“O halde (bir işi ve ibâdeti) bitirdin mi hemen (ikinci bir iş ve ibâdete) başlayıp yorul! Ve yalnız Rabbine yönelip doğrul! (94/İnşirah, 7, 8)

PEYGAMBER (S.A.V)’İN DİLİ İLE KUR’ÂN

 

بسم الله الرحمن الرحيم

Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…

Kur’ân; Allah’ın kitabı, insanlığın hidayet kaynağı ve Rabbimiz tarafından bizim için indirilmiş sağlam bir kulp... Onunla konuşan doğru söylemiştir, onunla hükmeden adaleti îfa etmiş olur, ona davet eden doğru yola iletilir. O, Allah’ın aramızdaki sağlam sözü, Rasülü’nün biricik emanetidir. Efendimiz şöyle buyurur:

“Müjdeler olsun size! Şüphesiz ki bu Kur’ân, bir tarafı Allah’ın elinde diğer tarafı da sizin elinizde olan bir iptir. Ona sımsıkı sarılın! Şayet böyle yaparsanız asla sapıtmaz ve helake uğramazsınız.”[1]

Bir üstteki başlıkta Kur’ân’ı kendi dilinden tanımaya çalışmıştık. Şimdi ise Kur’ân’ı, onun ilk müfessiri olan Peygamberimizden tanıyalım.

Ali (radıyallâhu anh) anlatır: Bir gün Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu işittim:

− “Dikkat edin ileride büyük bir fitne olacaktır!” Ben:

− “Ey Allah’ın Rasûlü! Bu fitneden kurtuluş nasıl olacaktır?” dedim. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

− “Allah’ın Kitabı’na sarılmakla… Çünkü onda sizden öncekilerin tarihi, sizden sonrakilerin haberi, aranızdaki meselelerin hükmü vardır. O, hak ile batılı birbirinde ayıran kesin bir hüküm olup gayesiz bir kelam değildir. Her kim zorbalık yaparak ondan uzaklaşırsa Allah onun işini bitirir. Her kim de doğru yolu ondan başkasında ararsa Allah onu sapıklığa düşürür. O, Allah’ın sağlam ipidir ve hikmet dolu sözleridir. O, Sırat-ı müstakîm’dir. Arzu ve istekler sadece onunla hakkın dışına çıkmaz, diller onunla karışıklığa düşmez. Âlimler ona doyamaz. Fazla tekrarlamaktan dolayı eskimez ve tadı azalmaz. Onun hayranlık veren mesajları, bitip tükenmez. O, öyle bir kitaptır ki: Cinlerden bir gurup onu dinleyince şöyle demek mecburiyetinde kalmışlardır: “Biz ne güzel bir Kur’ân dinledik, doğruyu eğriden ayırt etme bilincine ulaştıran bir Kur’ân ve böylece ona iman ettik artık bundan sonra Rabbimizden başkalarına ilahlık yakıştırmayacağız.” (72/Cin süresi, 1-2) Kim ona dayanarak konuşursa doğru söz söylemiştir. Kim onunla amel ederse sevap kazanır. Kim onunla hüküm verirse adaletli davranmış olur. Ona davet eden doğru yola iletilir.”[2]

Şimdi bu hadisi elimizden geldiğince izah ederek içerisinde bizlere verilmek istenen mesajları anlamaya çalışalım:

1- Allah’ın Kitabı bizlere hem bizden önce yaşayanların kıssalarını, hem de bizden sonra vuku bulacak hadiseleri anlatır. Hadisin “Onda sizden öncekilerin tarihi, sizden sonrakilerin haberi vardır…” kısmı buna işaret etmektedir.

“…Biz, bu Kur’ân'ı sana vahyederek en güzel kıssaları anlatıyoruz. Oysa daha önce sen bunlardan habersizdin.” (12/Yûsuf, 1-2)

“Andolsun ki, onların kıssalarında akıl sahipleri için ibret vardır…” (12/Yusuf, 111)

Âdem (aleyhisselâm)’ın nasıl yaratıldığı, cennetten nasıl kovulduğu, tevbesinin nasıl kabul edildiği hep bu kitaptadır.

