“Şüphesiz ki münâfıklar/içi dışı bir olmayanlar, cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar. Sen, onlara bir yardım edici de bulamazsın.” (Nisa Sûresi, 145)

LÂ İLÂHE İLLALLÂH’IN İKİNCİ ŞARTI “Tağutu Red ve İnkâr Etmek”

بسم الله الرحمن الرحيم

Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…

 

 

Lâ İlâhe İllallâh’ın ikinci şartı tağutu red ve inkâr etmektir. Bu şart tahakkuk etmeden iman sahih olmaz.

Tağut kavramı, birçok İslami kavramda olduğu gibi manası tahrif edilen ve yanlış yorumlanan kavramlardan birisidir. Tağutu inkâr etmek tüm peygamberlerin ilk çağrısı olduğu halde toplumumuz daha bu kelimenin anlamını bilmemekte ve duyduğu zaman garipsemektedir. Hatta öyle bir durumu gelmiştir ki, kişiye tağutu ve onun reddedilmesi gerektiğini anlattığında hemen: “Tavuk mu? Tavuk nasıl inkâr edilebilir ki ?” şeklinde çok komik, bir o kadarda üzücü bir cevap vermekte ve tağutu “tavuk” şeklinde anlamaktadır. Bu, gerçektende çok vahim bir durumdur. Tağutu reddetmek tüm peygamberlerin ortak çağrısı olduğu halde[1], Ashab-ı Kiram’ın çocuklarına öğrettikleri ilk şey bu olmasına rağmen[2] günümüz insanı daha bu kelimenin ne anlama geldiğini, bu kelimenin kapsamına giren varlıklara karşı nasıl tavır takınılacağını ve böylelerinin nasıl inkâr edileceğini maalesef bilmemektedir. Bu noktada biz Müslümanlara düşen görev, tağutu ve onun kapsamına giren varlıkları gücümüz nispetinde halka anlatmaktır. Eğer biz Allah rızası için gerçekten bu gaye ile adım atarsak, yolda karşımıza çıkması muhtemel olan zorlukları Allah’ın yardımı ile aşarız.

“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar.” (Muhammed/7)

Bu kısa girişten sonra tağut kelimesinin ne anlama geldiğini İslam âlimlerinin izahatları çerçevesinde ele alabiliriz.

Tağut Kelimesinin Lügat ve Istılah Anlamı

Tağut sözlükte: Haddi aşmak, azmak, belirlenmiş sınırı geçmek, gibi anlamlara gelir. Istılahta ise, Allah’ın dışında ya da Allah ile beraber kendisine ibadet ve itaat edilen, onun hükümlerini tanımayan ve insanları Allah’ın dininden uzaklaştıran tüm varlıklardır. Şimdi âlimlerin “tağut” kelimesini nasıl izah ettiğine bir göz atalım.

İbn-i Kayyım der ki:

“Tağut, ibadet edilen, tabi olunan veyahut da itaat olunan olsun, kulun haddini aşmasına vesile olan her şeydir. Her kavmin tağutu, Allah ve Rasülü dışında onun hükmüne başvurdukları, Allah’ı bırakıp ibadet ettikleri, basiretsizce Allah’ın dışında tabii oldukları veyahut da Allah’tan başka itaat ettikleri kimselerdir. Kim Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in getirdiğinin dışında bir şeyin hükmüne başvurur veya o şeyle hüküm veririse, tağut ile hükmetmiş ya da tağuta muhakeme olmuş demektir.”[3]

Şeyhu’l İslâm İbn-i Teymiyye der ki:

“Allah’a isyanı gerektiren hususlarda, hidayet ve hak dine uymamakta, kendisine itaat olunan her şey tağuttur. İşte Allah’ın kitabından başkası ile hükmeden ve bu maksatla hükmüne başvurulan kimseye tağut adının verilişi bundan dolayıdır.”[4]

İmam Taberi şöyle der:

“Bana göre tağuta verilecek en doğru mana; Allah’a karşı haddini aşan ve Allah’tan başka kendisine zorla veya gönüllü olarak itaat edip bağlanılarak ibadet edilendir. Kendisine ibadet edilen bu varlık bir insan olabileceği gibi şeytan, put veya herhangi bir şey de olabilir.”[5]

