“Ey kavmim, şu peygamberlere uyun. Uyun şu sizden hiçbir ücret istemeyenlere!...” (36/Yâsîn, 20, 21)

LÂ İLÂHE İLLALLAH DEMEDİĞİ HALDE

LÂ İLÂHE İLLALLAH DEDİĞİNİ ZANNEDENLERE FAYDALI BİR NASİHAT

بسم الله الرحمن الرحيم

Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…

 

(NOT: Bu yazıyı sabırla sonuna kadar okumanızı tavsiye ediyoruz. İnşâallah neticesinde toplumumuzu değerlendirme noktasında çok önemli bir bakış açısına sahip olacağınızı düşünüyoruz.

 

 

F

 ıkıh kitaplarımızda, başta Buhârî ve Müslim olmak üzere birçok hadis imamının naklettiği ve hadis kültürümüzde “Hadîsu Musîi’s-Salât/Namazını Kötü Kılan Adam Hadisi” diye bilinen bir rivayet geçmektedir. Bu rivayet, asıl itibariyle namazda nelerin yapılmasının zorunlu/vâcip olduğunu, nelerin de yapılmasının zorunlu olmadığını ifade etmesi bakımından âlimlerimizce çok önemli kabul edilmiştir ve belki de bundan olsa gerek fıkıhla hemhâl olan bütün talebelere zorunlu olarak ezberletilmiştir.

Hadisin metnini birazdan vereceğiz; ama onu zikretmeye geçmeden önce hemen şu önemli hatırlatmaya yer verelim: Bizim burada hadise atıfta bulunmamızın ve onu konu edinmemizin sebebi, hadisin fıkhî boyutlarını ele almak değildir. Aksine bizim bundaki hedefimiz; hadiste geçen bir ifade üzerinden toplumumuzda yer etmiş bir yanlışı düzeltmek ve bu sayede bir hayra vesile olmaktır. Rabbim inşâallah yazımızı maksadına ulaştırır ve okuyan insanların uyanmalarına, içerisine düşmüş oldukları yanlışları terk etmelerine vesile kılar.

***  ***  ***

Hadisimizin Buhârî’deki şekli şöyledir: Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatır:

“Bir gün Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) mescide girip oturdu. Onun ardından birisi gelip namaza durdu. Adam namazını bitirince Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e selâm verdi. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) onun selamına mukabelede bulun­du, ardından (o şahsa):

Git ve namazını tekrar kıl, çünkü sen namaz kılmadın, buyurdu.

Adam gidip daha önceki kıldığı gibi namazını tekrar etti. Sonra gelip Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e (yeniden) selâm verdi. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) yine:

—Git ve namazını tekrar kıl, çünkü sen namaz kılmadın, buyurdu.

Bu durum üç defa tekrarlandı. Sonunda adam:

—Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, ben bundan daha iyisini yapamıyorum. Bana doğrusunu öğretiniz, dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) :

Namaza duracağın zaman önce tekbir getir. Sonra ezberinde bulunan ve kolayına gelen kısımlarından Kur’ân oku. Ardından mutmain olacak şekilde (vücudun tam anlamıyla hareketsiz kalacak şekilde) rükûya var. Sonra rükûdan doğrul ve dimdik dur. Ardından secdeye git ve mutmain olacak şekilde (kemiklerin eklem yerle­rine iyice oturacak şekilde) secde et. Sonra doğrul ve yine kemiklerin eklem yerlerine iyice oturacak şekilde otur. Namazının geri kalan kıs­mında da bu söylediklerimin tamamını aynen yap, buyurdu. (Buhârî, 757 numaralı rivayet.)

Hadisimizin metni bu şekilde…

Bazı kaynaklarımızda Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile arasında diyalog geçen bu zatın Hallâd b. Râfi‘ (radıyallâhu anh)  olduğu kaydedilmiştir.

Hadisimizde –üstte de değindiğimiz gibi– ahkâm açısından birçok önemli bilgi bulunmaktadır; bu açıdan bakıldığında fıkıhla ilgilenenleri ciddi manada ilgilendirmektedir. Lakin bizim bu yazıdaki derdimiz hadisin hüküm veya fıkıhla alakalı boyutları değildir. Aksine bizi ilgilendiren taraf; Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in, şekil ve görünüm itibariyle namaz kıldığı halde bazı rükünlerini bihakkın yerine getirmeyen sahabîsine Git ve namazını tekrar kıl, çünkü sen namaz kılmadınbuyurarak yapılan bir ibadeti sanki hiç yapılmamış gibi değerlendirmesidir.

Acaba bu ne anlama gelmektedir?

