“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…” (Tahrim, 6)
بسم الله الرحمن الرحيم
Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…
Bu mesele yaşadığımız bölge itibarı ile en çok karıştırılan meselelerin başında gelmektedir. Kimi ifratçı çevreler hakkında delalet ve sübut açısından kat‘î bir delilin olmadığı, içtihada dayalı bazı konularda kendileri gibi düşünmeyen Müslümanları tekfir etmektedirler. Bununla da kalmayıp onlara aynı ismi takmayan diğer Müslümanları sonra onları tekfir etmeyenleri sonra öbürlerini sonra onları tekfir etmeyenleri sonra öbürlerini derken berikilerini hâsılı, silsile yapmayanları tekfir etmekte ve bu şekilde bir zincirleme yapmaktadırlar. Bu ne kadar doğrudur? Bunu yapanlar nerede hata etmektedirler? Silsile caiz midir? Caiz ise bunun alanı nedir? İşte bu ve benzeri sorular bazı Müslümanların kafalarında yıllardır çözümlenmeyi aramaktadır. Şimdi bu meseleyi ilim ehlinin tahkikatları çerçevesinde ele alalım.
İslam âlimleri tekfirde silsile yapma meselesini delaleti ve sübutu[1] kati olan meselelerde silsile ve delaleti ve sübutu zannî olan meselelerde silsile diye ikiye ayırmışlardır. Bizde bu ayırımı dikkate alarak meseleyi incelemeye çalışacağız.
a-) Delaleti ve Sübutu Kati Olan Meselelerde Silsile
İslam âlimleri küfre müteallik meselelerde delalet ve sübût açısından kat‘îlik (kesinlik) arz eden bir hususta muhalefete düşen birisini tekfir etmişlerdir. Bununla birlikte böylesi bir kimseyi tekfir etmeyenleri de aynı kategori de değerlendirmişler ve onu da küfre nispet etmişlerdir. Çünkü böylesi birisi aslı itibarı ile bir nassı yalanlamaktadır. Bu nedenle de küfre girmiştir. Şimdi bunu bir örnekle izah etmeye çalışalım. Rabbimiz Kur’an’ı Kerimde şöyle buyurmaktadır:
“Meryem oğlu Mesih; gerçekten Allah'ın kendisidir, diyenler hiç kuşkusuz; kâfir olmuşlardır.” (Maide, 72)
“Şüphesiz ki, Allah, üçün üçüncüsüdür, diyenler kesinlikle kâfir olmuşlardır.” (Maide, 73)
Bir insan Allah Teâlâ’nın bu kesin hükmünden sonra “Ben Ehl-i Kitabı tekfir edemem, onlar kâfir değildir, onların tekfirinden bana ne? ” gibi ifadeler kullansa sırf bu nedenle kâfir olur. Böylesi birisini tekfir etmek tüm Müslümanlara vaciptir. Bundan sonra birisi çıksa ve “Ben Yahudi ve Hıristiyanları tekfir etmeyen bu adamı tekfir edemem” dese o da kâfir olur. Üçüncü bir şahıs onu tekfir etmeyeni tekfir etmese o da kâfir olur. Burada silsile yapmak zaruridir; çünkü bu silsile içerisinde yer alan her bir kimse Allah’ın delaleti ve sübûtu kat‘î olan bir ayetini yalanlamakta veya yalanlayan birisine Allah’ın hükmünü vermemektedir. Bu ise küfrün ta kendisidir.
Bir örnek daha verelim. Rabbimiz İblis hakkında şöyle buyurmaktadır:
“İblis (secde etmekten) kaçındı, kibirlendi ve kâfirlerden oldu.” (Bakara, 34)
Allah Teâlâ, emirlerine karşı geldiği için İblis’in kesinlikle kâfir olduğunu beyan etmektedir. İblis’in kâfir olduğu hususunda İslam Ümmeti arasında hiçbir ihtilaf yoktur. Şimdi birisi çıksa ve bunun aksini iddia ederek İblis’in kâfir olmadığını söylese bu kişi sırf bu nedenle kâfir olur. Birisi de “Ben İblis’i tekfir etmeyeni tekfir edemem, böylesi birisi kâfir değildir” dese bu kişi Allah’ın açık ayetini yalanlayan birisine Allah’ın verdiği ismi vermediği için aynı şekilde kâfir olur. Onu tekfir etmeyen veya onu tekfir etmeyeni tekfir etmeyende kâfir olur. Çünkü burada Allah’ın kesin bir nassını yalanlama vardır. Böylesi bir durumda silsile caiz, hatta vaciptir. Tereddüt eden küfre düşer. Bu konuda âlimler arasında her hangi bir ihtilaf yoktur. Müslümanların bu konuya dikkat etmesi gerekir.
b-) Delaleti ve Sübutu Kati Olmayan Meselelerde Silsile
İşte bazılarının ifrata kaçtığı nokta burasıdır. Küfür olduğunda kesin ve açık delillerin olmadığı yerde silsile yapmak caiz değildir. Böylesi bir durumda kişi her ne kadar tercih yapma hakkına sahipse de asla kendisi gibi düşünmeyen diğer Müslümanları tekfir edemez. Şayet ederse aşırıya kaçmış olur ve Allah’a hesap verme durumunda kalır. Bunu bir örnekle izah etmeye çalışalım: Malum olduğu üzere namazı tamamıyla terk eden kimsenin kâfir olup-olmayacağı İslam fıkhının en tartışmalı meselelerinden birisidir. Fakihlerden bazıları böylesi birsinin kesinlikle kâfir olacağını söylerken bazıları da farziyetini inkâr etmediği sürece kâfir olmayacağını söylemiştir. Burada önemli olan namazı terk edenin hükmünün ne olduğu değildir. Asıl önemli olan fakihlerden bazısının kâfir dediğine diğerlerinin kâfir dememesidir. Eğer ihtimalle tekfir caiz olacak olsaydı burada ulemanın birbirini tekfir etmesi gerekirdi.