Hz. Nuh’un nasıl sabrettiği, insanların cehenneme gitmemesi için 950 yıl nasıl tebliğle uğraştığı, hanımı ve çocuğu ile nasıl ağır bir imtihana tabi tutulduğu hep bu kitaptadır.

İbrahim (aleyhisselâm)’ın tevhidî mücadelesi, putları nasıl devirdiği, putlaşan insanlarla nasıl mücadele ettiği, tağutlarla nasıl tartıştığı, Kâbe’yi yapışı, evlatlarını kurban etme girişimi, Allah’a olan tevekkülü hep bu kitaptadır.

Eğer Allah onların bu güzel kıssalarını bizlere anlatmasaydı bizler onları nereden öğrenir, nasıl bilebilirdik ki?

İşte bu yüce kitapta hayat içerisinde bizlerin ihtiyaç duyduğu hikâyeler en güzel üsluplarla en veciz bir şekilde anlatılmıştır.

O kitapta belki bizim göreceğimiz, beklide bizden sonra vuku bulacak Dabbetü’l-Arz veya Yecüc ile Mecüc gibi şeylerin anlatımı da vardır.

“(Kıyametin kopacağına dair) o söz başlarına gelince, onlar için yerden kendilerine bir dâbbe (canlı bir yaratık) çıkarırız. O, onlara insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını söyler.” (27/Neml, 82)

Peygamber efendimizin dediği gibi bu kitapta hem öncekilerin, hem de sonrakilerin olayları mevcuttur. Bu olayları öğrenen kimse, binlerce yıllık insanlık tarihini okumuş ve ona göre önemli bir tecrübe sahibi olmuş olur.

2- Hadisin devamında şöyle buyrulur:

Onda aranızdaki meselelerin hükmü vardır…”

Yani ihtilaf ettiğimiz, anlaşamadığımız her meselenin hükmü ondadır. O zaten hak ile batılı birbirinden ayırt eden bir kitaptır.

Biz Müslümanların, her mesele hakkındaki hükmü her şeyden önce Yüce kitabımızda araması gerekmektedir. Hiç onun hükmü dururken başkalarının hükümlerine gidilir mi? Kur’an benim kitabım, diyen hiç ona yüz çevirebilir mi?

Aralarında hüküm vermek için Allah’a (Kur’an’a) ve Resûlüne davet edildiklerinde, mü’minlerin söyleyeceği söz ancak, “işittik ve iman ettik” demekten ibarettir. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (24/Nur, 51)

“Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.” (33/Ahzab, 36)

Bu gün Allah’ın koyduğu pak hükümleri bırakıp, dün söylediğini bu gün yalanlayan insanoğlunun çıkardığı kanunlara gidenler, acaba ne kadar “Kur’an benim kitabımdır” demeye hak sahibidirler?

Melekler kabirde kendilerine “Kitabın nedir?” diye sual ettiklerinde acaba nasıl olacakta  “Kur’an” diyecekler?

Allah’ın yaptığı miras taksimini üç kuruş daha fazla alabilmek için terk edenler ahirette ne yüzle O’na bakacaklar?

Hele hele Kur’an’ın hükümlerinin bu çağa uymadığını, onların 1400 yıl önce geçerli olduğunu, şimdileri yeni kanunlara ihtiyaç duyulduğunu dillendirenler, Allah’ın huzurunda nasıl olacakta “Biz senin kitabına uyduk” diyecekler?

Tüm bunları iyi düşünmek gerekir.

Bizim kitabımızda başka kitaplara gitmeye ihtiyaç bırakmayacak hüküm ve kanunlar vardır. Bu kanunları dün dediğini bu gün değiştiren biri değil; insanları, onların zaaflarını ve nelere ihtiyaç duyduklarını en iyi bilen Zat koymuştur. Bu kanunlar hiç terk edilip de başka kanunlara gidilir mi?

3- O, hak ile batılı birbirinde ayıran kesin bir hüküm olup gayesiz bir kelam değildir…”

Kur’an Furkan’dır; yani hak ile batılı, doğru ile yanlışı birbirinden ayırt eden kitap.

“Âlemlere bir uyarıcı olsun diye kuluna Furkânı (hak ile batılı tamamıyla ayırt eden Kur’an’ı) indiren Allahın şanı ne de yücedir!” (25/Furkan, 1)

O’nun hak dediği hak, batıl dediği batıldır. O, ne derse doğrudur. Neye hükmederse haktır.

