“Hakkında ilim (kesin bir bilgi) sahibi olmadığın şeylerin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve kalp (evet) bunların hepsi ondan sual edilecek/hesaba çekilecektir.” (İsra, 36)
بسم الله الرحمن الرحيم
Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…
“Lâ İlâhe İllallâh” cümlesinin iki ruknü vardır. Bu rukünlerden birisi nefiy (olumsuzluk ve reddetme), diğeri ispat (kabul etme)’tır.
“Bu (böyledir).Çünkü Allah hak(ilah)’tır. O’nun dışında ibadet ettikleri ise batıldır…” (Hac/62)
Lâ İlâhe İllallâh cümlesini Arap grameri açısından incelersek, çok önemli ve ince nükteler çıkarırız. Arap dilinde olumsuz bir kelime veya cümleden sonra “illa” edatı getirilerek istisna yapıldığında, ondan sonraki isim veya cümlenin hasr-u kasrı murâd edilir. Bunu bir örnekle izah etmeye çalışalım. Mesela, “Ali ayaktadır” dediğimiz zaman, başkalarının da ayakta olma ihtimalinden dolayı ayakta olma eyleminin sadece Ali’ye ait olduğunu söylemiş olmayız. Fakat “Ali’den başka hiç kimse ayakta değildir” dediğimizde ise, ondan başka ayakta olan hiç kimse bulunmayacağı için, ayakta olma eylemini Ali’ye tahsis etmiş ve genel olarak bunu başkalarından nefyederek (reddederek) O’nun bu konuda tek olduğunu söylemiş oluruz.
Şimdi, Lâ İlâhe İllallâh cümlesini de bu örneğe uygun bir şekilde ele alalım. Biz, “Allah ilahtır” dediğimizde, bu cümleden Allah’tan başkalarının da ilah olabileceği anlaşılır. Ama “Allah’tan başka hiç bir ilah yoktur” dediğimizde ise, ilahın sadece Allah olduğunu, O’nun dışındakilerin ilah olamayacağını ve ilahlığa müstahak olanın sadece O olduğu ifade etmiş oluruz. İbn-i Kayyım (rahimehullah) şöyle der:
“Lâ İlâhe İllallâh” (Allah’tan başka ilah yoktur) cümlesinin Allah’ın ulûhiyetini ispat etme hususunda ki delaleti, “Allah ilahtır” cümlesinin ifade ettiği anlamdan çok daha üstündür. Zira “Allah ilahtır” cümlesi, Allah’ın dışındaki varlıkların ulûhiyetini tam anlamıyla nefyetmemektedir. Ama “Allah’tan başka hiç bir ilah yoktur” cümlesi, ilahlığı sadece Allah’a has kılmakta ve O’nun dışındaki varlıklardan bunu nefyetmeyi gerektirmektedir.” [1]
Bazı Yazarların Yanılgısı
Kelime-i Tevhid ile alakalı eserler kaleme alan bazı yazarlar, Lâ İlâhe İllallâh cümlesini “Allah’tan başka yaratıcı yoktur, rızık veren, öldüren, dirilten, fayda ve zarar veren O’dur. O’ndan başka malik yoktur” diyerek sadece Rububiyet tevhidi[2] ile tefsir etmektedirler. Bu anlamlandırma her ne kadar Allah Teâlâ‘ nın bu vasıflarla muttasıf olması yönünden doğru olsa da, Lâ İlâhe İllallâh’ın ifade ettiği manayı ortaya koyma açısından eksiktir. Çünkü Lâ İlâhe İllallâh’tan kastedilen mana, Allah’ın sadece yaratıcı, rızık verici, öldüren, dirilten, nimet veren olması değildir. Evet, sadece bu anlamlar Lâ İlâhe İllallâh’ı ifade etmede yeterli değildir. Bu kelimeden kastedilen hakiki mana, ―tüm bu anlamlarla birlikte― Allah’ın gerçek ma’bud olduğuna, kayıtsız şartsız itaat edilecek mercinin O olduğuna, kanun koymaya, idare etmeye, emretme ve nehyetme yetkisine sahip olmaya, yönetme yetkisini elinde bulundurmaya hak sahibinin o olduğuna inanmakla beraber; sevilmeye, saygı gösterilmeye, yüceltilmeye ve korkulmaya en layık olan varlık olduğuna iman etmektir.
Şayet Lâ İlâhe İllallâh’ın manası sadece bu müelliflerin iddia ettiği gibi yaratma, rızık verme vb. anlamlara has olsaydı, o zaman Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile Arap müşrikleri arasında her hangi bir ihtilaf ve düşmanlık söz konusu olmazdı. Biraz sonra delilleri zikredileceği üzere, onlar Allah’ın varlığını kabul ediyor ve Allah’ın yarattığını, rızıklandırdığını, gökten yağmur indirdiğini, kâinata söz geçirdiğini ikrâr ediyorlardı.