Namazı terk eden kimsenin kâfir olacağını ortaya koyan deliller delalet yönünden kat‘î değildir. Bu delillerden en meşhur olanları Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem’den nakledilen hadislerdir. Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Kul ile küfür arasında ancak namazı terk vardır.”[2]
“Küfür ile iman arasında namazı terk vardır.” [3]
“Bizim ile onların arasında ki ahit namazdır. Kim onu terk ederse kâfir olmuştur.” [4]
Bu hadislerde yer alan küfür lafzı acaba dinden çıkaran büyük küfür müdür, yoksa dinden çıkarmayan küçük küfür mü? Bu iki görüşten hangisi kabul edilirse edilsin ortaya çıkacak sonuç tamamen içtihada dayalı olacak ve yüzde yüz doğru olan budur denilemeyecektir. Şimdi Ahmed b. Hanbel ve aynı menheci takip eden âlimler bu iki görüşten ilkini seçerek namazı tamamen terk eden birisine kâfir hükmünü vermişlerdir. Diğer üç mezheb âlimi ise ikinci görüşü tercih ederek namazı terk eden birisini tekfir etmemişlerdir. Burada ki ihtilaf içtihada dayalı olduğu için ne Ahmed b. Hanbel diğer âlimlere “benim kâfir dediğime kâfir demediler” diyerek küfür suçlamasında bulunmuştur, ne de diğer âlimler Ahmed b. Hanbel’e “Sen bizim Müslüman kabul ettiğimizi tekfir ederek dinden çıktın” demişlerdir. Her iki tarafta ihtilafın içtihada mebni olduğunu iyi bildiklerinden dolayı birbirlerini mazur görmüşler ve asla karşı tarafı itham etmemişlerdir.
İşte bu nedenle bu ve benzeri meselelerde deliller kat‘î olmadığı için silsile yapmak caiz değildir. Bir Müslüman içtihada dayalı böylesi meselelerde silsile yapıyorsa kesinlikle aşırıya kaçmış ve sapkınlığa düşmüştür.
Bu gün yaşadığımız ülkede tevhid inancına sahip olmayan insanların kestiklerinin haram olduğunu söyleyerek et yiyen kardeşleri Allah’ın haram kıldığını helal kabul ettikleri (!) gerekçesiyle tekfir edenler, hatta biraz daha ileri gidip bu konuda silsile yapanlar kesinlikle açık bir sapkınlık içerisindedirler. Et meselesi tamamen içtihada dayalı ve ihtilaflı bir meseledir. Hakkında delalet yönü kesin olan bir delil yoktur. Bu nedenle Müslümanların birbirini mazur görmeleri ve asla birbirlerini itham etmemeleri gerekmektedir.
Konumuzu özetleyecek olursak; tekfirde silsile meselesi delaleti ve sübutu kat‘î olan meselelerde olur. Zanna veya içtihada dayalı meselelerde -kişi her ne kadar bir görüşü tercih etse de- asla silsile yapamaz. Ayet ve mütevatir hadislerin kesin olarak ortaya koyduğu esasları inkâr edenleri tekfir etmeyenlerde silsile kuralının işletilmesi gereklidir. Tabi ki bu esnada kişinin muteber bir tevile dayanmaması gerekir. Muteber bir tevile dayanarak aksi bir görüş beyan eden birisi hakkında bu kuralın icra edilmesi uygun değildir. Allah en iyisini bilir.[5]
Faruk Furkan
[1] Bilindiği üzere şer‘î deliller sübût ve delalet açısından ikiye ayrılır. Bunlardan da her biri ayrıca kendi içerisinde kat’î ve zannî olmak üzere ikiye bölünür. Bu ayrımların neticesi olarak karşımıza dörtlü bir taksimat çıkmaktadır:
1) sübûtu ve delaleti kat‘î,
2) sübûtu kat‘î, delaleti zannî,
3) sübûtu zannî, delaleti kat‘î,
4) hem sübûtu hem de delaleti zannî.
Kur’an ve mütevatir hadisler sübût (sözün sahibine nispetinin gerçekliliği) açısından kat’î delillerdir. Bununla beraber gerek Kur’an ayetleri gerekse hadisler delalet (hangi manayı içerdiği) açısından kat’î veya zannî olabilirler. Sübûtu ve delaleti kat’î olan bir şeyi inkâr eden küfre düşer. Eğer sübûtunda zannilik varsa bunu kabul etmeyen hemen küfre nispet edilmez, ama yerine göre dalalete düşmekle suçlanabilir.
[2] Nesâî rivayet etmiştir. Bkz. “Sahihu’t-Terğib”, 563.
[3] Tirmizî rivayet etmiştir. Bkz. “Sahihu’t-Terğib”, 563.
[4] Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir. Bkz. Sahihu’t-Terğib, 564.
[5] Bu konu hakkında Ebu Muhammed el-Makdisî’nin “Hüsnü’r-Rifâka fi Ecvibeti Suâlâti Ehli Süvâka” adlı eserinin “Kâfiri tekfir etmeyen kâfir olur” kuralı üzerine yapmış olduğu değerlendirmesinde güzel bilgiler vardır. Dileyen kardeşlerimiz oraya müracaat edebilirler. Bkz. “Hüsnü’r-Rifâka fi Ecvibeti Suâlâti Ehli Süvâka”, Dördüncü Mesele, sf.16.