) Müslümana “Kâfir” Demek.[12] Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Her kim kardeşine ‘kâfir’ derse, bu söz nedeniyle küfür, ikisinden birisine döner. Eğer (o kimse) dediği gibi ise (problem yoktur.) Ancak böyle değilse sözü kendisine döner.”[13]
Küçük küfrün daha birçok şubesi vardır. Burada zikrettiklerimiz bunun sadece bir kaçıdır.
Bir Nükte
Burada okuyucunun dikkatini bir yere çekmek istiyoruz. Bilinmelidir ki, Allah ve Rasûlünün küfür olarak isimlendirdiği bir haram, küfür olarak isimlendirmediği bir haramdan daha büyük bir günahtır. Şeyh Muhammed b. İbrahim “Tahkîmu’l-Kavânîn” adlı kıymetli eserinde şöyle der:
“Allah’ın, kitabında küfür olarak isimlendirdiği bir masiyet/günah, küfür olarak isimlendirmediği bir günahtan daha büyüktür.”[14]
Bunu şu şekilde izah edebiliriz: Yukarıda zikretmiş olduğumuz altı günah, Şari‘ tarafından küfür olarak adlandırılmıştır. Buradaki küfür lafzı küçük küfrü ifade etmektedir. Bu günahların küfür olarak adlandırılması, onları küfür olarak adlandırılmayan diğer günahlardan daha da büyük kılmaktadır. Mesela Allah’tan başkasına yemin etmek haram kılınmıştır. Bunun haramlığı “küfür” lafzıyla ifade edilmiştir. Hırsızlık yapmak da haramdır; ama bu haramiyyet küfür lafzı ile ifade edilmemiştir. Dolayısıyla Allah’tan başkasına yemin etmek, hırsızlık yapmaktan daha büyük bir günahtır.
Kur’an ve Sünnette yer alan diğer günahları da bu şekilde tasnif edebiliriz.
Büyük Küfür İle Küçük Küfür Arasındaki Farklar
Büyük Küfür
1- Dinden çıkarır.
2- Bütün iyi amelleri boşa çıkartır.
3- Kişinin cehennemde ebediyen kalmasına sebep olur.
4- Böyle bir küfür ile kâfir olanın kanı ve malı mubahtır.
5- Bu şekilde kâfir olan kişi ile müminler arasında katıksız adavet/düşmanlık gerektirir.
Küçük Küfür
1- Dinden çıkartmaz.
2- Bütün amelleri boşa çıkartmaz; ancak onları eksiltir ve onunla birlikte yapılan ameli boşa çıkartır.
3- Böyle bir kimse cehenneme girse bile orada ebediyen kalmaz. Allah onu affedebileceği gibi cehenneme asla girmeyebilir de.
4- Küçük küfür işleyen kimsenin kanı ya da malı mubah değildir.
5- Böyle bir kimse sahip olduğu iman kadarı ile sevilir ve veli edinilir. Onda, küfürden bulunan kadarı ile de ona buğz ve düşmanlık edilir.[15]
Küfürden Korunmak İçin Nelere Dikkat Etmeliyiz?
1- Sahih bir iman bilgisi ve güçlü bir yakîn,
2- Kur’ân-ı Kerim’in ve Sünnet-i Seniyye’nin emir ve teşvik ettiği amel ve ibadetlere önem vermek, bunları yerine getirmek için azamî bir gayret harcamak.