Abdurrahman el- Batın şöyle der:

“Tağut; Allah’tan başka ibadet edilenlerin, sapıklıkta öncü olanların ve batıla çağıran ve onu iyi gösterenlerin hepsidir. Allah ve Rasülüne zıt olan hükümlerle insanlar arasında hüküm verenler, kâhin ve sihirbazlar, sapık ve yalan hikâyeler uydurarak insanları mezarlara ibadet etmeye çağıran mezar bekçileri, hizmetçileri ve koruyucuları aynı şekilde birer tağuttur. Bu tağutların asıl ve en büyüğü ise şeytandır. Şeytan en büyük tağuttur.”[6]

Şeyh Muhammed el-Fıki der ki:

“İslam şeriatına muhalif kanunlarla hükmetmek, insanın kan, mal ve ırzları konusunda hüküm vermek için konulan bütün kanunlar, Allah’ın şeriatı olan hadleri kaldıran, faizin zinanın ve içkinin haramlığını iptal eden bütün beşeri kanunlar tağut kavramına girerler. Zaten böyle kanunların her biri başlı başına birer tağuttur.”[7]

Abdülaziz b. Baz da şu yorumu yapar:

“Selef’in tağut hakkındaki sözlerinden şu anlaşılmaktadır: Kulu, Allah’a kulluktan, dinde ihlâslı olmaktan, Allah ve Rasulüne itaat etmekten alıkoyan ve çeviren her şey tağuttur. Bunun böyle oluşunda ister cin şeytanlarının, ister insan şeytanlarının, ister ağacın, ister taşın, isterse başka bir şeyin müdahalesi olsun değişmez. İnsanlara şanlar, şerefler, mallar hakkında hüküm vermek, faiz, zina, içki içilmesi gibi benzer şeyleri serbest bırakmak, Allah’ın şeriatını kaldırmak için ortaya çıkarılan İslam’a yabancı kanunlarla hükmetmek gibi durumlarda tağut kavramına girmektedir. Bu kanunları koyanları, tasdik edip kabul edenlerde tağutturlar. Kasıtlı veya kasıtsız, Rasûlullah’ın getirdiği hak dinden insanları çevirmek için insan aklının koymuş olduğu bütün yazılar ve onları icat edenler de tağutturlar.”[8]

AbdulMun’im Mustafa bu nakillerden sonra şöyle der:

“Tağut: ibadetle ilgili en basit meselelerde bile olsa, Allah dışında rızası sebebiyle kendisine ibadet edilendir. Sevgi, dostluk, düşmanlık, itaat, bağlanma, muhakeme olma, dua, korku, adak, namaz ve ulûhiyetle alakalı her hangi bir konuda kendisine ibadet edilen Allah dışındaki her varlık tağuttur. Allah’ın şeriatına muhalif olan bütün kanun ve şeriatların her biri birer tağuttur. Küfür, fesat ve sapıklıkta öncü olan herkes birer tağuttur.”[9]

Tağutların adet ve sayısının sınırlandırılması mümkün olmamakla birlikte islâm âlimleri tağutu beş ana başlık altında incelemiştir. Şimdi sırasıyla bunları zikredelim.

  1. Şeytan: Tağutların en büyüğü hiç şüphesiz ki şeytandır. O, yeryüzünde işlenen tüm cürümlerin, günahların ve tuğyanın asıl müsebbibidir. İnsanları Allah’a ibadetten alıkoyduğu ve onları saptırdığı için tüm tağutların elebaşı konumundadır. O, kıyamet gününe kadar insanları saptırmak ve doğru yoldan uzaklaştırmak için yemin etmiştir.

“İblis dedi ki: “Beni azgınlığa ittiğin için and içerim ki bende senin doğru yolunda onlara engel olacağım. Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım. Böylece çoğunu şükredenlerden bulamayacaksın.” (A’raf/16-17)

Bu özelliklerden dolayı Selefden birçok müfessir şeytanı “tağut” diye nitelendirmiş ve onun en büyük tağut olduğunu beyan etmiştir.