Bunu nasıl anlamamız gerekir?

Yapılan bir ibadet nasıl olurda hiç yapılmamış gibi kabul edilebilir?

Burada bize ne gibi bir mesaj verilmektedir?

Hadisimizde belirtildiği üzere mescide gelen ve kendi bilgisi doğrultusunda namaz ibadetini yerine getiren bu sahabî, namazın olmazsa olmaz şartlarını hakkıyla yerine getirmediği için Efendimiz (aleyhisselâm) tarafından asıl olarak hiç namaz kılmamış gibi değerlendirilmiştir.

İşte burası bizim için çok dikkat çekici ve önemlidir.

Hadiste, üzerinde durmamız ve düşünmemiz gereken iki konu vardır:

Birincisi: Söz konusu o sahabî, namazın olmazsa olmaz rükünlerini komple terk etmiş değildir; aksine gücü nispetinde bazılarını yapmaya çalışmış ve kendi zannınca da onları güzelce yerine getirmiştir. Ama asla dönük rükünlerden bir kısmını –bilerek veya bilmeyerek– terk edince, o ibadeti sanki hiç yapmamış gibi değerlendirildi. İşte biz buradan anlıyoruz ki, bir ibadetin şart ve rükünleri ihlal edilirse, o ibadet yok hükmündedir.

İkincisi: Allah Rasûlu (aleyhisselâm), sahabîsinin kılmış olduğu bu namazı –sahabî onun olmazsa olmaz şartlarını hakkıyla yerine getirmediği için– yok hükmünde saymış ve “Git ve namazını tekrar kıl, çünkü sen namaz kılmadın” buyurarak ibadetini yeniden eda etmesini istemiştir. Bu da göstermektedir ki, bir kimse bir ibadetin şart ve rükünlerinde ihlal yaparsa, biz de ona “Sen bu ibadeti hiç yapmamış hükmündesin” diyebiliriz.

Bu iki nokta, biraz sonra değineceğimiz konu için çok ama çok önemlidir. Bu nedenle onu iyi anlamak ve unutmamak gerekmektedir.

Şimdi bu hadisi ve bu hadise ilişkin dikkat çektiğimiz iki noktayı kafamızda güzelce tasavvur etmişsek, o zaman asıl değinmek istediğimiz meseleye geçebiliriz.

Bilindiği üzere bizim toplumumuz aslen Lâ ilâhe illallah şehadetini dil ile telaffuz eden ve bu kelimeyi söylemekten hiçbir zaman imtina etmeyen bir toplumdur. İşin burasında asıl olarak bir problem yoktur. Ama asıl problem, bu insanların Lâ ilâhe illallah demelerine ve bunu söylemekten geri durmamalarına rağmen, bu kelimenin şartlarını hakkıyla yerine getirmiyor olmaları, Allah ve Rasûlünün istediği şekilde Lâ ilâhe illallah’a yaklaşmamalarıdır. Tıpkı bildiği kadarıyla namaz kılan ve namazını Allah ve Rasûlünün istediği şekilde edâ etmeyen o sahabî gibi…

Rasûlullah Efendimiz’in o sahabîsi, kılmış olduğu namazı kendi anlayışı çerçevesinde doğru kabul etmekte ve onun tam ve eksiksiz olduğuna inanmaktaydı. Tıpkı toplumumuzun Lâ ilâhe illallah şehadetini kendi anlayışları çerçevesinde doğru kabul ettiği ve dillendirdikleri bu şehadetin tam ve eksiksiz olduğuna inandığı gibi… Ama o sahabînin namazı, namazın olmazsa olmaz şartları hakkıyla ve bir bütün olarak yerine getirilmediği için yok hükmünde sayılmıştı ve bu nedenle de Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ona namazını yeniden kılmasını emretmişti.

Bu noktaya tekrar temas edeceğiz ama öncesinde Lâ ilâhe illallah’ın şartlarıyla alakalı kısa bir hatırlatma yapalım.

Bilindiği üzere Lâ ilâhe illallah şehadetinin bir takım şartları vardır. Bu şartlar âlimlerimizin beyanına göre şunlardır:

  1. İlim/ Lâ ilâhe illallah’ın manasını ve bizden ne istediğini bilmek,
  2. Allah’ın dışında ilahlık taslayan varlıkları/tâğutları inkâr etmek,
  3. Lâ ilâhe illallah’ı ikrâr ve telaffuz etmek,
  4. Lâ ilâhe illallah’a sıdk ve ihlâs ile inanmak,
  5. Lâ ilâhe illallah’ın içeriğine kesin ve en ufak bir tereddüt duymaksızın/yakîn ile iman etmek,
  6. Lâ ilâhe illallah’ı ve içeriğini hakikaten sevmek/muhabbet göstermek,
  7. Lâ ilâhe illallah’ın içeriğine boyun eğip teslim olmak/inkiyâd etmek,
  8. Lâ ilâhe illallah’ın gereğince amel etmek ve son olarak
  9. Bu inanç üzerine vefat etmek.

