“(O gün) Peygamber: “Rabbim! Benim kavmim şu Kur’an’ı terk edilmiş bir şey hâline getirdi” diyecek.” (25/Furkan, 30)

MÜMİNE HANIMLARA NASİHATLER -11- —ŞAKALAŞMA VE GÜLME ÂDABI (1)—

بسم الله الرحمن الرحيم

Değerli mü’mine bacım, birkaç sayıdır sana İslam’ın ‘Ziyaretleşme Âdabı’na dair koymuş olduğu hükümlerden bazılarını hatırlatmaya çalıştık ve bu seriyi en son; oturum, gün, ders ve benzeri münasebetlerde dikkat etmen gereken kurallarla noktaladık. Bu gün ise, kardeşliğimizin bir gereği olarak sana yine nasihatlerde bulunmaya devam edecek ve en ideal Müslüman kadının nasıl olması gerektiği noktasında yol göstermeye çalışacağız.

Bu günkü başlığımız, yine bir âdab kuralıyla alakalı olacak. Bu gün inşallah Müslüman kadının gülme, şakalaşma veya diğer bir ifadeyle mizah anlayışının nasıl olması gerektiğinden söz edeceğiz. Bu âdap kuralı, özellikle sosyal ilişkilerde, toplum içinde ve insanlarla münasebetlerinde senin duruşun açısından oldukça önemli bir yere haizdir. Bu nedenle bu yazıyı çok dikkatli ve önemseyerek okuman, ardından da okuduğun şeylerin gereklerini pratik hayatında uygulamaya koyman gerekir. Ama hemen hatırlatalım ki, okuduğun bu şeyleri pratiğe koyarak uygulamaya çalışman elbette kolay bir şey değildir, kendisine özgü bir takım zorlukları vardır; lakin unutmamalısın ki kolay, ancak Allah’ın kolaylaştırdığı; zor da ancak Allah’ın zorlaştırdığıdır. Allah’ın kolay kıldığını zorlaştıracak, zorlaştırdığını da kolay eyleyecek kimse yoktur. Rabbim şimdiden burada yazdıklarımızla amel etmeyi sana ve diğer tüm kardeşlerimize kolay kılsın.

Değerli bacım, konunun detayına girmeden önce birkaç paragrafla bir hususa temas etmek istiyoruz ki, bu husus konunun daha iyi anlaşılması için bir mukaddime niteliğindedir ve önemlidir.

Bilindiği üzere İslam’ın değerlerinden uzak, âdabına riayetten yoksun ve cahiliyenin ahlakıyla bezenmiş bir toplum içerisinde yaşıyoruz. İslam ahkâmının ilga edilmesinden bu yana, Batı’nın ön gördüğü bir hayat tarzı ve ahlak sistemi bizlere dikte ediliyor. İnsanlar, evlatlarını veya maiyetlerinde bulunan kimseleri göre geldikleri bu kültür ve ahlak üzere yetiştiriyorlar. Bizler de bu toplumun fertleri olarak –ister istemez− bu gayr-i İslamî kültür ve ahlaktan etkileniyoruz. Çünkü bizi yetiştiren ebeveynlerimiz, bu toplumun bir parçası olarak yetiştiler. Onlar da bu ahlak veya kültür üzere büyüdüler. Hayata gözlerini açtıklarında bu uygulamaları gördüler. Kur’ân ve Sünnetten uzak oldukları için de, neyin doğru neyin yanlış; hangi şeylerin İslam âdabı, hangilerinin de cahiliye kuralları olduğunu ayırt edemediler. Ve ister istemez bu şekilde hayatlarını sürdürerek elleri altındaki nesilleri yetiştirdiler…