Burada değinmeden geçemeyeceğim çok önemli bir nokta var. Birçok meal çalışması yapan mütercimlerin farkında olarak veya olmayarak tağut kelimesini sadece “şeytan” olarak tercüme etmektedir. Bu, çok vahim sonuçlara sebep olabilecek bariz bir hatadır. Çünkü böylesi bir tercümeden meal okuyan insanın aklına “tağut” denilince hemen “şeytan” gelecek ve tağut kelimesinin kapsamına girdiği halde sırf bu yanlış tercümeden ötürü birçok tağut, o kişinin benliğinde tağut olmaktan çıkacaktır. Bu hatanın giderilmesi için şu önemli açıklamayı yapmakta yarar görüyoruz.

Lugat âlimleri: اختلاف الاسماء يدل علي اختلاف المعني “İhtilafu’l esmâ yedüllü ala ihtilafi’l-ma’nâ” yani “İsimlerin farklı olması, mananın da farklı olduğunu gösterir” kaidesi ile bu tür yanlışlıkların önüne set çekmişlerdir. Bu kaidenin tefsir yaparken veya herhangi bir tercüme işi ile uğraşırken çok önemli bir yeri vardır. Yukarıda değindiğimiz hata aslında bu kaidenin tatbik edilmemesinden kaynaklanmaktadır. Tağut lafzını sırf ‘şeytan’ olarak tercüme edenler bu kaideyi göz ardı etmemiş olsalardı, insanların yanlış anlamalarına sebep olmazlardı. Hâlbuki ‘şeytan’ ayrı bir lafız, ‘tağut’ ayrı bir lafızdır. Bu iki ismin farklı lafızlarla gelmesi manalarının da ayrı olmasını gerektirir. Elbette ki ‘şeytan’ tağuttur. Ama tağut sadece ‘şeytan’ değildir. Eğer böyle olmuş olsaydı Allah Teâlâ’nın içerisinde ‘tağut’ lafzı geçen ayetlerde ‘tağut’ yerine ‘şeytan’ kelimesini kullanması gerekmez miydi? Üstelik Nisa Suresinde: “İman edenler Allah yolunda, kâfir olanlarda tağut yolunda savaşırlar. O halde şeytanın destekçileri ile savaşın. Şüphe yok ki şeytanın hilesi pek zayıftır” (Nisa/76) buyurarak, tağut ile şeytan kelimelerini aynı ayet içerisinde kullanmıştır. Bu da göstermektedir ki “şeytan” ile “tağut” farklı farklı şeylerdir. Son olarak diyoruz ki: Her şeytan bir tağuttur, ama her tağut şeytan değildir. Bu ayırıma dikkat etmek gerekir; çünkü birçok insan bu konuda yanılgıya düşmektedir.

  1. Sihirbazlar: Sahabe ve tabiinden bazıları “tağut” kelimesinin “sihirbaz” anlamına geldiğini söylemiştir. Sihirbazlar hakkı gizleyerek batılı insanlara süslü göstermektedirler. Büyülerinin gerçekleşebilmesi için kendilerine gelen insanlara Allah’tan başkası adına kurban kesmelerini veya içerisinde birçok şirk sözü bulunan birçok muska vb. şeyleri boyunlarına asmalarını emrederler ve böylece insanların akideleri ile oynarlar. Bu tür gerekçelerden dolayı onlar için “tağut” ismi verilmiştir. Cumhur-u ulemaya göre sihir yapan insanlar küfre girer ve öldürülür.
  2. Kâhinler: Gaybı ve insanların idrakinin dışındaki bir takım işleri bildiğini iddia eden kimselere “kâhin” denir. Bunlar kimi zaman gelecekten haber veririler kimi zamanda kaybolmuş eşyaların yerlerini söylerler. Bunuda, gökyüzünden kulak hırsızlığı yapan şeytanlardan öğrenirler. Böylesi bir iş kesinlikle insanı dinden çıkarır. Çünkü gaybı ve geleceği bilmek yalnız Allah Teâlâ’ya mahsustur. Alah’ın bilebileceği bir şeyi kendinde görmek insanı şirke sokar. Bu nedenle birçok âlim “tağut” kelimesini “kâhin” olarak yorumlamıştır.
  3.  Putlar: Bunlarda Allah’ın dışında ibadet edilen varlık oldukları için “tağut” kavramı içinde değerlendirilmiştir.
  4. Allah’ın Şeriatına Aykırı Kanun Koyanlar: Tağut ismini hak edenlerden birisi de bunlardır. Çünkü bunlar Allah’ın göndermiş olduğu kitabı bir tarafa atarak kendi heva ve heveslerinden kanunlar yapmakta ve bu suretle haddi aşmaktadırlar. İnsanoğlu, kanun icat etmek ve yasa yapmak için yaratılmamıştır. Onun tekbir yaratılış gayesi vardır; o da Allah’ın kendisi için göndermiş olduğu kanunları uygulamak sureti ile Rabbine ibadet etmesidir. Bu vazifeyi unutarak Allah’ın üstlenmiş olduğu bir işi ele almak isteyenler, onun belirlediği sınırları çiğnemiş olurlar. Bu ise onların “tağut” vasfını almaları için yeterli bir nedendir.

