“Yavrucuğum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir.” (Lokman, 17)
RAHMETLİ OLMANIN İPUÇLARI -13-
بسم الله الرحمن الرحيم
Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…
ON ÜÇÜNCÜ İPUCU
“Haksızlıklarda Helalleşmek”
Ebu Hureyre radıyallâhu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
رَحِمَ الله عَبْداً كانَتْ لأَخِيهِ عِنْدَهُ مَظْلَمَةٌ في عِرْضٍ أَوْ مالٍ فَجاءَهُ فاسْتَحَلَّهُ قَبْلَ أَنْ يُؤخَذَ وَلَيْسَ ثَمَّ دِينَارٌ وَلا دِرْهَمٌ فَإِنْ كانَتْ لَهُ حَسَناتٌ أُخِذَ مِنْ حَسَناتِهِ وَإِنْ لَمْ تَكُنْ لَهُ حَسَناتٌ حَمَلُوا عَلَيْهِ مِنْ سَيِّآتِهِمْ
“Mal veya haysiyet noktasında kardeşine yaptığı bir haksızlık bulunan ve ölmeden önce gelip ondan helallik dileyen kula Allah rahmet etsin. (Çünkü) kıyamette (hakkını ödemek için sunacağı) ne bir dinar vardır ne de bir dirhem! (Aksine orada hesaplaşma şöyle olacaktır:) Eğer o kulun iyilikleri varsa ondan alınacak (ve haksızlığa uğrayan kimseye verilecektir.) Şayet iyilikleri yoksa bu durumda zulme uğrayanlar, günahlarından alıp ona yükleyeceklerdir (ve bu şekilde hesaplaşma tamamlanacaktır.)”[1]
İşte, önümüzde Allah’ın rahmetini isteyenler için Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem tarafından uzatılmış bir ip daha: Haksızlıklarda helalleşmek…
Buna göre bir kul, her hangi bir nedenle bir kardeşine haksızlık yapmışsa, daha iki taraftan birisi dünyadan ayrılmadan önce gelip ondan helallik diler ve işi ahirete intikal ettirmemeye çalışırsa, bu çabasının neticesinde Allah ona rahmet edecek ve yaptığı işin güzelliğinden dolayı ona merhametiyle muamelede bulunacaktır. Ne mutlu dünyada enaniyetlerini ayaklar altına alarak kardeşleriyle helalleşen ve hesaplarını, dehşeti her tarafı kuşatan kıyamet gününe bırakmayan kullara!
Allah’ım! Sen böylesi özveriyle yaşayan bilinçli kullarına rahmet ve merhametinle muamele et!
***
Efendimiz aleyhisselam’ın bildirdiği bu hadis, özellikle birbirlerine karşı hakkı geçen kimseler açısından çok önem arz etmektedir. Hadiste hem müjde hem de korkutma bir arada zikredilmiştir. Haklarını dünyada iken ödeştirenlere rahmet temenni edilerek müjde verilmişken; bu hakları ahirete bırakanlara, orada dinar ve dirhemin geçerli olmayacağı, aksine ödemelerin sevap ve günahlar üzerinden yapılacağı vurgulanarak korkutma yapılmıştır. Bu teşvik ve korkutma, aklını kullanan ve hesabını iyi tutanlar için çok şeyler ifade etmektedir. Önemli olan bundan bir pay çıkarmak ve gereğince amel etmeye çalışmaktır. Allah bu hadisteki müjde ve korkutmadan hakkıyla öğüt almayı bizlere nasip etsin.