Bizler de onların elleri altında yetişen bir nesil olarak büyüdük. Bundan dolayı bu ahlak ve kültür üzere hayatımız şekillendi. Ta ki Allah’ın bir ikramı olarak Kur’ân ve Sünnetle tanışana dek… Allah, ihsanıyla bizi Kitabı ve Rasûlü ile tanıştırınca, üzerinde bulunduğumuz bazı ahlak ve kültürün İslam ile uyuşmadığını fark ettik. Fark ettik fark etmesine ama bunlardan vazgeçmemiz öyle zannedildiği gibi kolay olmadı. Çünkü bu ahlak ve kültür iliklerimize kadar işlemişti. Bilinçaltımıza yerleşmişti. Atamadık, terk edemedik, oldukça zorlandık… Bu da bizi bazen hayal kırıklığına, bazen ümitsizliğe, bazen de çaresizliğe sevk etti. Lakin kullarını oldukları hal üzere bırakmayan, bizlere karşı son derece lütufkâr olan Rabbimiz, ellerimizden tuttu ve −her ne kadar hakkıyla riayet edemesek bile− bizlere İslam ahlakını, İslam âdabını ve İslam kültürünü sevdirdi. Cahiliyeyi ve cahiliyenin kötü ahlakından bizleri nefret ettirdi.

“Allah size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsleyip çekici kıldı ve size küfrü, fıskı (günahları) ve isyanı (Allah’ın emirlerine karşı gelmeyi) çirkin gösterdi…” (49/Hucurât, 7)

Bu nedenle Rabbimize sonsuz hamd ediyor ve bizleri razı olduğu kıvama getirmesi için bol bol dua ediyoruz.

İşte böylesi bir toplum içerisinde İslamî ahlak ve âdaptan uzak bir şekilde yetiştiğimiz için bazı edep kurallarını uygulamaya koymada aksaklıklar yaşıyor, insanlarla muamelelerimizde birtakım sıkıntılarla karşı karşıya kalıyoruz. İstemediğimiz halde bazı edep dışı davranışlar sergiliyor, kimi olumsuz davranışlarla insanlara muamelede bulunuyoruz. Burada önemli olan; bütün bu menfî davranışların yanlış olduğunu, ideal tutumlar olmadığını biliyoruz. Yapsak bile hata olduğunun farkında olarak yapıyoruz. İşte işin burası, olayın analizi açısından çok mühim bir nokta. Bu noktayı iyi kavrarsak, zamanla hatalarımızı düzeltmemiz ve gün geçtikçe cahiliyeden bize sirayet etmiş ahlaklardan arınmamız daha kolay olacaktır. Önemli olan yaptığımız yanlışların ‘yanlış’ olduğunu bilmemiz ve kabullenmemizdir.

Burada yeri gelmişken hemen belirtelim ki, bu toplumda yetişen Müslümanlar olarak bizler, her ne kadar dört dörtlük olmasak da, hakkıyla İslam’ın edebiyle edeplenemesek de, iç âlemimizde bu âdap kurallarını harfiyen uygulamayı, tıpkı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gibi her konuda İslam’ın bizden istediği edep ilkelerine riayet etmeyi ve hatalarımızı en aza indirgeyerek güzel bir ahlakın sahipleri olmayı arzuluyoruz. Allah da biliyor ki, bunları canı gönülden temenni ediyoruz. Ama belki yapamıyor, belki de hakkıyla hayata geçiremiyoruz. Ümit ederiz ki bu ve benzeri yazılar ya da bu alanda yapılmış dersler sayesinde Allah biz Müslümanları ıslah eder ve bizleri güzel ahlak sahibi kimseler kılar. Rabbimizden temennimiz; olabildiği kadar bizleri ahlak-ı cemil sahibi kılması ve elverdiği ölçüde İslamî âdapla bizleri âdaplandırmasıdır. Hiç şüphesiz O, duaları işiten ve onlara en güzel şekliyle icabet edendir.

Kıymetli bacım, işte bu gün sana izah etmeye çalışacağımız konu, bu toplumda yetiştiğimiz için maalesef genelimizin hakkıyla riayet edemediği, en iyilerimizin bile yeterince âdabından uzak olduğu bir mesele olan İslam’ın gülme, şakalaşma ve mizah anlayışı üzerine olacaktır. İnşâallah cahiliyenin üzerimizdeki etkisini kırar ve hakkıyla bu konunun âdabıyla âdaplanırız. Bu sayede öncelikle Rabbimizi razı eder, sonrasında da insanlara bu davanın vakûr bir dava olduğunu ve bu davada asıl olanın yılışıklık değil, ciddiyet olduğunu ortaya koyarız. Allah hepimize −İslam’ın her âdap kuralında olduğu gibi− şakalaşma ve gülme konusundaki âdap kurallarına da riayet etmeyi kolay kılsın. (Allahumme âmin)