Hele birde Allah’ın ‘serbest’ dediğine ‘yasak’, ‘yasak’ dediğine de ‘serbest’ diyenler var ya, işte onlar küfürde ilerlemiş ve Allah’a isyanda zirveye çıkmış insanlardır. Böyleleri tağut olmanın yanı sıra Allah’ın haklarına el koymaya yeltendikleri için aynı zamanda gâsıp (gaspçı) tırlar. Her insanın böylelerine karşı teyakkuzda olması gerekir.

 Heva ve heves, vatan ve milliyetçilik, ırkçılık, demokrasi Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler ve anayasaları Kur’an olmayan meclisler de çağımız âlimlerinin “tağut” olarak nitelendirdikleri şeylerdendir. Tüm bunlardan sakınmak gerekir.

Bu tanımlardan sonra şu soruları kendimize soralım:

  • Günümüzde toplumun geneli açısından düşünüldüğünde, kendisine ibadet edilen mabud kimdir? Allah Teâlâ mı, yoksa tağut mu?
  • Kendisine itaat edilen kimdir? Allah Teâlâ mı, yoksa tağut mu?
  • Kullar için yasa ve kanunlar belirleyen kimdir? Allah Teâlâ mı, yoksa tağut mu?
  • Kendisi için dostlukta ve düşmanlıkta bulunulan kimdir? Allah Teâlâ mı, yoksa tağut mu?
  • Kendisine sevgi ve korku duyulan kimdir? Allah Teâlâ mı, yoksa tağut mu?
  • İnsanlar, değerlerini, kanunlarını ve ilkelerini kimden almaktadır? Allah Teâlâ’dan mı, yoksa tağuttan mı?
  • İnsanlar kime muhakeme oluyorlar, tartışma ve davalarını kime götürüyorlar? Allah Teâlâ’ya mı, yoksa tağuta mı?

İnsanların birçoğu tarafından itiraf edilmese de, yukarıdaki soruların cevabı; “Tağut” olarak karşımıza çıkıyorsa, insanlar ile bu dinin hakikati arasındaki uçurumun büyüklüğünü ve yine âlimler ve ilmiyle amel eden davetçilerin omuzlarındaki emanetin ağırlığını, ümmet ve dinleri açısından üzerlerine düşen görevlerin neler olduğunu idrak etmiş oluruz. Seyyid Kutup (rahimehullah) şöyle der:

“Bugün yeryüzünde bu dinin problemi; Allah’ın ulûhiyet sınırına tecavüz eden, O’nun sultasını gasp etmeye çalışan, insanların canı, malı, nesli üzerinde emir ve yasaklar koyan ve kendinde bunu yapma cesareti bulan tağutların işbaşında olmasıdır. İşte Kur’an tüm gerçekliğiyle konuya değiniyor ve meselenin ulûhiyet ve ubudiyet meselesiyle bağlantılı olduğunu ve meselenin bir iman-küfür, İslam-cahiliyye meselesi olduğunu dile getiriyor...”