Şimdi hadisin metninde yer alan ve izah edilmesi gereken hususlara temas etmeye çalışalım:
1) Hadisin Arapça metninde “haysiyet” diye tercüme ettiğimiz “عِرْض/ırz” kelimesi geçmektedir. Bu kelime Türkçede de kullanılmakta olup “namus” şeklinde anlaşılmaktadır. Fakat bu kelimenin Arapçadaki anlam yelpazesi daha geniştir. Namus için kullanıldığı gibi, kişinin maddî ve manevî her türlü onur ve şerefini ifade eden şeyleri de içerisine alır. Bu bağlamda kişinin işine, eşine, aşına, maddî anlamda haysiyetini zedeleyecek şeylerine veya manevî olarak kendisine dokunan hususiyetlerine dil uzatmak, bunlar hakkında ileri-geri konuşmak Arapça açısından kişinin ırzına laf etmek anlamına gelmektedir. Kişinin gıybet ve dedikodusunu yapmak, insanlar arasında sırlarını açığa vurmak ve duyduğunda razı olmayacağı şeyleri insanlara açmak da ırzına dokunmak anlamındadır. Ve yine insanın sahip olduğu en korunaklı değer anlamına gelen “zevcesine” karşı işlenecek her türlü suç da ırza müdahaledir ve bu da hadisin kapsamına girmektedir. İşte bu tür şeylerin hepsi insanlar hakkında dünyada iken helalliği gerektiren hususlardandır.
Yaşadığımız coğrafya itibariyle bir insanın ırzına dil uzatmak denilince bundan hemen insanın eşine laf etmek manası anlaşılıyor. Bu anlam doğru olmakla birlikte hadiste bahsedilen şeyi tam yansıtmamaktadır. Hadisimiz, insanın maddî ve manevî her türlü haysiyetini zedeleyici şeylerin onun hakkını ihlal olduğunu vurgulamaktadır. Bu ister onun namusuyla alakalı olsun, ister onuruna dokunacak konuşmalar olsun, isterse aleyhinde gerçek olmayan şeyleri söylemek olsun fark etmez… Sonuçta her türlü onur kırıcı şeyi kapsar. Bizler “ırza dil uzatmak” denildiğinde hep kadınlara laf etmeyi aklımıza getirmeyi bir kenara bırakmalı ve hadisin aslına dönerek insan onurunu kırıcı her türlü eylem ve söylemden uzak durmayı anlamalıyız. Özellikle Müslümanların gıybet ve dedikodularını yapanların, onların ırzlarına dil uzatmış olduklarını unutmamaları ve bu tür hadislerde bizzat kendilerinin kastedildiklerini akıllarından çıkarmamaları gerekmektedir. Bizler, maddî hak ve hukuklar gündeme gelince ödümüz patlıyor, insanların bir kuruşuna bile bulaşmış olmaktan binlerce kez Allah’a sığınıyoruz. Ama aynı bizler, bir kardeşimizin en büyük namusu olan haysiyetini ayaklar altına almaktan çekinmiyor, sağda solda hakkında konuşarak onun tüm onur ve şerefini beş paralık etmekten en ufak bir sıkıntı duymuyoruz. Eğer mesele kul hakkıysa, vallahi bu, kul hakkının zirvesidir ve Allah katında mutlaka hesabı sorulacak bir şeydir. Bu nedenle insanların karı-kızı veya namusları hakkında konuşmaktan uzak durduğumuz gibi, kardeşlerimizin haysiyetlerini zedeleyici konuşmalar yapmaktan da uzak durmalı ve bu şekilde Allah’ın huzuruna hak ile çıkmaktan kendimizi sakındırmalıyız.
2) Kişi kimi zaman kardeşi hakkında haysiyet ve şeref noktasında yanlışlıklara düşerek hak ihlali yapabileceği gibi, bazen de mal ve benzeri maddî menfaatler noktasında hata yaparak hak ihlaline düşebilir. Kimi zaman malına el koyar, kimi zaman malını zimmetine geçirir, kimi zaman hakkını gasp eder, kimi zaman vermesi gerekeni vermez, kimi zaman da vereceği borcunu geciktirir. Tüm bunlar mal noktasında hak ihlalidir ve helalliği gerektiren şeylerdendir. Bu noktada Müslüman camia içerisinde özellikle iki sınıfın çok dikkatli olması gerekmektedir:
a- Patronlar.
b- Borçlular.