İSLAM’DA ASIL OLAN CİDDİYETTİR

İslam, hiçbir zaman insanlara somurtkan olmayı, abusluğu, asık ve çatık bir çehreyle insanların karşısına çıkmayı emretmemiştir; aksine güler yüzlülüğü, mütebessimliği ve insanlara, kendilerinin hayrını istediğimizi hissettiren bir çehre ile görünmeyi emir buyurmuştur. Hatta sadaka verecek hiçbir şey bulamayan kimselerin insanlarla karşılaştıklarında onlara güler yüzlü olmalarının, kendileri için sadaka sevabı kazandıran bir eylem olduğunu bildirmiştir.

Kovandan kardeşinin kovasına (su vb. şeyleri) boşaltman bir sadakadır. İyi­liği emretmen ve kötülükten alıkoyman bir sadakadır. Kardeşinin yüzü­ne karşı güler yüzlü olman bir sadakadır…”[1]

İslam’ın insanlara güler yüzlü ve mütebessim olmalarını emretmesi, asla onların ciddiyetsiz, yılışık ve lakayt davranmasını öngördüğü anlamına gelmez. İslam, ciddiyet dinidir. Onda asıl olan vakûrluktur. Bu nedenle birileri İslam’ın tebessüme, güler yüzlülüğe ve mizaha onay vermesinden hareketle cıvıklığı teyit ettiği zehabına kapılmamalıdır. İslam asla cıvıklığa ve aşırı mizaha müsaade etmemiştir.

Bu gün üzülerek söylemeliyiz ki bazı Müslümanlar, neredeyse tüm oturmalarında, meclislerinde, birlikteliklerinde ve hatta ders gibi çok mühim buluşmalarında bile ciddiyeti elden bırakmış; yerine şakalaşmayı, lakaytlığı ve kahkahayı esas almış durumdadırlar. Bu asla kabul edilemez bir şeydir. Hele birde böylelerinin Rasûlullah’ın da güldüğünü öne sürerek yaptıkları yanlışa delil aramaya kalkışmaları, meseleyi daha da üzücü bir hale getirmektedir. Doğrudur, Allah’ın Rasûlü gülmüş ve şakalaşmıştır; ama O, hiçbir zaman bunu hayatının temeli, yaşantısının esası, seyr-i sülûkunun medârı yapmamıştır. İnsanlarla bir araya geldiğinde onları neşelendirmek, hüzünlerini yok etmek ve kalplerine sürur sokmak için latifeler yapmıştır. Yoksa hiç kimse Rasûlullah’ın mizah konusunda insanı neredeyse insanlıktan çıkaracak tarzda sınırı aştığını iddia edemez. “Benim bildiklerimi bilseniz, az güler çok ağlardınız”[2] diye buyuran bir peygamber, nasıl olur da hayatının merkezine mizah ve şakalaşmayı koyabilir?! O sadece her konumda olması gerektiği gibi davranmış ve bunun bir gereği olarak da ara sıra latifelerle insanların kalbini kazanmayı amaçlamıştır. Ve hamdolsun ki, bunu da en iyi şekilde başarmıştır. Kendisine Rasûlullah’ı sallallahu aleyhi ve sellem örnek edinen bir Müslümanın da böyle olması ve hayatının medarına ciddiyeti esas alarak seyr-i sülûkunda vakur bir duruş sergilemesi gerekmektedir. Bu, bizden beklenen asıl ve asîl duruştur. Bunun istisnalarını ve hangi durumlarda gülüp şakalaşacağımızı, yazımızın ilerleyen bölümlerinde inşallah zikretmeye çalışacağız.