‘Ben Müslümanım’ diyen her bir insanın, bu şartları adı gibi bilmesi ve onları hayatında pratik olarak gerçekleştirmesi gerekmektedir. Bu noktada tarafımızca kaleme alınan “Lâ İlâhe İllallah’ın Anlam ve Şartları” adlı eserin okunmasını ısrarla tavsiye ederiz. Bu kitabı internet üzerinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.

İşte bir insan Lâ ilâhe illallah dediğinde, aslında bu şartları da beraberinde zorunlu olarak kabul etmiş olmaktadır. Böyle olduğu için zaten kendisine Müslüman/mümin denilmiştir. Bu gerçekten hareketle biz şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, biz bir insanın Lâ ilâhe illallah dediğini duyduğumuzda, aslında o insanın hem Lâ ilâhe illallah’ın manasını ve bizden ne istediğini bildiğine, hem Allah’ın dışında ilahlık taslayan varlıkları, yani tâğutları inkâr ettiğine, hem bu kelimeyi sıdk ve ihlâs içerisinde söylediğine, hem de zikredilen diğer şartları yerine getirdiğine hükmetmiş oluruz. Ama eğer bunlardan bir tanesinde ihmal yaptığını veya bu şartları hakkıyla yerine getirmediğini müşahede edersek, o zaman onun aslen Lâ ilâhe illallah’ı hiç dememiş olduğunu söyler veya kabul ederiz. Bizim bu tavrımız, aynı zamanda Efendimiz (aleyhisselâm)’ın da göstermiş olduğu bir tavırdır. Çünkü Efendimiz (aleyhisselâm), kendince namazın şartlarını hakkıyla yerine getirdiğine inandığını iddia eden ve bu eda içerisinde namaz kılan sahabisine şeriat nazarında ihmali söz konusu olduğu için “Sen namaz kılmadın” buyurarak onun bu ibadetini geçersiz saymıştır. Biz de bu gerçeği toplumumuza uyguluyor ve Lâ ilâhe illallah demelerine rağmen, şeriatın ortaya koyduğu şartlarını yerine getirmedikleri için onlara “Siz aslen Lâ ilâhe illallah demiyorsunuz” diyoruz.

Laf buraya geldiğinde şu gerçeğin altını çizmeden geçemeyeceğiz: Eğer bir insan üstte zikredilen şartları yerine getirmediği halde Lâ ilâhe illallah diyorsa, bu insan tıpkı hadisimizde zikredilen ve Efendimiz tarafından aslında hiç namaz kılmamış hükmünde sayılan sahabî gibi bir pozisyona düşmüş demektir. Yani bu insan sanki hiç Lâ ilâhe illallah dememiş gibidir. Şartlarını yerine getirmediği için dili ile telaffuz etmesinin hakikat mizanında hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Sonra kalkıp da “Ben Lâ ilâhe illallah” diyorum diye yaptığı işin makbul olduğunu söylemesi, hiçbir şey ifade etmez. Tıpkı o sahabînin, kendisinin namaz kıldığını söylemesinin faydaya dönük hiçbir şey ifade etmediği gibi…

Biz bu acı vakıamızı hadisimize uyarlayarak söyleyecek olursak, Lâ ilâhe illallah’ın şartlarını ihlal ederek onu söyleyen halkımıza şöyle dememiz gerekecektir: “Siz yeniden Lâ ilâhe illallah deyin; çünkü siz aslen Lâ ilâhe illallah demediniz!” Tıpkı Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in, namaz kıldığını zanneden sahabîsine “Git ve namazını tekrar kıl, çünkü sen namaz kılmadın” dediği gibi…

Buradan bu yazıyı okuyan ve Lâ ilâhe illallah şehadetinin ne anlama geldiğini henüz bilmeyen tüm insanlara seslenmek istiyoruz: Ne olur bu kelimenin ne anlama geldiğini, sizden neler istediğini, neleri inkâr etmenizi talep ettiğini ve sizin nasıl bir hayata sahip olmanızı amaçladığını araştırın. İnanın bu araştırma esnasında atacağınız her adım ve ortaya koyacağınız her çaba sizin cihadınız olacaktır. Tevhid uğrunda harcanılan hiçbir değer boşa değildir. Bu kelime Allah katında öylesine değerli, öylesine kıymetlidir ki, ona değer verenler Allah katında da değerlenirler. Mekke’de Bilal (radıyallâhu anh)  ona değer verdiği için Allah katında yükselmişti. Ebu Cehil ve onun emsali insanlar da bu kelimeye gereken önemi vermedikleri için alçalmıştı. Sen de bu günün Mekke’sinde Müslümanların ortaya koyduğu tavırla tıpkı Bilaller gibi yükselebilirsin. Ama unutma ki, bu yolda gereken çabayı harcamayanların Ebu Cehiller gibi alçalmaları da söz konusudur.