Patron konumunda olan veya eli altında insanları istihdam eden kimseler, işçilerin hakları konusunda bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde bazen zulme sapmaktadırlar. İşçileri kendilerini zora soktuklarında veya yapmaları gereken işleri hakkıyla yapmadıklarında onlardan intikam almak için patronlar onlara verilmiş hakları ihlal edebilmektedirler. Mesela, maaşlarından kısmaktadırlar veya tatillerini iptal etmektedirler. Tamam, belki onların yaptıkları bir suçtur ve mutlaka cezalandırılmayı gerektiriyor olabilir; ama onların bu hataları patronları başka bir hataya sürüklememeli, hakları olmayan şeyleri şer‘î olmayan usullerle onlardan elde etmeye kendilerini sevk etmemelidir. Unutmamak gerekir ki, bir işçinin hakkını şer‘î olmayan usullerle zimmete geçirmek veya kasten o hakları ihlal etmek Allah katında hesabı çok zor verilecek bir şeydir. Bundan dolayı intikam alma duygularıyla işçilerimizin haklarını ihlal etmemeye özen göstermeli ve Allah’ın huzuruna, ödenmesi çok zor olan bir ceza ile çıkmamaya gayret etmeliyiz.
Borç alıp-verenlerin de bu hususa azamî derecede dikkat etmeleri ve ödemelerini geciktirerek karşı tarafa zulmetmemeye gayret etmeleri gerekmektedir. Bu gün İslamî camia içerisinde kulağımıza gelen en büyük sorunların başında; kardeşlerin, aralarındaki samimiyete ve kardeşlik bağlarının güçlü olmasına güvenerek birbirlerinden aldıkları borçları vaktinde ödemeyi geciktirmeleri gelmektedir. “Nasıl olsa aynı akideye gönül vermiş kardeşleriz” düşüncesiyle adı konmuş borçlar geciktirilerek, samimi duyguların istismarı neticesinde karşı taraf mağdur edilmektedir. Bu kimse güzellikle borcunu istediğinde ise “Ne oldu, hani kardeştik?” denilerek duygu sömürüsü yapılmakta, uhuvvet bağları öne sürülerek işlenilen suç örtülmeye çalışılmaktadır. Oysa bir insan eğer birisiyle “din kardeşi” ise ona karşı daha hassas davranmalı, bu kardeşliği ortadan kaldıracak her türlü eylem ve söylemden uzak durmalıdır. Eğer kardeşsek, kardeşliğimiz bu hassasiyeti gerektirmektedir. Şunun altını özellikle çizmemiz gerekmektedir ki, bu dinde, ne kadar kardeş olduğumuzu söylersek söyleyelim adı konmuş borcu şer‘î bir mazeret olmaksızın geciktirmek, kelimenin tam anlamıyla “zulüm”dür. Nitekim Efendimiz aleyhisselam da “Durumu iyi olan borçlunun borcunu geciktirmesi zulümdür”[2] buyurarak bu gerçeğe işaret etmiştir. Eğer kardeşliğimizin zedelenmemesini istiyor ve bu konuda samimi olduğumuzu iddia ediyorsak, borçlarımızı ödemeye özen göstermeli veya bir mazeretimiz varsa bunu İslamî ve insanî usuller çerçevesinde karşı tarafa beyan etmeliyiz. Böyle yaptığımızda insanlar katında da Allah katında da değerimiz korunmuş olacaktır.
3) Kul hakkına giren bir kişinin kardeşlerinden helallik dileyebilmesi için en önemli şey; nefsindeki onuru kırması ve kibrini bir tarafa atmasıdır. Bunu yapabilen insan karşı taraftan özür dilemeyi becerebilir; aksi halde beceremez. Bilmek gerekir ki, insanı özür dilemekten alıkoyan en önemli etkenlerden birisi “kibir”dir. Kibirli olanlar, insanlardan da, insanların Rabbi olan Allah’tan da özür dileyemezler. Bu nedenle de hem dünyada hem de ahirette perişan olurlar. Dünyada şeref ve haysiyetlerini kaybederek, ahirette ise cennetten mahrum olarak perişanlığı yaşarlar.
“Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete giremez.”[3]
Bu gün nice insanın, haksız olduğunu bilmesine rağmen karşı taraftan özür dileyemediğini görmekte, şahit olmakta veya duymaktayız. “Bunu neden yapamıyor?” diye düşündüğümüzde, bunun cevabı biraz önce temas ettiğimiz şeydir, yani “kibir!” Kibirli bir insan, insanlardan özür dilemekte oldukça zorlanır, bunu kendisine kolay kolay yediremez; ama insanlar kendisine karşı suç işleseler hemen onların kendisinden özür dilemelerini bekler. İşte nefislerinin bu yönünü tedavi ederek karşı taraftan özür dileme erdemini gösterebilenler, bu hadisin ifadesiyle Efendimizin rahmet temennisine hak kazanmış olacaklardır. Allah bu erdemi gösterebilmeyi hepimize nasip etsin.
4) Hadisimizin orta kısmında Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem, “…Kıyamette (hakkını ödemek için sunacağı) ne bir dinar vardır ne de bir dirhem!” buyurarak ahiret gününde hiçbir maddî menfaatin geçerli olmayacağına vurgu yapmaktadır. Bu gerçekten de böyledir; zira orası altının veya gümüşün, makam veya mansıbın geçmeyeceği, hiçbir maddî menfaatin itibara alınmayacağı bir yerdir. Dünyada maddeten güçlü olanlar orada bu güçlerini kullanamayacak, Allah’ın huzurunda dünyada yaptıkları gibi kendilerini haklı çıkarmak için paralarıyla torpil yaptıramayacaklardır. Rabbimiz, o günde para, mal, mülk ve makam gibi dünyevî çıkarların geçmeyeceğini Kitabının birçok yerinde dile getirmiş ve biz kullarını bu noktada ikaz etmiştir. Rabbimiz şöyle buyurur:
يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ
“(Tüm kötülüklerden) selamet bulmuş bir kalp ile Allah’a gelen kimse hariç, o günde ne mal fayda verir ne de çocuklar!” (Şuarâ. 88, 89)
فَالْيَوْمَ لَا يُؤْخَذُ مِنْكُمْ فِدْيَةٌ وَلَا مِنَ الَّذِينَ كَفَرُوا مَأْوَاكُمُ النَّارُ هِيَ مَوْلَاكُمْ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ
“Artık bugün sizden ve kâfir olanlardan herhangi bir fidye alınmaz. Barınma yeriniz ateştir! O ateş sizin dostunuzdur; o ne kötü bir gidiş yeridir.” (Hadid, 15)
وَلَوْ أَنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا مَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا وَمِثْلَهُ مَعَهُ لَافْتَدَوْا بِهِ مِنْ سُؤِ الْعَذَابِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَبَدَا لَهُمْ مِنَ اللَّهِ مَا لَمْ يَكُونُوا يَحْتَسِبُونَ
“Eğer yeryüzünde olanların tümü ve bununla birlikte bir katı daha zalimlerin olmuş olsaydı, kıyamet günü o kötü azaptan (kurtulmak amacıyla) onları fidye olarak verirlerdi. Oysa onların hiç hesaba katmadıkları şeyler, Allah’tan kendileri için açığa çıkmıştır.” (Zümer, 47)
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْ أَحَدِهِمْ مِلْءُ الْأَرْضِ ذَهَبًا وَلَوِ افْتَدَى بِهِ أُولَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِرِينَ
“Şüphesiz küfre düşüp kâfir olarak ölenler var ya, yeryüzü dolusu altını fidye olarak verse bile hiç birisinden kesin olarak kabul edilmeyecektir. Onlar için acı bir azap vardır ve onların yardımcıları yoktur.” (Âl-i İmrân, 91)
İşte böylesine dehşetli bir günde Allah’ın huzurunda kalakalmak istemiyorsak, üzerimizde hakkı olduğunu düşündüğümüz insanlarla şimdiden helalleşmeli ve kolay olanı tercih ederek işimizi zora bırakmamalıyız.