Hakkı ve hidayeti onun dışında arayanlar yanlış yapmışlar, hata etmişlerdir. Hiç o bırakılırda başka kitaplarda hak ve hidayet aranır mı?

Kur’an, gayesiz bir sözde değildir. Onun bir takım gayeleri vardır:

İnsanları uyarmak, onlara doğru yolu göstermek, şirk, küfür ve nifak karanlığından onları kurtarmak, onların ahlakını güzelleştirmek, Allah’la olan bağlarını kuvvetlendirmek, imanlarını perçinlemek, takvalarını artırmak… Kur’ân’ın zikrettiği gayelerden bazılarıdır.

Bu zikredilen gayelerin hepsi, sahabe nesli arasında hakkıyla gerçekleşmiştir. Eğer bizde onlar gibi olmak istiyorsak bu ve Kur’an’ın bizde gerçekleştirmek istediği diğer gayeleri hayatımızda tatbik etmeli, amel olarak onları hal ve davranışlarımızda sergilemeliyiz.

4- hadisin diğer bir ifadesi ise şöyledir:

Her kim zorbalık yaparak ondan uzaklaşırsa Allah onun işini bitirir. Her kim de doğru yolu ondan başkasında ararsa Allah onu sapıklığa düşürür…”

Kur’an’dan uzaklaşmak, kendini ona muhtaç hissetmemek, o olmadan da hayatın devam edebileceğini söylemek; zorbalığın, haddi aşmanın, kibrin ve müstağniliğin ta kendisidir. Kim böyle yaparak kendisini Kur’an’dan uzak tutarsa Allah onu ya kendi haline bırakarak ya da helak ederek işini bitirecektir. Kur’an’dan uzak kalarak yaşamaktan daha büyük ne gibi bir felaket olabilir ki? Bir insanın hayatından Allah Kur’an’ı çekip almışsa artık o adam için başka bir musibete gerek var mıdır? En büyük felaket, en büyük afet, en büyük musibet, kişinin Allah’ın kelamından uzak bir hayat yaşamasıdır. Bu nedenle Kur’an’ı asla terk etmemeli, her daim onunla olan beraberliğimizi hem “yenilemeli” hem de “yinelemeli”yiz.

Kur’an, hidayet kitabıdır. Doğru yolu bulma kitabıdır. Doğru yola ancak onunla ulaşılabilir. Onun insanları doğruya sevk etmek için geldiği yine Kur’an içerisinde onlarca kez zikredilmiştir. İşte o ayetlerden bazıları:

“De ki: “O (Kur’ân), inananlar için bir hidayet ve şifâdır. İnanmayanların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur’ân onlara kapalı ve anlaşılmaz gelir. (Sanki) onlara uzak bir yerden sesleniliyor (da anlamıyorlar).” (41/Fussilet, 44)

Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt, kalplerde olan (manevî hastalıklara) bir şifâ ve inananlar için yol gösterici bir rehber (hidayet) ve rahmet (olan Kur’ân) geldi. De ki: Ancak Allah’ın lütuf ve rahmetiyle, yalnız bunlarla sevinsinler. Bu, onların toplayıp durduklarından daha hayırlıdır.” (10/Yunus, 57)

“Her kim de benim zikrimden (Kur’ân’dan) yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim vardır.” (20/Tâhâ, 124)

Hidayeti Kur’an’dan başka bir kitapta aramak musibetin en büyüklerindendir. Her kim hidayet hususunda o kitabı bırakır da başka kitaplara yönelirse, Allah ona doğru yolu göstermeyecek, Peygamberimizin ifadesi ile Allah onu sapıklığa yani dalalete düşürecektir.

Bu gün Kur’an’ı okumaktan kendilerini müstağni gören ve hocalarının yazdığı kitapların kendilerine yeteceğini iddia edenlere ne demeli peki? Peygamber (aleyhisselâm) bile kendisini Kur’an’dan, Allah’ın direktif ve yönlendirmelerinden bağımsız göremezken bu tip insanlara ne oluyor da kendilerini Kur’an’dan müstağni görüyorlar? Kur’an’ı değil de hocalarının yazdığı yazıları okuyanların doğruyu bulacağını, zaten o yazıların Kur’an’ın en iyi açıklaması olduğunu, bu nedenle Kur’an okumaya gerek olmadığını söyleyenler… acaba bunlara ne demeli?

