“Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurat, 6)
بسم الله الرحمن الرحيم
Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…
“Müslüman âlimler, Allah’a veya peygambere söven ya da Allah’ın peygamberlerinden bir peygamberi öldüren bir kimsenin –Allah’ın indirdiği şeylerin tamamını kabul etse bile– sırf bu yaptığı şey sebebiyle kâfir olacağı hususunda icma‘ etmişlerdir.”[5]
İmam Hattâbî rahimehullah der ki:
“Böyle bir kimsenin katli hususunda Müslüman âlimlerden hiçbirisinin ihtilaf ettiğini bilmiyorum.”[6]
Muhammed İbn-i Suhnûn rahimehullah der ki:
“Ulema Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e söven ve O’na noksanlık izafe eden kimsenin kâfir olacağı hususunda icma’ etmiştir. Kim böyle birisinin kâfir olduğundan veya azaba uğrayacağından şüphe ederse, o da kâfir olur.”[7]
Kadı İyaz rahimehullah şöyle der:
“Müslüman olup ta Allah’a söven bir kimsenin kâfir olduğu ve kanının helalleştiği hususunda hiçbir ihtilaf yoktur.”[8]
İbn-i Teymiyye rahimehullah da şöyle der:
“Mesele hakkında sözün özü şudur: Söven kimse eğer Müslüman ise (bu yaptığı ile) ihtilafsız bir şekilde küfre girer ve öldürülür. Bu görüş dört imamın ve diğer âlimlerin mezhebidir.”[9]
“Eğer söven kimse Müslüman ise icmaen/tüm ulemaya göre katledilmesi vaciptir. O kişi sırf bu sövme sebebiyle kâfir ve mürted olmuş ve kâfirlerden daha kötü bir hale gelmiştir, çünkü kâfir Allah’ı yüceltir ve üzerinde bulunduğu batıl dinin Allah ile istihza etme ve O’na sövme anlamına gelmediğini itikat eder.”[10]
“Allah’a ve Rasulüne sövmek zâhiren ve bâtınen küfürdür. Söven kimse ister bunun haram olduğuna inansın, ister helal kabul etsin, isterse bu inancının farkında olmasın durum değişmez. Bu, fakihlerin ve ‘İman söz ve ameldir’ diyen Ehl-i Sünnet’in sair âlimlerinin görüşüdür. Burada şunun da bilinmesi gerekir ki, ‘Söven kimsenin kâfir olması ancak sövmeyi helal kabul etmesinden kaynaklanır’ sözü çok kötü bir hata ve büyük bir yanılgıdır.”[11]
“Bu görüş,(yani imanın ve küfrün sadece kalple olacağını savunan görüş) iman meselesinde söylenmiş en fasit söz olmasına rağmen Mürciî kelam ehlinin birçoğu tarafından benimsemiştir. Selef’ten Veki‘ b. Cerâh, Ahmed b. Hanbel, Ebu Ubeyd ve başkaları bu görüşü savunanları tekfir etmiştir.”[12]
Üstte Muhammed İbn-i Suhnûn rahimehullah’ın söylediği şu sözleri de yeniden hatırınıza sunarız:
“Ulema Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e söven ve O’na noksanlık izafe eden kimsenin kâfir olacağı hususunda icma’ etmiştir. Kim böyle birisinin kâfir olduğundan veya azaba uğrayacağından şüphe ederse, o da kâfir olur.”[13]
Onlara “köpek” veya “haricî” demek biraz zor gelir, değil mi? Ama şunu unutmayın ki adalet, aynı şeyi söyleyenleri aynı isimle anmayı gerektirir. Eğer onlar haricî ise, o zaman kardeşimize de haricî deyin; bunda hiçbir beis yoktur ve gocunmayız da. Ama eğer onlara haricî demiyorsanız –ki bunu demeye cesaret edemezsiniz– o zaman Allah’tan korkun ve kardeşimize de haricî demeyin. Her hak sahibine hakkını verin ve insanları değerlendirirken hakkaniyet ilkesine göre hareket edin. Bu sizin için en hayırlı olanıdır.