5) Hadisin son kısmında ise Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, dünyada birbirlerine hakkı geçtiği halde helalleşmeyi ahirete bırakanların nasıl kayba uğrayacaklarını ve karşı tarafın haklarını nasıl ödeyeceklerini anlatmaktadır.
“Eğer o kulun iyilikleri varsa ondan alınacak (ve haksızlığa uğrayan kimseye verilecektir.) Şayet iyilikleri yoksa bu durumda zulme uğrayanlar, günahlarından alıp ona yükleyeceklerdir (ve bu şekilde hesaplaşma tamamlanacaktır.)”
Ahirete bırakılan hak almalar, dünyada bizim bildiğimiz şekilde maddî menfaatlerle veya parayla değil; aksine iyiliklerin takası veya günahların karşı tarafa yıkılmasıyla olacaktır. Bu gerçekten de çok ürpertici bir durumdur. Aklını kullanan ve bu gerçeği iyi kavrayanlar, asla helalliklerini ahirete bırakmazlar; zira bu durumda dünyada bin bir çabayla yorularak ortaya koydukları salih amellerin el değiştirmesi söz konusudur. Dünyada yap, et; ama ahirette karşılığını alama! Bu gerçekten de zarar ve hüsranın ta kendisidir. Ki Efendimiz aleyhisselam da bu durumu “iflas” olarak değerlendirmiştir. O bir keresinde ashabına şöyle sormuştu:
“Müflis kimdir, bilir misiniz?” Ashâb-ı Kiram bu soruya:
—Bizim aramızda müflis, parası ve malı olmayan kimsedir, şeklinde cevap verdi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:
— Şüphesiz ki ümmetimden iflas etmiş olan müflis; kıyamet günü namaz, oruç ve zekât (sevabıyla) gelen; fakat şuna sövdüğü, buna zina iftirası yaptığı, ötekinin malını yediği, bunun kanını döktüğü, şunu dövdüğü için iyilikleri (alınıp) şuna buna verilen ve üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilip sonra da cehenneme atılan kimsedir, buyurdu.[4]
Evet, gerçekten de kişinin dünyada Allah’a kulluk yolunda yorulup, burada iken yaptığı haksızlıklar neticesinde ahirette amellerinin sevabını başkalarına vermesi kelimenin tam anlamıyla bir “iflas”tır. Ahirette bu iflasa dûçar olmak istemeyenlerin, şimdiden hak sahibi kimselerle helalleşmeleri ve bu helalleşme neyi gerektiriyorsa içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan gereğini yapmaları gerekmektedir. Böyle olduğunda inşâallah Rahman olan Allah da rahmetiyle onlara muamele edecek, samimiyetleri oranında karşı tarafın kalbini yumuşatarak dünyadaki haksızlıkların ahirete intikal etmemesini sağlayacaktır.
Allah subhânehu ve teâlâ, bizleri hakka ve hukuka riayet eden, zulüm ve haksızlıklardan uzak duran, kul hakkından sakınan, şayet böyle bir hakka tecavüz edersek de tez elden helalleşerek hak sahiplerini razı eden kullarından eylesin.
Allah’ım! Bizleri nefisleriyle baş başa kalan, kibirlerine mahkûm olduğu için insanlardan özür dilemeyi nefislerine yediremeyen, arzularının esiri olmuş aciz insanlardan kılma! Bilakis bizleri her daim hakka boyun eğen, hakkın gereğini yerine getiren ve tevazuyu kuşanarak insanlarla husn-i muamele içerisinde geçinen kullardan kıl! Şüphe yok ki Sen, duaları en iyi işiten ve onlara en iyi şekilde karşılık verensin. (Allahumme âmîn)
Faruk Furkan