Allah bizleri doğruya iletsin. Hakkı görebilmeyi bizlere kolay kılsın. (Âmin)

5- “O, Allah’ın sağlam ipidir…”

Kur’an, Allah’ın kopmak bilmeyen ve bir ucu cennette olan sağlam ipidir. Sağlamdır, kopmaz. Yarı yolda koymaz. Sonuna kadar gitmek istediğin yere seni çeker. Sonu cennete giden bir iptir o. Ne mutlu o ipe tutunmayı başarabilenlere!

 “Müjdeler olsun size! Şüphesiz ki bu Kur’ân, bir tarafı Allah’ın elinde diğer tarafı da sizin elinizde olan bir iptir. Ona sımsıkı sarılın! Şayet böyle yaparsanız asla sapıtmaz ve helake uğramazsınız.”[3]

Kur’an bizlerden Allah’ın ipine sımsıkı sarılmamızı ister.

“Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin.” (3/Âl-i İmran, 103)

Haydi; Allah’ın kopmayan, çözülmeyen ve yarı yolda koymayan ipine sarılmaya!

6- “Âlimler ona doyamaz. Fazla tekrarlamaktan dolayı eskimez ve tadı azalmaz…”

Yüce Allah, Kur’an’ı Kerim’i bizlere indirdiğini ifade ederken “Nûzul” kelimesini ve türevlerini kullanıyor. Örneğin “Onu biz inzal ettik” diyor. Bu kelime Arapçada sofra, yemek ikramı, misafir ağırlama gibi manalara gelir. Bu açıdan baktığımızda Kur’an’a “Allah’ın sofrası, Allah’ın ikramı” diyebiliriz.

İşte bu nedenle Kur’an, âlimlerin doyamayacağı bir kitap olmuştur. Ondaki incelikleri, nükteleri, mesajları bilen âlimler daha çok inceliklere vakıf olabilmek için onu yeniden okumayı, daha çok okumayı, hep okumayı istemişlerdir. Sende ey Müslüman, o âlimler gibi Kur’an’ın inceliklerini kavradıkça, mesajlarını idrak etmeye başladıkça ona doyamayacaksın; yeniden onu okumak, bir daha onun tadına varmak isteyeceksin. O halde ne duruyorsun?!

Haydi, hemen o mübarek sofradan istifade et! Daha fazla ye! Daha fazla almaya bak! Sen ne kadar alır, ne kadar çok yersen ev sahibi o kadar memnun olacaktır!

Bu Kur’an’ın en önemli özelliklerinden birisi de fazla tekrarlanmaktan dolayı bıkkınlık vermemesidir. Örneğin günde aşağı yukarı 40 kere Fatiha suresini okumamıza rağmen bıkkınlık hissetmiyoruz. Her okuyuşumuzda farklı bir atmosfere, farklı bir duygu ortamına yolculuk ediyoruz.

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), bazen teheccüd namazı için kalktığında bir ayeti sabaha kadar belki yüzlerce belki de binlerce kez tekrar ediyordu. Ama asla bıkkınlık hissetmiyor, asla usanmıyordu; aksine her okuyuşunda duygulanıyor, gözünden yaşlar akıyor, kalbi hüzünle doluyordu.

Eğer Kur’an yerine başka bir kitabı, örneğin bir şairin şiirini sürekli tekrarlayacak olsak, artık belirli bir süre sonra usanır ve bıkarız. Hatta bazen bir daha onu duymak bile istemeyiz.

Kur’an’ın fazla tekrardan ve sürekli okunmaktan dolayı bıkkınlık vermeyişi ise Allah’ın mucizelerinden bir mucizedir. Allah’ım! Böylesi bir kitabı bizlere bahşettiğin için sana nasıl şükretsek bilmiyoruz. Bu nimetin şükrünü eda edebilmeyi bizlere nasip eyle! (Âmin)

7- “Onun hayranlık veren mesajları, bitip tükenmez…”

Kur’an tıpkı çağlayan bir pınar gibidir. Sürekli kaynar, her daim yeni bir hayat verir. Dün anlaşılamayan manalar, bu gün gün yüzüne çıkar. Dün bilinemeyen gerçekler bu gün bilinir hale gelir. Bir insan Kur’an’dan bir ayet okur, ama okuduğu ayeti o an için anlayamaz. Daha sonra aradan belirli bir zaman geçer, bazı olaylar yaşar, sonra ayeti tekrar okur. Aman Allah’ım o da ne? Sanki ayet tıpkı kendisini anlatmaktadır. Sanki yeni inivermiş gibidir. Adeta Allah 1400 yıl önce o insanın yaşayacağı olayı anlatmıştır!