Ehl-i Sünnet, sarih olan küfür söz ve amellerinde katiyen niyet aramaz. Sarih küfür sözünü söyleyen kim olursa olsun, onun küfre girdiğine hükmeder ve terettüp eden gerekli ahkâmı onun üzerinde icra eder. Onların bu nokta da birçok delili vardır. O delillerin en barizleri ise şunlardır:
a) Maide Sûresi 72 ve 73. âyetler. Rabbimiz şöyle buyurur:
“Meryem oğlu Mesih, gerçekten Allah’ın kendisidir, diyenler hiç kuşkusuz kâfir olmuşlardır.”
“Şüphesiz ki Allah, üçün üçüncüsüdür, diyenler kesinlikle kâfir olmuşlardır.”
Allah Teâlâ, bu iki ayetinde sırf söylemiş oldukları bu söz nedeniyle Hıristiyanları tekfir etmiş ve küfre giriş nedenlerini, onların söylemiş olduğu bu sözlere bağlamıştır. İmam Kurtubî der ki:
“Allah, söylemiş oldukları bu söz sebebiyle onları tekfir etmiştir.”[14]
Birisi çıkıp “Onlar üç ilâha inandıklarından veya İsa aleyhisselam’ın ilâh olduğunu kabul ettiklerinden kâfir olmuşlardır” diye bir itiraz da bulunabilir. Buna şöyle cevap veririz: Onlar Allah’tan başka bir ilâhın varlığına inanabilirler, onların bu inancının bu ayetlerle bir ilişkisi yoktur. Allah Teâlâ bu ayetlerde onların kâfir oluş nedenini inançlarına değil, bizzat söylemiş oldukları sözlere bağlamıştır. Bu da Ehl-i Sünnet’in savunmuş olduğu tezi kuvvetlendirmektedir.
b) Tevbe Sûresi 65 ve 66. âyetler. Rabbimiz şöyle buyurur:
“Andolsun, onlara (Tebük gazvesine giderken söyledikleri o alaylı sözleri) soracak olsan, elbette şöyle diyeceklerdir: ‘Biz sadece eğlenip şakalaşıyorduk.’ De ki: Allah ile O’nun ayetleri ile ve Rasûlü ile mi alay ediyorsunuz? Özür dilemeyin. Siz iman ettikten sonra gerçekten kâfir oldunuz…”
Bu ayette Rabbimiz söylemiş oldukları bir takım sözler nedeniyle küfre düşen bir grup insandan bahsetmektedir. Bu insanların küfre düşüş nedenleri inançları değil, sırf ağızlarından çıkan sözlerdir. Onlar Rasûlullâh ve ashabı hakkında ileri geri bir takım uygunsuz şeyler söylemişler ve bu nedenle Allah tarafından bu ağır hitaba maruz kalmışlardır.
“Tebük Gazvesi’nde bir şahıs:
—Bizim şu Kur’an okuyanlarımız kadar midelerine düşkün, dilleri yalancı ve düşmanla karşılaşma esnasında korkak kimseleri görmedim, dedi. O mecliste bulunan bir adam:
—Yalan söylüyorsun. Sen bir münafıksın. Seni Rasûlullâh’a haber vereceğim, dedi. Bu Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e ulaştı ve bunun üzerine bu ayetler indi.”[15]
Dikkat edilirse ayetlerin iniş sebebi olarak nakledilen rivayetlerin hepsinde kişiyi dinden çıkaracak bir takım sözler yer almaktadır. Allah celle celâluhu: “Siz iman ettikten sonra gerçekten kâfir oldunuz…” derken onların dinden çıkıp kâfir olmalarını inançlarına değil, sadece ağızlarından çıkan o sözlere bağladı. Bu da göstermektedir ki, küfür kelimesini söyleyen kimse sırf bu sebeple küfre düşer ve niyetine bakılmaz.
