"Musa 'Rabbim!' dedi, 'Gönlüme ferahlık ver. İşimi bana kolaylaştır. Dilimden düğümü çöz. Ki sözümü iyi anlasınlar.' " (Tâhâ, 20/25-28)

LÂ İLÂHE İLLALLAH’IN SEKİZİNCİ ŞARTI “Bu Kelime Gereğince Amel Etmek”

بسم الله الرحمن الرحيم

Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…

 

Kelime-i tevhidin sıhhat şartlarından bir diğeri de “bu kelime gereğince amel etmek” ve “ona uygun davranışlar sergilemek”tir. Zaten insanların yaratılması, peygamberlerin gönderilmesi ve kitapların indirilmesi bu kelimenin ortaya koyduğu manayı gerçekleştirmek ve bu doğrultuda amel etmek içindir.

“Ben cinleri ve insanları, yalnız bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat/56)

Ayetten anlaşıldığına göre cinlerin ve insanların tek bir yaratılış amacı vardır, o da onların Allah’ı birleyerek ibadet etmeleridir. Kim bu amaca aykırı davranırsa, yaratılış gayesinin dışına çıkmış olur.

“Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki ona: “Benden başka ilah yoktur; o halde bana ibadet edin” diye vahyetmiş olmayalım.” (Enbiya/25)

“Andolsun ki biz her ümmete “Allah’a ibadet edin ve tağuttan sakının” diye (tebliğ yapan) bir peygamber gönderdik.” (Nahl/36)

Bu ve benzeri ayetler peygamberlerin görevinin, Allah’ın kullar üzerindeki hakkı olan tevhidi gerçekleştirmek olduğunu ifade etmektedir.

Bu hakikati, Kadisiyye savaşında İran kumandanı Rüstem’le görüşmek üzere Sa’d b. Ebi Vakkas tarafından görevlendirilen Rib‘î b. Amir’in Rüstem’le aralarında geçen şu konuşmada görmek mümkündür. Rüstem Hz. Rib‘î’ye:

“Sizi buralara getiren ve bizimle savaşmaya sevk eden sebep nedir?” diye sorar. Üzerinde çok basit elbiseler bulunan Hz. Rib’i, bu soruya daha sonraları Müslümanların neredeyse şiarı haline gelecek olan şu müthiş cümleleri ile cevap verir:

“Biz kulları kullara kul olmaktan kurtarıp, yalnız Allah’a kul olmalarını sağlamak için geldik.”

Sonra Rüstem’in etrafında eğilmiş insanlara baktı ve hayretle: “Sizin hakkınızda bize birçok düşünce ve fikir ulaşılmıştı. Fakat ben sizden daha akılsız bir kavim görmüyorum. Biz Müslümanlar birbirimizi köle edinmeyiz. Zannetmiştim ki sizde bizler gibi birbirinize yardımcı oluyorsunuz. Hâlbuki sizin yaptığınız en iyi şey birbirinizi rab edinmekmiş!”[1]

Hz. Rib‘î’nin ortaya koyduğu bu hakikat, gelmiş geçmiş tüm nebi ve Rasullerin ortak çağrısı idi. Yeryüzüne gelmiş hiç bir peygamber yok ki, onun görevi insanları kullara kulluktan çıkarıp Allah’a kulluğa davet etmek olmasın. Bu da açıkça gösteriyor ki, “Lâ İlâhe İllallâh” diyen birisinin hem bu kelimeyi ikrar etmesi hem de Allah’a kulluktan uzak durması asla olabilecek bir şey değildir. Allah’ın kullar üzerinde, kullarında Allah üzerinde bir takım hakları vardır. Allah’ın kulları üzerindeki en büyük hakkı ise kullarının O’na şirk koşmadan ibadet etmeleridir. Nitekim Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Muaz b. Cebel’e şöyle sormuştur:

“Ey Muaz! Allah’ın kulları üzerindeki hakkı ile kulların Allah üzerindeki hakkının ne olduğunu bilir misin? Muaz (radıyallahu anh): “Allah ve Rasulü daha iyi bilir” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Şüphesiz, Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, O’na hiçbir şeyi ortak koşmaksızın kulluk etmeleri, kulların Allah üzerindeki hakları ise kendisine şirk koşmayanlara azap etmemesidir” buyurdu.[2]