İSLAM DENGE DİNİDİR

Her konuda mükemmel hükümler vaz eden dinimiz, şakalaşma ve espri konusunda da en güzel hükümleri vaz etmiş ve insanların bu konuda denge içerisinde olmaları gerektiğini vurgulamıştır. İslam âlimlerimizin belirttiğine göre mizah ve şakalaşma hususunda insanlar üç kısımdır:

1- Biteviye mizaha dalan ve hayatları şaka-şamata üzere kurulu olanlar.

2- Şakalaşmayı sevmeyen ve her daim ciddiyeti esas alarak neredeyse hiç latife yapmayanlar.

3- Orta yollu olup yeri geldiğinde şakalaşan, yeri geldiğinde de ciddi olanlar.

Allah Rasûlünün hayatını inceleyenler, O’nun son maddede ifade edildiği gibi yeri geldiğinde şakalaşan, yeri geldiğinde ise ciddi olan bir şahsiyet olduğunu görürler. O, hayatını denge üzere kurduğu ve her işinde orta yollu olduğu için şakalaşma ve mizah hususunda da bu dengeyi korumuş ve ortamın gerektirdiği şey neyse onunla amel etmiştir.

Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatır: Bir defasında Rasûlullah’a sallallahu aleyhi ve sellem:

― Ey Allah’ın Rasûlü! Sen bizimle şakalaşıyorsun? dedim.

Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

Doğrudur, ancak Ben, haktan başka bir şey söylemem! buyurdu.[3]

Ebu Hureyre radıyallahu anh, herhalde Allah Rasûlü’nün konumu itibariyle hiçbir surette şaka yapmaması gereğini düşünmüştü; bu nedenle de sorusunu, şaşkınlığını ortaya koyan bir tarzda sordu. Allah Rasûlü ise bu cevabıyla ona, insan olmanın bir gereği olarak kendisinin de şakalaştığını; ama her işinde olduğu gibi bu işinde de ‘doğruluk’ ve ‘sıdk’ ilkesi ile hareket ettiğini bildirdi.

Bildiğimiz üzere Allah’ın Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, bizler için hayatın her alanında örnektir. Rabbimiz O’nu, yaşantımızın her noktasında örnek edinelim diye numune-i imtisal kılmıştır. Yememizde, içmemizde, oturmamızda, kalkmamızda, gelmemizde, gitmemizde hâsılı her şeyimizde O, bizlere en ideal örnektir. Yine bunun gibi O, bizlere bir baba, bir imam, bir komutan, bir lider, bir eş, bir öğretmen, bir arkadaş olarak da eşsiz bir modeldir. Yani O, bizim için hayatın her alanında, her lahzasında ve her konumunda örnek alınacak bir ‘numune’dir.

Andolsun, Allah’ın Rasûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (33/Ahzab, 21)

Bu ayette Rabbimiz, Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem bizler için mutlak anlamda bir numune olduğunu ve O’nun her yönüyle bizlere örneklik teşkil ettiğini bildirmiştir. Rabbimizin, “Allah’ın Rasûlünde sizin için güzel bir örnek vardır” buyurarak Rasûlullah’ın bir yönünü kayıtlandırmaması, O’nun her yönüyle bizlere örneklik edeceğinin bir delilidir. Bu nedenle O’nu her şeyde örnek kabul etmek gerekir. Konumuzla alakalı olarak söyleyecek olursak; Efendimiz mizah, şakalaşma ve espri konusunda da bizlere örnektir. Onun bu konudaki örnekliği vasat bir çizgide olup yeri geldiğinde şakalaşmak, yeri geldiğinde ise ciddi olmak şeklinde ortaya çıkmıştır. Bizlerin de böyle olması ve hayatı tadında yaşayarak orta bir kıvamda latifeleşmeyi bilmesi gerekmektedir. Ne birilerinin yaptığı gibi hayatın her alanını şakaya vurmalı, ne de bazılarının takındığı gibi her yer ve ortamda somurtkan bir tavır takınmalıyız. Aksine Rasûlullah gibi orta yollu olmalıyız.