Kur’an okuyan herkesin böylesi tevafukları vardır. Kur’an okuyan herkes anlattığım bu şeyi hayatın akışı içerisinde yaşamıştır. Dün okuyup anlayamadığı ayet bir olay yaşamasının ardından anlaşılır hale gelmiştir. İşte bunun nedeni, Kur’an’ın bir pınar gibi sürekli kaynamasıdır.

Kur’an 1400 yıl önce ilk olarak Arap bir topluma inerek onları düzeltmiş, dertlerine deva olmuştu. Ama 2012 yılında hatta (eğer kıyamet kopmazsa) 2500 yılında da o günün toplumunu düzeltecek, onların dertlerine tıpkı ilk indiği andaki gibi derman olacaktır. Bu söylediğimiz inkârı mümkün olmayan bir gerçektir.

8- “Kim ona dayanarak konuşursa doğru söz söylemiştir. Kim onunla amel ederse sevap kazanır. Kim onunla hüküm verirse adaletli davranmış olur.”

Evet, Kur’anla konuşan, ona göre hüküm veren, onun öğretileri ile amel eden doğru yapmış olur. Onunla konuşmayan, onun kanunlarıyla hüküm vermeyen ve onunla amel etmeyenler ise, hata etmişlerdir.

Kur’an’ın en temel indiriliş gayelerinden birisi hiç şüphesiz, kendisi ile amel edilmesi ve verdiği hükümlerle hükmedilmesidir. Onunla hükmetmeyenler her ne kadar adaletten dem vursalar da boştur, beyhudedir. Çünkü yegâne adalet Kur’an’dır, onun pak hükümleridir.

Kur’an hükmedilmek için indirilmiştir. İnsanlar arasında, insanların karşılaştığı meselelerde söz söylemek ve hüküm vermek için. İnsanlar onu bu gayeden uzaklaştırdığı anda dalalete ve sapıklığa kapı aralamış olurlar.

Bu günün insanları katında Kur’an, maalesef hükmeden bir kitap olmaktan öte; mezarlıklarda, kandil gecelerinde veya merasimlerde okunan bir kitap olarak telakki edilmektedir. Oysa Kur’an, ölülerin istifade edeceği bir kitap değil, aksine dirilerin hayatını düzenleyecek bir kitaptır. Yani bizim gibi şu an hayatta olanların kitabıdır.

“Biz, o Peygamber’e şiir öğretmedik. Bu, ona yaraşmaz da. O (na verdiğimiz) ancak bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır. Diri olanları uyarsın, kâfirlere de azap hak olsun (diye indirilmiştir)” (36/Yasin, 69, 70)

Mehmed Akif Ersoy, bu hakikati çok iyi anladığı için bir şiirinde insanların Kur’an karşısındaki bu yanlış anlayışlarını eleştirmiş ve Kur’an’ın böylesi gayeler için inmediğini vurgulamaya çalışmıştır:

“Ya açar Nazm-ı Celil’in, bakarız yaprağına,

Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına.

İnmemiştir hele Kur’ân, bunu hakkıyla bilin!

Ne mezarlıkta okumak, ne de fal bakmak için.”

Kur’an kesinlikle böylesi amaçlar için inmemiştir. Kur’an, insanlar arasında hükmetmek ve neticesinde onları cennete sevk etmek için inmiştir.

Burada önemine binaen bir meseleye daha temas etmek istiyorum. Kur’an “hükmedilmek için inmiştir” dedik. Eğer o hükmedilmek için varsa peki onunla hükmetmemenin suçu nedir o zaman?