Eğer ki, nebi ve resullerin yaptıkları gibi, bizler de kavimlerimize karşı davete “Allah’a ibadet edin ve tağuttan kaçının” esası ile başlamış olsaydık ve Allah’a kavuşuncaya ya da insanlardan açık, doğru ve sadık bir karşılık alıncaya kadar bu davetten geri durmamış olsaydık, doğrudan sapmış olmazdık.[10]

Tağut kelimesinin anlam ve muhtevasını öğrendikten sonra, tağutu reddetmenin Lâ İlâhe İllallâh’ın şartlarından birisi olduğunun delillerine geçebiliriz.

İmam Müslim’in sahih olarak rivayet ettiği bir hadiste Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:

“Kim ‘Lâ İlâhe İllallâh’ der ve Allah’ın dışında ibadet edilen şeyleri reddederse, malı ve canı haram olmuş olur.”[11]

Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in “Allah’ın dışında ibadet edilen şeyleri reddederse” sözü, tağutu reddetmek anlamına gelir. Bu da tağutu reddetmenin Lâ İlâhe İllallâh’ın şartlarından birisi olduğunu gösterir.

Denilse ki: “Zaten kelime-i tevhidin birinci kısmı olan “La ilahe” sözü tağutu inkâr etmeyi ifade etmektedir. Acaba hadis-i şerifte neden tekrar olarak tağutların inkâr edilmesine atıf yapılmıştır? Bu soruya şu şekilde cevap veririz. Hadis-i şerifte tağutların inkâr edilmesinin tekrar olarak zikredilmesi, bu işin ciddiyetini ortaya koymak içindir. Zira kişi tağutu inkâr etmeden iman etmiş olmaz. Kişinin mü’min olabilmesi için bu şartı yerine getirmesi gerekir.

Hadis-i şerifte kişinin malının ve canının korunması Allah’ın dışında ibadet ve itaat edilen tağutların inkâr edilmesine bağlanmıştır. Hadiste yer alan bu ifade tağutu inkâr etmeyen birisinin Lâ İlâhe İllallâh cümlesini ölene kadar dilinden düşürmese bile mü’min olamayacağına işaret etmektedir. Çünkü kişinin malının ve canının haram olması ancak iman ile mümkündür. Adam Lâ İlâhe İllallâh deyip sonrada tağutlara itaat ettiğinde, sanki iki zıt şeyi bir anda yapmış oluyor. Hem ‘tağutları reddediyorum’ diyor, hem de onlara itaat ediyor. Böyle birisi “ben aynı anda hem gece hem gündüz yaşıyorum” diyen birisi gibidir.

Tağutu inkâr etmenin Lâ İlâhe İllallâh’ın şartlarından birisi olduğunun başka bir delilide Rabbimizin şu ayetidir:

“Dinde hiç bir zorlama yoktur. Gerçekten iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır. Artık her kim tağutu red (ve inkâr) eder ve Allah’a iman ederse o, kopması mümkün olmayan sapasağlam bir kulpa (urve-i vüskaya) tutunmuş olur. Allah işitendir, bilendir.” (Bakara/256)

Allah Teâlâ bu ayeti kerimede tağutu inkâr etmeyi bizlere emretmiştir. Tağutu inkâr etmeksizin gerçekleştirilen bir iman asla makbul değildir.

Ayet-i kerime de yer alan “Kim tağutu red ve inkâr eder ve Allah’a iman ederse” cümlesi gerçektende dikkate şâyandır. Allah’a imandan önce tağutun reddinin zikredilmiş olması, tağut inkâr edilmeksizin iddia edilen imanın boş bir lakırdıdan ibaret olduğunu göstermek içindir. Tefsiru’l-Hazinde şöyle denilir:

“Bu ayet-i kerimede kâfir birisinin imandan önce küfre tevbe ederek küfürden uzaklaşmasının, sonrada Allah’a iman etmesinin gerekli olduğuna bir işaret vardır. Kim böyle yaparsa imanı sahih olur...”[12]

Yani Allah’a iman etmeden önce tağutların red ve inkâr edilmesi gerekmektedir. Elmalılı Hamdi Yazır, bu ayetin Lâ İlâhe İllallâh cümlesinin bir tefsiri niteliğinde olduğunu şu önemli ifadeleri ile dile getirir:

“Mümin muvahhid olmak için Allah’a imandan evvel küfre tevbe etmek şarttır. Ve bu tevbenin şartı da tağutları asla tanımamaya azmeylemektir. Bu suretle “Kim tağutu inkâr edipte Allah’a iman ederse” ayeti “Lâ İlâhe İllallâh” kelime-i tevhidinin bir tefsiri demektir.”[13]