Bazı rivayetlerde: “Kim Lâ İlâhe İllallâh derse cennete girecektir”[3] şeklinde ifadeler bulunmaktadır. Bu hadis mutlak olup onu takyid[4] eden başka bir delile muhtaçtır. Yani bu hadisi doğru anlayabilmemiz ancak onu takyid eden başka bir delille mümkündür. Bu delilde İslam âlimlerinin ifade ettiğine göre bir üstte zikri geçen Muaz (r.a.) hadisidir.[5]

Muaz hadisinde Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Allah’ın kulları üzerindeki hakkını bildirmiştir. Zaten bu da “Lâ İlâhe İllallâh” cümlesinden kastedilen anlamdır. Dolayısıyla sırf dili ile “Lâ İlâhe İllallâh” diyen ama bununla beraber Allah’a ibadet etmeyen birisi Lâ İlâhe İllallâh’ın şartlarından birisi olan “amel” ilkesini ihlal ettiğinden dolayı üstteki hadiste ifade edilen cennete girme müjdesine nail olamayacaktır.

Bizler ilke olarak Kur’an ve Sünnetteki nasları birbirinden ayrı olarak ele alamayız. Bu nedenle de Rasûlullah’ın bir sözünü o konuda söylenmiş diğer naslardan ayrı olarak değerlendiremeyiz. Doğru neticeye ulaşabilmek için bunu yapmakta zorunluyuz. Aksi halde tarihte hataya düşmüş olan sapık fırkaların akıbetine uğramış oluruz. Onlar bir ayeti veya bir hadisi bayraklaştırıyor, o konuda söylenen diğer nasları göz ardı ediyorlardı. Onların bu tavrı kendilerini hak yoldan çıkarmış ve sapık bir inanışa sahip olmaya mahkûm etmişti. Binaen aleyh bizlerinde böylesi bir hataya düşmemesi ve nasların tamamını ele alarak hiç birisini göz ardı etmeksizin neticeye ulaşması gerekmektedir.

Abdu’l Mun’im konumuzla alakalı olarak şöyle der:

“Allah’tan başka ilahın bulunmadığına şahadet eden birisine Allah ateşi haram kılar”[6] hadisinden anlaşılan şeylerden biriside, bundan kastedilenin Allah’ın kullar üzerindeki en büyük hakkı olan tevhidi pratik olarak zahiren ve batınen gerçekleştirmeksizin yalnızca dil ve telaffuz etmenin yeterli olmayacağıdır.

Şayet iş, amel olmaksızın sadece söz ile bitecek bir şey olsaydı, Kureyş müşrikleri Rasûlullah’ın davetine icabet etmekten geri durmaz, şirkleri ve putperest inançları üzere devam ederek sadece dil ile “Lâ İlâhe İllallâh” cümlesini söyler, tevhide mani olmak ve ona icabet etmemek için canlarını ve sahip oldukları değerli şeyleri ortaya koymazlardı.

Ancak, onlar çok iyi biliyorlardı ki Lâ İlâhe İllallâh ve onun ihtiva ettiği şeylerle amel etmek, kelime-i tevhidin levazımından/gerektirdiği şeylerdendir.

Putların kırılması, onlara ibadet etmekten uzak durulması, şirkten ve Allah’a denk tutulan şeylerden tamamen soyutlanılması…

Lâ İlâhe İllallâh’ın ruhuna ve öğretilerine aykırı olan putperest cahiliye adetlerinin değiştirilmesi…

Sahte ilahların Allah’a ubudiyet noktasında kul ve köleleri ile eşit seviyeye gelmesi…

İnsanlar arasındaki tüm farkların erimesi; soylu olanla sıradan insanın, efendi ile kölenin arasında takvadan ve bu hanif dinin ahlakî öğretilerine bağlılıktan başka hiçbir farkın kalmaması…

Onların şehvetlerinden, arzularından ve insanı insana kul ederek elde ettikleri kazançlardan tamamen uzak durulması ve âlemlerin Rabbi için bunların hepsinden beri olunması... Evet, onlar bu sayılanların hepsinin Lâ İlâhe İllallâh’ın levazımından olduğunu iyi biliyorlardı.

Bu sayılanların meydana gelmesi kelime-i tevhidi ikrar etmenin gereklerinden olduğu için ona savaş, inad ve tarihin benzerini görmediği bir yüz çevirmeyle karşı koydular.