Senden isteğimiz “Ben Lâ ilâhe illallah diyorum ama acaba ben de namazını iyi kılmayan sahabî gibi bu noktada hata etmiş olabilir miyim?” diyerek yeniden tevhidini gözden geçirmen ve o sahabînin yaptığı gibi bir bilene doğrusunu sormandır. Ama hemen belirtelim ki, bu noktada kime soracağın çok önemlidir. Tevhidi gider de tevhidi yok etmek için çabalayan sözüm ona muvahhid (!) rejim hocalarına sorarsan, sana doğruyu göstermeyecekleri gibi, seni saptırırlar da aynı zamanda. Sen tevhidi, tevhidiyle öne çıkmış ve bu uğurda bedel ödemiş insanlara sor. Tevhid deyip ondan para kazananlara sorma! Aksi halde seni Allah’ın yolundan alıkoyarlar. Tevhidi araştırdıktan ve ehil olan kimselere sorduktan sonra yapacağın bir şey kalıyor: O da onların delillerini Kur’ân ve Sünnetle karşılaştırman. Bu sayede inşallah doğru olanı bulacak ve hidayete kapı aralamış olacaksın. Rabbim şimdiden seni hak olan doğru yoluna iletsin ve karşına hayırlı insanları çıkarsın.

***  ***  ***

Burada son bir noktaya daha temas etmek istiyoruz: Bizim bu yazıda ortaya koyduğumuz gerçeklere elbette birileri itiraz edecektir. Elbette birileri çıkacak ve “Nasıl olur da siz Lâ ilâhe illallah diyen insanlara ‘Bu insanlar Lâ ilâhe illallah demiyorlar’ diyebilirsiniz?!” diyerek tenkitte bulunacak, kızacak, kin güdecek ve bizi farklı yerlere nispet etme kolaycılığına kaçacaktır. Biz bu kimselere soruyoruz: Acaba aynı cüreti Rasûlullah Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e de gösterebilir misiniz? Çünkü O da, namaz kılan ve kendince güzel bir şekilde o ibadetini yerine getirdiğine inanan sahabîsine  “Git ve namazını tekrar kıl, çünkü sen namaz kılmadın” buyurarak o zatın ortaya koyduğu ibadeti yok saymıştı. Bize gösterdiğiniz cesareti Efendimize de gösterip aynı yiğitlikle “Yâ Rasûlallah! Sen nasıl olurda namaz kılan bir adama ‘Namaz kılmadın’ diyebilirsin?!” şeklinde itiraz yöneltebilecek misiniz?

Zannımızca bu cüretkârlığı O’na karşı gösteremezsiniz. Çünkü bilirsiniz ki, O’na karşı böyle bir şeyi düşünmek bile sizin inancınıza zarar verir. O halde eğer bunu Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e söyleyemiyorsanız, O’nun tavrını sergileyen biz muvahhidlere niçin söylüyorsunuz?

“Ama o bir peygamber!” mi diyorsunuz?

Biz de canımız O’na feda olsun o peygamberin söylediği şeyi söyleyen ve O’nun kutlu yolundan gittiğimize inanan Müslümanlarız. Allah’tan korkun ve sözlerinizin nereye gittiğini iyi düşünün…

Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), şartlarını/rükünlerini hakkıyla yerine getirmediği için namaz kılan sahabîsine “sen namaz kılmadın” buyurdu; biz de bu hadisin fıkhından hareketle şartlarını hakkıyla yerine getirmeden Lâ ilâhe illallah diyen kimselere “Siz yeniden Lâ ilâhe illallah deyin; çünkü siz Lâ ilâhe illallah demediniz!” diyoruz.

Bunda garipsenecek, anlaşılmayacak, kabullenilmeyecek ne var?

Ha, özür dileriz! Biz bu hadisin amelle alakalı olduğunu, Lâ ilâhe illallah’ın bununla kıyaslanamayacağını ve kıyasımızın mealfârık olacağını unuttuk! Bu gafletimizden dolayı kusurumuza bakmayın ve bizleri mazur görün!