Ayet-i kerimede tağutu inkâr etmenin Allah’a imandan önce zikredilmesinde bir takım hikmetler vardır. Bu hikmetler şöyle özetlenmiştir:

  1. Tağutu red meselesinin küçük görülüp de ihmal edilmemesini, tağutu reddetmenin çok önemli bir asıl olduğunu, bunun dışındaki asıl ve teferruatların ise ona bağlı olduğunu belirtmek içindir.
  2. İmandan önce tağutun reddinin gerekli olduğunu bildirmek içindir. Çünkü kişi tağutu reddetmeden önce iman ederse bu iman, tağutu red veya şirki terk edinceye kadar sahibine hiç bir fayda vermez.
  3. Allah’a iman ile tağuta iman, bir kulun kalbinde bir an bile olsa asla bir arada bulunamaz. Çünkü birisine iman, diğerine iman etmeye zıddır. Bunlardan birisine iman edilirse diğeri reddedilmiş olur. Çünkü iman ile küfür bir kalpte asla bir arada bulunmaz.

Buna göre, ya tağutu reddettikten sonra iman edilir ya da tağuta iman ederek Allah reddedilir. Tağuta iman ile Allah’a imanın bir kulun kalbinde aynı anda bir arada bulunmasını düşünmek, bir şeyin zıddıyla birlikte aynı anda var olduğunu düşünmek demektir. Bu ise imkânsızdır.[14]

Ayetteki Urve-i Vüskâ (Sağlam Kulp)’dan Kasıt Nedir?

Müfessirler, ayet-i kerimede geçen “el-urvetü’l vüska” kelimesini bir kaç şekilde anlamlandırmışlardır. Mücahit bunun “iman” anlamına geldiğini söylemiştir. Suddi “islam” manasındadır, derken, Said b. Cübeyr ve Dahhak “Lâ İlâhe İllallâh” anlamında olduğunu söylemiştir. Enes b. Malik’den bunun “Kur’an” manasında olduğu rivayet edilmiştir. İbn-i Kesir, bu görüşlerin hepsini naklettikten sonra şöyle der:

“Bu görüşlerin hepsi sahihtir; aralarında herhangi bir çelişki söz konusu değildir.”[15]

Önemli Bir Açıklama

Allah’ın dışında ibadet edilen bir varlığın tağut olarak isimlendirilebilmesi için mutlaka kendisine yapılan ibadete rıza gösterilmesi ve bu işten memnun olması şarttır. Eğer kendisine yapılan ibadete rıza gösterilmiyorsa o zaman tağut olarak isimlendirilemez. Birçok insan Hz. İsa’ya, Hz. Uzeyr’e veya Allah’ın salih kullarına ibadet etmektedir. Her ne kadar onlara ibadet eden insanlar kâfir olmuş olsa da, kendilerine ibadet edilen bu salih zatlar, yapılan ibadetten razı olmadıkları için “tağut” olarak isimlendirilemezler. Bu şart çok önemlidir. Buna dikkat edilmelidir.

Tağutu İnkâr Etmenin Şekli ve Niteliği

Tağutu red ve inkâr etmek, kimilerinin zannettiği gibi sadece dil ile olan bir şey değildir. Aksine tağutu inkâr etmek hem itikat, hem söz, hemde amel ile gerçekleşen bir olaydır. Bu üç maddeden birisinin olmaması halinde, tağut inkâr edilmiş sayılmaz. Önemine binaen bu üç maddeyi tek tek ele alalım.

  1. Tağutun “İtikâd” İle Reddedilmesinin Şekli

Bu, kişinin kalben tağuta buğzetmesi, onu sevmemesi, itikâd olarak ona düşmanlık beslemesi, onun ve ona itaat edenlerin küfre düştüğüne inanması şeklinde olur.

Tağutun bu şekilde inkâr edilmesi hususunda hiç kimse mazur sayılmaz. Çünkü hiçbir kimsenin başka birisinin kalbine girmesi veya onun kalbi üzerinde hâkimiyet kurması mümkün değildir. Bu nedenle tağutları seven, onlara sempati duyan, onlara buğz ve düşmanlık etmeyenler asla tağutu reddetmiş sayılmazlar.