Kur’an, kendi içerisinde bu soruya cevap vermiş ve onunla hükmetmeyenlere çok ağır tehditlerde bulunmuştur:

“Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kâfirlerin tâ kendileridir.” (5/Maide, 44)

“Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, zalimlerin tâ kendileridir.” (5/Maide, 45)

“Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, fasıkların tâ kendileridir.” (5/Maide, 47)

Kur’an ile yönetip hükmetmediği halde böylelerinin adaletten dem vurmaları, mitinglerde adalet sloganları atmaları Kur’an nazarında hiçbir değer ve kıymet ifade etmemektedir. Çünkü onlar adaletin kaynağı olan kitap ile hükmetmemişleridir. İnsanlar bu hakikati acaba ne zaman anlayacaklar?

Adaletin kaynağı olan Allah’ın hükümleri ile hükmetmek bereket kaynağıdır. Rabbimiz şöyle buyurur:

Eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rableri tarafından kendilerine indirileni (Kur’an’ı) gereğince uygulasalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından (bol bol rızık) yiyeceklerdi. Onlardan orta yolu tutan bir zümre vardır. Ama onların birçoğunun yaptığı ne kötüdür!” (5/Maide, 66)

Ayetin belirttiğine göre Allah’ın kitabı ile hükmetmek (ki önceleri bunun adı Tevrat ve İncil idi; şimdi ise Kur’an’dır) bol bol rızık verilmesine sebeptir.

Allah’ın kitabı ile hükmetmeyi terk eden toplumları ise Allah musibetlere gark edecektir. İbn Ömer (radıyallâhu anh) anlatır: “(Bir gün) Rasûlullah  (sallallâhu aleyhi ve sellem) yanımıza gelip şöyle buyurdu:

“Ey muhacirler! Beş şey vardır ki, onlarla imtihan olacağınız zaman artık cemiyette hiçbir hayır kalmamıştır. Onların siz hayatta iken zuhurundan Allah’a sığınırım. (Bu beş şey şunlardır:)

1- Zina: Bir toplumda zina ortaya çıkar ve alenî işlenecek bir hale gelirse, mutlaka o toplumda tâun hastalığı (bulaşıcı hastalık) yaygınlaşır ve onlardan önce gelip geçmiş toplumlarda görülmeyen hastalıklar yayılır. (Dün frengi, bugün AIDS, kanser..., yarın?!)

2- Ölçü-tartıda hile: Ölçü ve tartıyı eksik yapan her toplum, mutlaka kıtlık, geçim sıkıntısı ve sultanın zulmüne uğrar.

3- Zekât vermemek: Hangi toplum mallarının zekâtını vermezse mutlaka gökten yağmur kesilir. Hayvanlar da olmasaydı tek damla yağmur düşmezdi.

4- Ahdin bozulması: Hangi toplum Allah ve Rasülü'nün ahdini bozarsa, Allah, o toplumda, kendilerinden olmayan bir düşmanı musallat eder ve ellerindeki (servet)lerin bir kısmını onlar alır.

5- Allah’ın kitabı ile hükmetmeyi terk: Hangi toplumun liderleri Allah'ın kitabı ile hükmetmeyi terk ederse, Allah onları kendi aralarında savaştırır.”[4]

Efendimizin bu söyledikleri ne de doğru! Hepsi tek tek çıkmış, bildirdikleri bir bir gerçekleşmiştir.

“Peygamber Dili İle Kur’ân” başlığı altında verdiğimiz bu hadisi önemine binaen biraz izah etmek istedik. Umarım fayda hâsıl olmuş, Kur’an’ın nasıl bir kitap olduğu hususunda bizleri bilgilendirmiştir. Rabbim hepimizi gereği gibi Kur’an’a tabi olanlardan eylesin. (Âmin)

 

İbrahim Gadban

 



[1] Taberânî rivayet etmiştir. Şeyh Elbanî hadisin “sahih” olduğunu belirtir. Bkz. “Sahihu’l-Camii’s-Sağir”, 34.

[2] Tirmizî, 2906.

[3] Taberânî rivayet etmiştir. Şeyh Elbanî hadisin “sahih” olduğunu belirtir. Bkz. “Sahihu’l-Camii’s-Sağir”, 34.

[4] İbn Mâce, 4019. Hadis “hasen”dir.

Okunma Sayısı:4232
İlginizi Çekebilir...PADİŞAHIN FERMANI!