Bu gün bazı Müslümanlar, ne yazık ki Rasûlullah gibi orta yollu olmak yerine her ortamlarını gırgır ve şamataya çevirmekte, ciddi yerlerde bile şaka ve esprilerle ortamların vakarını bozmaktadırlar. Âlimlerin meclislerinde, büyüklerin sohbetlerinde veya bilgi teatisi yapılan ilim halkalarında bile maalesef ki beş dakika olsun ciddi bir şekilde duramamaktadırlar. Ne âlim tanımaktalar, ne de büyük! Böyle olduğu için hem genel itibariyle insanların hem de ciddiyeti prensip edinmiş Müslümanların gözünden düşmektedirler. Onların bu halini gören sıradan kimseler ise, öncelikle onların zatlarından, sonrasında ise onların üzerinde bulunduğu yol ve akideden teberri ediyorlar. Bu davranışın kendimize ve akidemize zarar getirdiğini göz önüne alarak Allah için daha ciddi olmalı, daha vakur bir şekilde insanların içerisine çıkmalıyız.

Bu ahlakın kadınlarda daha yoğun bir şekilde tebellür ettiği kulağımıza gelen bilgiler arasında. Davet ve tebliğ sahasında bir şeyler yapmaya çalışan ciddi bacılarımızın en çok şikâyetçi olduğu konulardan bir tanesi, ne yazık ki bu mevzu. Müslüman bazı kadınların her ortamda aşırı derecede mizah ve espri yaparak işin cılkını çıkarması, sürekli şakalaşmalar ve aşırı derecede gülmelerle ortamların maneviyatını bozmaları tebliğ ve davet ile meşgul olan bacılarımızı oldukça rahatsız etmektedir. Onların bu olumsuz tavırları, kendileriyle bir arada bulunmama gibi bir olumsuz sonucu doğurmaktadır. Hele bir de bu tür bacıların aynı tavırlar içerisinde tebliğ ve davet ortamlarında yer almaları, bizi gözlemleyerek kim olduğumuzu öğrenmek isteyen ve bizlere not verecek olan insanların zihninde çok kötü bir imaj bırakıyor. Hakkımızda olumsuz kanılara varmalarına neden oluyor.

Ey bacım! Eğer sende de zikrettiğimiz şeylere benzer bazı hasletler varsa, hiç durma hemen onları terk etmeye çalış ve örneğin Muhammed aleyhisselam gibi vasat bir insan olma yolunda gayret et.

ŞAKALAŞMA ÂDABININ KURALLARI

Üstte de dediğimiz gibi, her konuda mükemmel hükümler koyan dinimiz, şakalaşma ve espri konusunda da en güzel hükümleri vaz etmiş ve biz Müslümanların nasıl bir espri anlayışına sahip olması gerektiği noktasında yolumuzu aydınlatmıştır. Âlimlerimizin belirttiğine göre bu hükümlerden bazıları özetle şunlardır:

1- Yaptığımız şaka, latife veya espriler, içerisinde asla Allah’ın isimleri, ayetleri, peygamberleri ve İslam’ın değerleri ile alay etmeyi barındırmamalıdır. Bu gün bazı insanların şakaları maalesef bu türdendir. Adam şaka yapıp insanları güldüreceğim derken, bir anda Rabbinin ayetlerini veya O’nun değer atfettiği şeyleri ayaklar altına almakta ve farkında olarak veya olmayarak ‘mukaddesât’ ile alay eder bir pozisyona düşmektedir. Bu tür bir şaka, ne niyetle ve hangi maksatla yapılırsa yapılsın küfürdür ve insanı dinden çıkartır. Rabbimiz bu hususla alakalı olarak şöyle buyurur:

“Andolsun, onlara (Tebük gazvesine giderken söyledikleri o alaylı sözleri) soracak olsan, elbette şöyle diyeceklerdir: ‘Biz sadece eğlenip şakalaşıyorduk.’ De ki: Allah ile O’nun ayetleri ile ve Rasûlü ile mi alay ediyorsunuz? Özür dilemeyin. Siz iman ettikten sonra gerçekten kâfir oldunuz…” (9/Tevbe, 65, 66)

İmam Taberî’nin naklettiğine göre bu ayetin nüzul sebebi şu olaydır: Tebük gazvesinde bir adam:

― Bizim şu Kur’an okuyanlarımız kadar midelerine düşkün, dilleri yalancı ve düşmanla karşılaşma esnasında korkak kimseleri görmedim, dedi. O mecliste bulunan bir adam da:

― Yalan söylüyorsun; sen bir münafıksın! Seni Rasûlullâh’a haber vereceğim, dedi. Bu haber Rasûlullâh’a sallallâhu aleyhi ve sellem ulaştı ve bunun üzerine bu ayetler indi.”[4]

Bu rivayete göre bu sözleri sarf eden kimseler, sahabenin âlimleriyle –ki âlimler bu dinin önemli makamlarından birisini temsil etmektedirler− alay ettikleri için imanlarından sonra kâfir olmuşlardır.