  1. Tağutun “Dil” İle Reddedilmesinin Şekli

Kişinin, tağuları ve onların yardakçılarını tekfir etmesi, onların Müslüman olmadıklarını söylemesi ve onlardan beri olduğunu ilan etmesi, dil ile reddetmenin kapsamına girmektedir. Rabbimiz Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurur:

“De ki: Ey Kâfirler !” (Kâfirun/1)

Bu ayet-i kerimede Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e, dönemindeki inkârcılara kâfir olduklarını haykırması emredilmiştir. Çünkü ayet: “Gul” lafzı ile başlamıştır. Yani sen onların kâfir olduklarını söyle, haykır, ilan et anlamındadır. Erbabının malumu olduğu üzere emir sigaları, aksi bir karine bulunmadığı sürece farziyet ifade eder.[16] bBu da gösteriyor ki onların küfrünü ilan etmek dini bir görevdir. Yine Rabbimiz Mümtahine Suresinde şöyle buyurur:

“Gerçekten İbrahim’de ve beraberindeki müminlerde sizin için çok güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine ‘Biz hem sizden hem de Allah’ın dışında ibadet ettiğiniz şeylerden uzağız. Biz sizi tekfir ettik.[17] Bir olan Allah’a iman edinceye kadar bizimle sizin aranızda ebedi bir düşmanlık ve kin baş göstermiştir’ demişlerdi.” (Mümtahine/4)

Burada: “İbrahim (aleyhisselam) ve beraberindeki müminlerde bizler için uyulması gereken güzel örneklik nedir?” diye sormamız gerekmektedir. Ayetin açıkça ortaya koyduğu mânaya göre bizler için örnek olarak takdim edilen şey, Hz. İbrahim ve beraberindeki inananların, müşrik olan kavimlerini tekfir etmeleri ve onları inkâr ederek hem kendilerinden hem de itaat ettikleri mabutlarından uzak durmalarıdır. Onların ortaya koymuş olduğu bu net tavır, biz Ümmet-i Muhammede “güzel bir örnek” olarak takdim edilmiştir ki, bizimde bu örneğe tabi olmamız gerekmektedir.

Muâviye b. Hıyde (radıyallahu anh) der ki: “Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e:

Ya Rasulallah! Rabbin seni bizlere ne ile gönderdi?’ diye sordum. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem):

 ‘İslam ile gönderdi’ buyurdu. Ben:

 ‘İslam’ın alâmetleri nedir?’ dedim. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem):

‘Yüzümü Allah’a teslim ettim ve (şirkten, küfürden ve tağutlardan) arındım, beri oldum’ demen, namaz kılman ve zekât vermendir.” buyurdu.”[18]

Efendimizin “arındım, beri oldum” sözü, ‘şirki, küfrü ve Allah’ın dışında ibadet ve itaat edilen tağutları terk ettim’ şeklinde tefsir edilmiştir. Bu da gösteriyor ki kişinin tağutu inkâr edebilmesi onları reddettiğini ilân etmesi ile mümkündür.

  1. Tağutun “Amel” İle Reddedilmesinin Şekli:

Bu da kişinin hiçbir şekilde onlara destek vermemesi, onları yönetici, lider ve baş seçmemesi ve her fırsatta onlardan ictinâb ederek uzak durması sureti ile olur.

“Tağuta ibadet (ve itaat) etmekten uzak duran ve Allah’a yönelenler var ya işte onlar için müjde vardır.” (Zümer/17)

“Ey iman edenler! Kâfirleri veli (dost, yardımcı, yönetici) edinmeyin!” (Nisa/144)

Bu ve benzeri ayetler, tağutlardan uzak durulması gerektiğini açıkça beyan etmektedir. Müminlere düşen, Allah’ın bu ayetlerine teslim olmak ve Allah’ı hiçe sayan tağutlardan teberri etmektir.