Dolayısıyla kim Allah’ın bu vasıflarına inanır, ama ibadet ve taatını Allah’tan başkasına yapar, birilerini O’ndan çok sever, dua ve niyazlarını onlara arz eder, sıkıntı anında Allah’tan değil de onlardan yardım talebinde bulunur, Allah’tan başkalarına hükmetme ve yasama yetkisi verir ve egemenlik hakkını başkalarına tanırsa, O asla “Lâ İlâhe İllallâh” demiş sayılmaz. O, Allah’a şirk koşan bir insan olarak kabul edilir. Bu inanç üzerine ölse, ebediyen cehennemi hak eden bir müşrik olur ve asla cennete giremez.
“Çünkü kim Allah’a şirk koşarsa; hiç şüphesiz ki Allah ona cenneti haram kılmıştır. Onun varacağı yer cehennemdir….” (Maide/72)
Onun bu inancı, tarihte yaşamış olan tüm müşrik insanların ortak inancıdır. Kitabın ilk sayfalarında da belirttiğimiz gibi, tarihte Allah’ı inkâr eden topluluklar yok denecek kadar azdır. Onlar Kur’an’ın açık ifadeleriyle Allah’ı yaratıcı olarak kabul etmişler ve Rububiyet tevhidine ait birçok niteliği Allah’a vermişlerdir. Onların ortak koşmaları genel anlamda, Allah’ın ulûhiyetine ait vasıflarda tezahur etmiştir. Kur’an’da bunun birçok örneği vardır. Şimdi onların Allah’ın Rububiyetini kabul ettiklerine işaret eden ayetlerden bazılarını aktarmaya çalışalım. Yüce Allah şöyle buyurur:
“Andolsun, onlara (müşriklere): “Göklerle yeri kim yarattı?”diye sorsan, onlar elbette: “Allah” diyeceklerdir.” (Lokman/25)
“De ki: “Size gökten ve yerden rızk veren kimdir? Yahut o gözlere ve kulaklara sahip olan kimdir? Ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkaran kimdir? İşleri yerince kim yönetiyor? Onlar hemen “Allah ”diyeceklerdir. De ki: “O halde (O’na isyan etmekten) korkmaz mısınız?” (Yunus/31)
“Eğer sen onlara: “Göklerle yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim emrinize verdi?” diye soracak olsan, onlar elbette: ‘Allah’ diyeceklerdir.” (Ankebut/61)
“Şayet onlara: “Gökten suyu indirip onunla yeri ölümünden sonra dirlikten kimdir?” diye sorsan, onlar elbette: “Allah’tır” derler.” (Ankebut/63)
“Andolsun ki onlara: “Göklerle yeri kim yarattı?” diye sorsan, elbette: “Onları hüküm ve emrinde galip, her şeyi en iyi bilen (Allah) yarattı” derler.” (Zuhruf/9)
“De ki: “Yer ve ondakiler kimindir? Eğer biliyorsanız (söyleyin)” Onlar: “Allah’ındır” diyeceklerdir.” (Mü’miun/84,85)
“De ki: “Yedi göğün ve büyük arşın Rabbi kimdir? (onlar) “Allah’ındır” diyecekler. De ki: “Her şeyin hâkimiyet ve mülkü elinde bulunan, himaye eden, fakat himaye altına alınmayan kimdir? Biliyorsanız (söyleyin)” Onlar: “(Bunlar da) Allah’ındır” diyeceklerdir. Öyle ise nasılda aldanıyorsunuz? (Mü’miun/86)
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kendilerine gönderildiği Arap müşrikleri ve tarihteki peygamberlerin tebliğine muhatap olan diğer şirk toplumları, ayetlerden anlaşıldığına göre Allah’ı ve Allah’ın bir takım vasıflarını kabul etmişlerdir. Söz konusu durum bugün içinde geçerlidir. Araştırmaların ortaya koyduğu verilere göre, bugün Allah’ın varlığını inkâr eden insanlar çok azdır. Amerika da yapılan bir ankette: “Siz Allah’a inanıyor musunuz?” sorusuna yetişkinlerin %98’i, gençlerin ise %93’ü “evet” cevabını vermiştir.[3]
Tüm bu anlattıklarımızdan “Lâ İlâhe İllallâh” cümlesini “Allah’tan başka yaratıcı yoktur” veya “Allah’tan başka rızık verici yoktur” gibi anlamlarla tefsir etmek yetersizdir, eksiktir. Bu noktada birçok yazar hataya düşmüştür. Bu noktada bizler de hataya düşmeyi istemiyorsak, tevhidin tüm kısımlarını öğrenmeli ve şirke düşen insanların neden böylesine bir şeye bulaştıklarını çok iyi tespit etmeliyiz. Aksi halde Allah’ın varlığını kabul eden, ama aynı zamanda Allah’a şirk koşan insanlara ―sırf Allah’a inanmalarından ötürü― Müslüman hükmü verir ve büyük bir yanlışa düşmüş oluruz.
Faruk Furkan