İşte bunun gibi bir insan, bu dinin mukaddes kabul ettiği, önemli saydığı veya değer atfettiği herhangi bir şeyi alay konusu edinirse kesinlikle dinden çıkar ve bu konuda niyetine itibar edilmez; zira bu dinde alay konusu edilecek hiçbir şey yoktur.

Bu gün bazı insanlar şaka ve mizahlarında dinin önem atfettiği şeyleri konu ediniyor ve bu sayede −Allah muhafaza− imanlarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyorlar. Adam başlıyor konuşmasına ‘Bahçeye bir inek, bir de hoca girmiş…’ diye ve bu söz ile İslam âlimlerinin kadr-i kıymetini ayaklar altına almasının yanı sıra, onları −hâşâ− ineklerden daha fazla yiyen, boğaz düşkünü insanlar olarak lanse ediyor. Ve yine adam başlıyor sözlerine ‘Şu bizim çarşaflılar var ya…’ diye, nihayetinde sözlerini ‘Kara Fatmalar’, ‘öcüler’ veya ‘böcüler’le bitiriyor. ‘Şu bizim sakallılar var ya…’ diye açıyor ağzını, ‘Keçi sakallılar’la noktalıyor sözünü. Tüm bunlar çok tehlikeli şeylerdir ve her an insanın ayağını kaydırabilir. Bir müslüman gafleten böyle bir şaka yapacak olsa önce ikaz edilir, eğer tekrar ederse küfrüne hükmedilir. İş, işte bu kadar tehlikelidir.

2- Yaptığımız şaka ve espriler asla bir günahı içermemelidir. İçerisinde bir günah barındıran her türlü şakalar, İslam’da haramdır ve asla caiz değildir. Ebu Hureyre’nin radıyallahu anh hayreti üzerine Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem verdiği cevap aslında bunun delilidir:

Ben, haktan başka bir şey söylemem!”

Müslümanlar da, tıpkı önderleri olan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem gibi şakalaşmalarında haktan başka bir şey söylememeli, yalan türü insanların güvenini zedeleyecek yollara asla tevessül etmemelidirler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

 “Veyl olsun, insanları güldürmek için konuşup yalan söyleyene! Veyl olsun ona, veyl olsun ona!”[5]

Mizahlarında yalanı terk edip, şaka yere bile olsa bir günah ile latife yapmayanlara, cennetin ortasında bir köşk verileceği vaat edilmiştir. Ve bu vaade Peygamber Efendimiz kefil olmuştur.

 “Ben, haklı bile olsa çekişip didişmeyen kimseye cennetin kenarında bir köşk verileceğine kefilim. Şakadan bile olsa yalan söylemeyen kimseye cennetin ortasında bir köşk verileceğine kefilim. İyi huylu kimseye de cennetin en yüksek yerinde bir köşk verileceğine kefilim.”[6]

3- Yaptığımız şakalar asla ahlakı, mürüvveti ve mümin kişiliğimizi zedeleyen türden şakalar olmamalıdır. Ahlaka halel getiren, mürüvveti zedeleyen ve insanın ağzını bozan şakalar şaka değil, şaklabanlıktır. Bazı kardeşlerimiz şaka yapayım derken, ağza alınmayacak sözler sarf ediyor, küfürler ediyor veya belden aşağı fıkralar anlatarak karşı tarafı güldürmeye çalışıyorlar. Bu nasıl bir ahlak, nasıl bir mizah anlayışıdır! Hiç, bir müslümana yakışır mı? İnsanlara hoş vakit geçirtelim diye kişiliğimizden taviz verebilir miyiz? Bir Müslüman asla böylesi şaklabanlıklara, soytarılıklara kalkışmamalı, edep ve ahlakını korumalıdır.