İşte tüm bunlardan dolayı peygamberimize, kendilerini kelime-i tevhidi ikrar etmekten ve ona boyun eğmekten muaf tutması karşılığında nefsin arzulayıp, göz diktiği her şeyi sundular; mal, mülk, krallık ve değerli olan her şeyi O’na teklif ettiler.

Ama Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) sunmuş oldukları ve nefse hoş gelen tüm bu teklifleri reddederek onlardan sadece halis tevhidi, putlardan ve Allah’a denk tutulan şeylerden uzak durmayı ve Lâ İlâhe İllallâh’a icabeti kabul etti.[7]

Şeyhu’l İslam İbn-i Teymiyye, Allah-u Teâlâ’nın: “Biz Allah’a ve Rasulüne iman ettik” derler. Bundan sonrada onlardan bir kısmı geri döner. Onlar mümin değildir” (Nur/47) ayetini zikrettikten sonra şöyle der:

“Bu ayet amelden yüz çeviren kişiden imanı nefyetmiş/ortadan kaldırmıştır. Kur’an’ın birçok yerinde münafıklardan iman nefyedildiği gibi, amel işlemeyenlerden de iman nefyedilmiştir.” [8]

İmam Şevkanî der ki:

“Kim İslam’ın rukünlerini ve bütün farzlarını terk eder, bu kabilden olup üzerine vacip olan söz ve fiilleri yerine getirmekten kaçınır ve iki şahadeti ikrar etmekten başka bir şey yapmazsa şiddetli bir küfür ile kafir olur..”[9]

Yaptığımız bu nakillerden anlaşıldığı üzere kim İslam’a girdikten sonra imkânı ve kudreti olduğu halde tevhidin kendisine yüklemiş olduğu amelleri yerine getirmekten kaçınır ve tüm uyarılara rağmen bu amelleri işlemeyi toptan terk ederse o kişinin küfrüne hükmedilir; dili ile kelime-i şahadeti ikrar etmesine itibar edilmez.

Zahiri amellerin terkinden kaynaklanan küfür şu şekillerde tezahür eder.

  1. Amel cinsini terk etme yönünden.
  2. Tevhitle ameli terk etme yönünden.

Birincisi, kişinin namaz, oruç, zekât, hac ve benzeri amelleri bütünüyle terk ederek hiçbir taatte bulunmaması sureti ile olur.

İkincisi ise bu amelleri işlemesi, ama bununla beraber tevhid ile amel etmeyi terk etmesi şeklinde gerçekleşir.[10] Böylesi bir insanın tevhidi düzeltmediği sürece yaptığı ameller kendisine İslam vasfı kazandırmayacağı gibi, bu amellerin ahirette de ona bir faydası olmayacaktır.

 

 Faruk Furkan 



[1] Bkz. Fıkhu’s-Siyre, Ramazan el-Butî, sf. 100, 101.

[2] Buhari, Cihad, 46; Müslim; İman, 30.

[3] Müslim, İman, 53.

[4] Mutlak ve Mukayyedin tanımı için bkz: Fıkıh Usûlu, Fahreddin Atar, sf. 174,175, Marmara İlahiyat Yayınları; İslam Hukuk İlminin Esasları, Zekiyyuddin Şaban, sf. 316 vd. Diyanet Vakfı Yayınları.

[5] Bazı âlimler şu hadisi de onun mukayyidi saymışlardır. Rasulullah (s.a.v.) buyurur ki: “Kim La ilahe illallah” der ve Allah’ın dışında ibadet ve itaat edilen şeyleri reddederse malı ve kanı haram olmuş olur.” (Müslim İman, 37) Allah’ın dışındaki ilahları reddetmeden “La ilahe illallah” diyen birisine bu söz fayda vermeyecektir. Hadisin mefhumu bunu anlatmaktadır.

[6] Buhari, İlim, 49.

[7] Şurutu La İlahe İllallah, sf. 63 vd.

[8] Mecmuu’l-Fetâva, 7/142. “Dinden Çıkaran Ameller” isimli kitaptan naklen. Bkz. sf. 192.

[9] A.g.e. sf. 192.

[10] Şurutu La ilahe illallah, sf. 66 vd.

Okunma Sayısı:3698