3- Allah’ın ve peygamberinin uyarılarına dikkat ederek, sakındırdıklarından kesinlikle uzak kalmak, hatta yaklaşmamak,
4- Akidemiz uğrunda gereken mücadeleyi vermekten hiçbir şekilde geri kalmamak; inancımızla taban tabana zıt bir ortam içerisinde yaşamanın ızdırabını kalbimizin derinliklerinden duymak,
5- Akidemizi hâkim kılmak azmi ve emelini daima canlı tutmak, bu uğurda aynı hedefi paylaşanlarla bir ve beraber olmak,
6- Allah’ı ve yüce Rasûlünü yakından tanımak ve her şeyden çok sevmek, onların emir ve buyruklarını bütün emir ve direktiflerden üstün tutmak, onlara bağlanmayı her şeyin önünde bilmek kabul etmek, onların rızalarını esas almak,
7- Yüce Peygamberimizin yolundan ayrılmayan, O’nun Sünnetini baş tacı bilen, O’nun dışında izlenmeye, yolundan gidilmeye değer hiçbir kimsenin varlığını kabul etmeyenleri, başta ashâb-ı kirâm olmak üzere güzel bir şekilde onların izinden gidenleri mümkün mertebe yakından tanımak, onların bu akide uğrunda verdikleri mücadele ve cihadı kendi mücadele ve cihadımız için yol azığı edinmek,
8- Şerîate ve Sünnete kat’î olarak ve tavizsiz bir şekilde bağlı kalmak ve yaşamak,
9- Yüce Peygamberin dahi küfürden, şirkten, riyakârlıklardan ve benzeri kalbi ve imanı hastalıklardan Allah’a sığındığını bilerek, hatırlayarak, imanımızı son nefesimize kadar muhafaza edebilmek için Rabbimize daima dua etmek…[16]
10- Sünnet-i Seniye’de, küfürden korunmak için öğretilen dualara özen göstermek,
11- “Kötülüğü bilmeyen içine düşer” kuralından hareketle, günümüzde yaygın olan küfürleri, türlerini ve bunu terviç eden ideolojileri bilmek, bunlar hakkında bilgi sahibi olmak,
12- Küfre düşmüş ve küfrü benimsemiş insanlarla içli-dışlı olmamak ve onlara, İslam’ı tebliğ etmenin dışında fazla ilgi göstermemek,
13- Ehl-i Sünnet mezhebine göre hazırlanmış akait kitapları okumak,
14- Tevhidi sağlam olan, kendisini küfürden sakındıran ve tâğutlarla alakası olmayan âlimlerle görüşerek onlara fetva sormak; onların dışında akideye gereken değeri vermeyen, onu önemsemeyen ve tâğuta boyun eğerek onunla irtibatlı olan hocalardan uzak durmak,
15- Aynı inancı paylaşan Müslümanlarla sık-sık görüşmek –ki bu sayede insan yalnız kalmaz ve sapkın düşüncelere kapılmaz– onlardan ayrılmamak.
Faruk Furkan
[1] “Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat’e Göre İman”, 442.
[2] Sebep kelimesinin anlam ve muhtevası için bu kitabın ikinci bölümüne bakınız. Orada bu konu detaylıca ele alınmıştı.
[3] Bu sebepler şunlardır: 1- Küfre düşüren söz, 2- Küfre düşüren fiil, 3- Küfre düşüren itikad, 4- Küfre düşüren şek/şüphe.
[4] Buradaki “Küfrederler” ibaresi Türkçede ki “sövmek” manasında değildir. Bununla kastedilen; “nankörlük etmek, iyiliğin kadr-u kıymetini bilmemek ve yapılan güzellikleri görmemezlikten gelmek”tir.
[5] Buhârî, İman, 21. Hadis no: 29.
[6] Buhârî, İman, 36.
[7] Ebu Davut, 3251. Tirmizi, 1535.
[8] Buhârî, İman, 36.
[9] Buhârî, İman, 21. Hadis no: 29.
[10] Müslim, İman, 30.
[11] Buhârî, Feraiz, 29.
[12] Bir Müslüman kâfir demek bazen küçük küfür bazen de büyük küfür olur. Bu meselenin tahkiki “Tekfir Kaideleri” bölümlerde etraflıca ele alınacaktır; oraya bakınız.
[13] Müslim, İman, 26.
[14] “Risâletu Tahkîmi’l Kavânîn”, sf. 74. (Sefer Havâlî şerhiyle birlikte).
[15] Burası “Pratik Akait Dersleri” adlı kitaptan iktibas edilmiştir. Bkz. sf. 133 vd.
[16] Bu bölüm Beşir Eryarsoy’un “İman ve Tavır” adlı eserinden iktibas edilmiştir. Bkz. sf. 353 vd.