4- Yaptığımız şakalar kesinlikle bir mümini korkutma formatında olmamalıdır. Bir mümini korkutan her türlü şaka bizzat Rasûlullah’ın dili ile haram kılınmıştır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Bir Müslümanın, bir Müslümanı korkutması helal değildir.”[7]

“Sizden biriniz silâhını (çıkarıp) din kardeşine işaret etmesin. Çünkü o bilmez, belki şeytan silâhı elinden çeker de, bu yüzden cehennemin bir çukuruna yuvarlanıverir.”[8]

 “Bir kimse kardeşine −Velev bu kardeşi ana baba bir öz kardeşi bile olsa− bir demirle işaret ederse, elinden onu bırakıncaya kadar  melekler ona lânet eder.”[9]

Bu gün bazı Müslümanlar, samimi oldukları arkadaşlarının parasını, kimliğini, cüzdanını, telefonunu ve benzeri eşyalarını saklıyor, bir metasını kaybederek onun endişeye kapılmasına neden oluyorlar. Veya arabayı üzerine sürüyor, polis numarası yapıyor, yüksekten düşürecekmiş gibi iteliyor, ansızın ışıkları söndürüyor ve buna benzer bir takım şakalarla kardeşlerini korkutuyorlar. Bunlar asla İslam’ın öngördüğü mizah anlayışıyla bağdaşmaz. Bir Müslümanın –nefsine hoş gelse bile− bu tarz şakalar yaparak kardeşlerini korku ve endişeye sevk etmesi helal değildir. Edep sahibi Müslümanların bu tarz şakalaşmalardan uzak durmaları gerekmektedir.

5- Yaptığımız şaka ve espriler asla bir hakkın ihlaline neden olmamalı, haram olan bir şey şaka nedeniyle helale dönüştürülmemelidir. Bu gün buna ‘kesik atma’ denilmektedir. Kesik atmak, bir müminin malını şer‘î bir hak olmaksızın zimmete geçirmek demektir ki, karşı tarafın rızası söz konusu değilse kesinlikle haramdır. İslam’da kat‘î surette yasaklanmış bir adettir. Bazı müslümanlar, kardeşlerinde gördükleri saat, kalem, yüzük, tesbih ve benzeri güzel şeyleri önce istemekte, ardından da ‘Kesik attım!’ diyerek o eşyalara el koymaktadırlar. Bu, biraz öncede dediğimiz gibi asla caiz değildir. Bazı kardeşlerimiz, maalesef ki bu kötü âdete müptela olmuş durumdadırlar. Özellikle erkeklerde bu adet çok yaygın vaziyettedir. Bayanlar arasında da nispeten mevcuttur. Bir müslümanın ne yapıp edip alışkanlık haline getirdiği bu şeni hastalığı terk etmesi gerekmektedir.  Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu konuda şöyle buyurur:

“Sizden biriniz kardeşinin asasını, ister oynama amaçlı, ister ciddiyetle asla almasın/zimmetine geçirmesin! Kardeşinin asasını alan, derhal asasını geri ona versin.”[10]

6- Yaptığımız şaka ve espriler uygun vakitlerde yapılmalıdır. Unutmamak gerekir ki, her vakit espri için elverişli ve uygun bir vakit değildir. Kimi insanlar vardır ki, bir sıkıntısı sebebiyle morali bozuktur. Bazılarının derdi, kederi vardır. Bazıları önemli bir yakınını kaybetmiştir. Bazıları da belki eşleri ile tartışmıştır, sıkıntıdadır. Eğer sürekli espri derdinde olur, insanların ruh hallerini anlamaz ve sanki ortalık güllük gülistanlıkmış gibi davranırsak her an kendimizin moralinin bozulması gibi bir durumla karşı karşıya kalabiliriz. Böylesi durumda da kendimizden başkasını kınamamalıyız.