Bu anlatılanlardan sonra diyorum ki; tağutun reddedilmesinin hakiki şekli ve niteliği budur. Kim bu üç maddede anıldığı şekliyle tağutu reddederse gerçek anlamda tağutu reddetmiş olur. Kimde bunlardan birisini eksik yaparsa onun tağutu reddedişi noksandır; binlerce kez dili ile tekrar etse de o tağutu reddetmiş değildir.[19]

AbdulMun’im Mustafa “Şurutu La ilahe illlallah” adlı eserinde tağut lafzının Müslüman birisi için kullanılıp kullanılamayacağı sorusunu sormuş ve şöyle cevap vermiştir.

“Tağut, ‘Fe’alut’ vezninden olup azmak, taşkınlık yapmak ve haddi aşmak anlamındadır. Kimin azgınlığı, taşkınlığı ve zulmü küfre ulaşmazsa, lügat manası açısından ona tağut ismi verilebilir. Nitekim seleften bazıları Haccac ve benzerlerine tağut ismini kullanmış; ama bununla lügavî anlamı kastetmişlerdir. ‘Allah’ın dışında ibadet edilen kâfir’ manasını murâd etmemişlerdir. Eğer bu azgınlık ve zulüm sahibini küfre düşürecek seviyeye ulaşırsa, o zaman Allah’ın dışında ibadet edilen manasına gelen ıstılahî anlamı kendisine hamlonulur. İlim ehlinin kitapları okunurken ve onların sohbetleri dinlenirken bu iki tağutun arasını ayırt edebilmek için sözün baştan sona kadar gözetilmesi ve onların sözlerinde yer alan tağutun sınırlandırılmasında sana yardımcı olacak karinelere bakılması gerekir. Ancak ben Kur’an ve Sünnette geçen tüm tağut kelimelerini araştırdım... Hepside “Allah’ın dışında ibadet edilen kâfir” anlamına gelmektedir. En iyisini bilen Allah’tır.[20]

 

 

Faruk Furkan



[1]    Yüce Allah Nahl Suresi, 36. ayette şöyle buyurur: “Biz her ümmete, Allah’a ibadet edin ve tağuttan kaçının diye (tebliğ yapan) bir peygamber gönderdik.” Bu ayet-i kerimeden, her peygamberin kendi kavmini tağuttan sakındırdığı rahatlıkla anlaşılmaktadır. Bizlerinde, peygamberlerin bu ortak sünnetine istinaden toplumumuzu çağdaş tağutlardan sakındırması gerekmektedir.

[2]    İbn-i Ebi Şeybe’nin naklettiğine göre sahabeler çocuklarına ilk olarak “Allah’a iman ettim ve tağutu reddettim” cümlesini söylemeyi öğretirlermiş. (Bkz: “el-Musannef”, 3518 nolu rivayet)

[3]    İ’lamu’l-Muvakkıîn, 1/50.

[4]    Mecmuu’l-Fetâva, 28/200.

[5]    Tefsiru’t-Taberi, 3/13.

[6]    ed-Dürerü’s-Seniyye, 2/103.

[7]    Fethu’l-Mecid, sf. 282.

[8]    A.g.e. sf. 287.

[9]  et-Tağut, sf. 75.

[10]   Müslümanların Birliğini Sağlayacak olan Temel Esaslar, Abdu’l Mun’im Mustafa, sf. 35,36.

[11]  Müslim, Kitabu’l İman, 37.

[12] Lübabu’t-Te’vil fî Meâni’t-Tenzil, 1/351; Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye baskısı.

[13] Hak Dîni Kur’an Dili, 2/871.

[14]  Bkz. “et-Tağut”, Abdu’lMun’im Mustafa, sf. 61, 62.

[15]  Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, 1/418. Daru’l-Fayhâ Baskısı.

[16]  Bkz: El-Kâfi’l Vâfi fi Usuli’l Fıkhi’l İslâmî, sf. 323.

[17]   Ayetteki “Kefernâ biküm” ifadesi “sizi reddettik” anlamına geldiği gibi, “sizi tekfir ettik” anlamına da gelir. Biz ikinci görüşü tercih ettik.

[18]  Sahihu Süneni’n-Nesâi, 2407 nolu hadis.

[19]  Bu bölüm, “Şurutu La ilahe illallah” adlı eserden özetlenmiştir.

[20]  A.g.e, sf. 44.

Okunma Sayısı:19059