Ama müsaade ederseniz burada kısaca bir hatırlatmada bulunarak bu kusurumuzu affettirelim: Ne olur gelin, şu gariban halka merhamet edelim ve gerçekleri tüm acılığına ve zor oluşuna rağmen söylemekten geri durmayalım. Utanmaktan, ayıp olur çekincemesinden, yanlış anlayabilirler korkusundan ve farklı anlaşılırız endişesinden uzak duralım. Utansak da, sıkılsak da, çekinsek de ne olur hakkı söyleyelim. Varsın biz şimdi utanalım. Varsın şimdi yanlış anlaşılalım. Varsın bu insanlar bizi başka anlasınlar. Ama yarın utanmanın ve yanlış anlamanın fayda vermeyeceği günde kendilerini elem dolu azaptan kurtararak sahil-i selamete çıksınlar. Kurtulsunlar da, bırakın bizi bu dünyada yanlış anlasınlar.

Şimdi bir düşünün… Efendimiz (aleyhisselâm) eğer ayıp olur veya beni yanlış anlayabilir korkusuyla namazını düzgün kılmayan o sahabîsine hakkı ve doğruyu söylemeseydi, o sahabînin hâli ne olurdu? Ömür boyu yanlış namaz kılarak aslen hiç namaz kılmamış biri olarak Allah’ın huzuruna gitmez miydi? Efendimiz buna nasıl rıza gösterebilirdi?

 Böylesi inkar edilemez bir hakikate rağmen, nasıl olur da birileri hâlâ insanların tevhid hususunda, Lâ ilâhe illallah hususunda, akide ve inanç hususunda mazur olduklarını, hata etseler de Allah katında affedilebileceklerini söylerler?! Nasıl olur da gerçekleri onlardan gizler, hakkı onlara beyan etmezler?! Hakkı öğrendiklerinde, belki kabul etmeyerek kâfir olurlar (!) korkusuyla onların şirk bataklığında necis bir vaziyette kalmalarına rıza gösterirler?!

Evet, bütün bunları nasıl yapabilirler?

Bu insanlar hiç mi Allah’tan korkmazlar? Hiç mi Rasulullah’ın bu tavrını kendilerine rehber edinmezler?

Gerçekten onlar için ne diyeceğimizi bilmiyor, sadece Allah’ın, basiretlerini açması için kendilerine dua ediyoruz.

Ama bizler tevhid davetçileri olarak, ne pahasına olursa olsun hakkı söylemeye çalışacağız. Kınansak da, ayıplansak da, dışlansak da Lâ ilâhe illallah hususunda yanlış bir itikada sahip olan halkımızı uyarmaya, onlara hakkı söylemeye devam edeceğiz inşâallah. Unutmayalım ki hakkı söylememiz, asıl itibariyle bu insanlara merhamet ettiğimizin bir göstergesidir. Bize göre gerçek merhamet; karşı tarafın eksikliğini, dünyada daha iş işten geçmeden önce ona hatırlatarak, onun huzuru mahşerde selamette olması için çabalamaktır. İnsanların özellikle de akideye taalluk eden meselelerde eksikliklerine bile bile göz yummak, bizce kasvetin, ğaderin, aldatmanın, sahte merhametin ve zulmün ta kendisidir.

Bizim inancımıza göre bu gün insanlara merhamet edenler, uğrundaki tüm zorluklara rağmen onların hatalarına rıza göstermeyen ve onları şirk bataklığından kurtarma derdinde olanlardır. Ama tüm şirklerine rağmen onları uyarmayanlar, cahilliklerinin kendileri için mazeret olacağını ileri sürerek onların yanlışlarına bile bile göz yumanlar, bizce asla merhamet ehli değildirler. Onlar bize göre şu dünyada insanlara yapabilecekleri en büyük zulmü yapmaktadırlar. Bu tavırlarıyla tevhidden yoksun, kendilerini hak yolda zanneden ve bu nedenle de bir çaba içerisine girmeyen şu mazlum halka en büyük merhametsizlik örneği sergilemektedirler.

Allah bizleri, bu insanları ve Lâ ilâhe illallah dediğini zanneden şu mazlum halkımızı merhametiyle kuşatarak her daim hakka iletsin. Hidayet versin ve karşılarına, kendilerine gerçek manada merhamet edecek hayırlı insanlar çıkarsın. Şüphesiz ki O, duaları işiten ve onlara en iyi şekilde karşılık verendir. (Âmîn)

 

Faruk Furkan

 

 

 

Okunma Sayısı:4473