7- Yaptığımız şaka ve espriler uygun mekânlarda yapılmalıdır. Bilinmelidir ki her mekân, şaka şamata mekânı değildir. Bazı meclisler ciddiyet ister. Oralarda ağır başlı ve vakur bir şekilde durmayı bilmelidir Müslüman. Eğer bu meclislerde de cıvık davranmayı sürdürürse, insanların gözünden düşer, değerini kaybeder, ağırlığını yitirir. Cenaze evleri, hasta yakınlarının yanları, mescidler ve ilim meclisleri gibi yerler, hep ciddiyetin öne çıktığı yerlerdir. Müslüman, özellikle bu tür yerlerde çok daha hassas olmalıdır. Her şeyi yerli yerinde yaparak insanların halet-i ruhiyelerine göre hareket etmelidir. Böyle yaparsa sünnete isabet ederek hareket etmiş olur.

8- Yaptığımız şaka ve espriler uygun insanlara yapılmalıdır. Şakalarımızda zaman ve mekân faktörü ne kadar önemli ise, insan faktörü de o kadar önemlidir. Her insan şakayı kaldırmayabilir. Kimi insanlar, yapıları gereği şakadan hoşlanmaz, esprileri kaldırmazlar. Kendilerine şaka yapanlara karşı anında farklı tepkiler verirler. Kimi zaman da tepkileri normalin çok üzerinde olur. Karşı tarafa beklenmedik bir şok yaşatabilirler. Böylesi vasıflarıyla öne çıkmış birileri varsa onlara şaka yapma noktasında çok hassas olunmalıdır. Yine âlimler, yaşlılar, kadr-i kıymeti büyük insanlar ve ciddiyetiyle tanınan insanlar da şakalaşmalarda çok dikkatli davranılması gereken insanlardır. Müslüman, her insana yapısına göre davranmayı becerebilen bir kişi olmalıdır. Bu da sünnettendir.

Buraya kadar zikrettiğimiz şakalaşma ilkeleri, her müslümanın mizah ortamlarında titizlikle riayet etmesi gereken kurallardandır. Bir Müslüman her insana şaka yapabilir. Büyük âlimlere bile şaka yapmakta bir beis yoktur; ama bu, kıvamında, tadında ve dozunda olmalıdır. Her şey tadında ve dozunda güzeldir. İnsana lezzet veren şeker bile fazla kullanıldığında çayı içilmez hâle getirir. Bu nedenle şakalaşmalarımızdaki orantıyı çok iyi ayarlamalı ve esprilerimizi miktarınca yapmalıyız.

***

 Değerli bacım, buraya kadar anlattığımız şeylerle genel olarak erkeği ve kadınıyla bütün Müslümanların dikkat etmesi gereken bazı ‘mizah âdabı’ kurallarına temas etmeye çalıştık. Burada zikrettiğimiz şeylerin haricinde de elbette dikkat edilmesi gereken bir takım ilke ve kurallar mevcuttur. Sen bunları âdab-ı muâşeret kitaplarından araştırarak öğrenebilirsin. Bir sonraki yazımızda Allah izin verirse Rasûlullah’ın, ashabının ve selefin büyüklerinden bazılarının şakalarından örnekler vererek İslam’ın şakalaşmayı büsbütün yasaklamadığını, aksine buna bir sınırlama getirdiğini vurgulamaya çalışacağız; ardından da gülmeyle alakalı bazı noktalara temas ederek Müslümanın cıvık bir yapıya sahip olmaması gerektiğinin altını çizmeye gayret edeceğiz.

Rabbim imkân verirse bir sonraki yazımızda tekrar buluşmak dileğiyle, fî emânillâh…

 

Faruk Furkan



[1] Tirmizî. Ayrıca bkz. “el-Edebu’l-Müfred”, 891.

[2] Buharî ve Müslim.

[3] Tirmizî.

[4] “Tefsiru’t-Taberi”, 6/172 vd.

[5] Ebu Dâvud, Ahmed, Beyhakî.

[6] Ebu Dâvud, Tirmizî.

[7] Ebu Dâvud, Tirmizî.

[8] Buhârî, Müslim.

[9] Müslim.

[10] Tirmizî.

Okunma Sayısı:6809