Şimdi konuyla alakalı âlimlerimizin birkaç kavlini zikredelim:
* İmam Kurtubî rahimehullah, Kadı Ebu Bekir İbnu’l-Arabî’nin şöyle dediğini nakleder:
“Küfür (lafızlarıyla) şaka yapmak küfürdür. Bu konuda ümmet arasında hiçbir ihtilaf yoktur.”[16]
* İbn-i Kudâme el-Makdisî rahimehullah der ki:
“Kim Allah’a söverse kâfir olur. Bu hususta şaka yapması veya ciddi olması bir şey değiştirmez. Keza Allah ile ayetleri ile peygamberleri ile ya da kitapları ile istihza eden kimse de kâfir olur.”[17]
* İmam Cessâs rahimehullah “Ahkâmu’l Kur’ân” adlı eserinde bu ayeti tefsir ederken şöyle der:
“Bu ayette, ikrah olmaksızın küfür kelimesini söyleyen kimselerin şakacı veya gerçekçi olmasının eşit olduğuna bir işaret vardır… Bu ayet, küfür kelimesini izhar etme hususunda şaka yapanla ciddi olanın aynı hükme tabi olduğunu ifade etmektedir.”[18]
* İbn-i Nuceym rahimehullah der ki:
“Kim gerek şaka yere gerekse ciddi olarak küfür kelimesini söylerse tüm âlimlere göre kâfir olur. Bu konuda niyetinin hiçbir geçerliliği yoktur.”[19]
* İmam Keşmirî rahimehullah da “İkfaru’l-Mulhidin” adlı eserinde şöyle der:
“Kısacası, kim, gerek alay ederek gerekse şaka yere küfür kelimesini söylerse ittifakla kâfir olur ve bu konuda itikadına (niyetine) itibar edilmez…”[20]
Tüm bu nakiller ve zikredemediğimiz diğerleri, Elbânî’nin küfrü kalbe hasretme, sarih küfür amellerinde niyeti öne çıkarma ve net küfürlerde kasıt arama konusunda ne kadar büyük bir hata içerisinde olduğunu ve bu noktada Selef’e muhalefet ettiğini ortaya koymaktadır.
Bir âlimi kurtaracağız derken, itikadî değerlerinden ve akidevî ilkelerinden taviz verenler, gerçekten de büyük bir yanılgı içerisindedirler. Onların bu yanılgıları, kendilerini muvahhidleri suçlamaya, onlara hakaret etmeye ve onlardan haksız yere teberrîye kendilerini sevk etmektedir. Bu ise zulümden başka bir şey değildir. Eğer ortada eleştirilecek biri varsa bu, öncelikle küfrü kalbe hasrederek Selef’in yolundan sapan ve mukaddesata sövenleri tebrie etmeye çalışan Şeyh Elbânî’dir. Siz bunu es geçip, bu hatasından dolayı kendisini eleştiren kardeşimize saldırmaya kalkar ve hakaretler ederek onun şahsiyetini zedelemeye çalışırsanız, bu durumda kelimenin tam anlamıyla zulmetmiş ve adaleti terk etmiş olursunuz. Bizce burada adalet, sizin de inandığınız esaslara muhalefet eden Elbânî’ye birkaç kelimeyle de olsa göndermede bulunmanız ve en azından onun da hata ettiğini söylemenizdir. Ama siz bunu yapmıyor; aksine hakkı dile getiren kardeşimize galiz laflarla hakaret etme yolunu tercih ediyorsunuz. Eee, ne diyelim herkes içindekini söyler, kabında olanı boşaltır. Demek ki sizin de içinizde bu görüşe bir meyil var ki, onu savunanları eleştiremiyor; aksini söyleyenleri ise yerden yere vuruyorsunuz.
Face’de yaptığı yorum ve değerlendirmelerle kardeşimize “Hâricî” diyen, onu köpeklikle itham eden ve yine onu ümmet içerisindeki habis bir ur olarak değerlendiren sözüm ona İslam davetçisi zâta, âlimlerimizin zikrettiği şu hakikatleri buradan hatırlatmak isteriz:
Öncelikle bir insana “Hâricî” diyebilmek için kesinlikle o insanın Hâricîlerin kabul ettiği esasları kabul etmesi gerekir. Hâricîlerin kabul ettiği esaslar da özetle şunlardır:
Bir şahıs, bu ilkeleri bir bütün olarak benimsemediği sürece ona “Hâricî” demek asla caiz değildir. Ama bu esaslardan bir tanesinde Hâricîlerle uyuşuyorsa, o zaman onun için “Bu konuda Hâricîlik bulantısı var” veya “Bu konuda Hâricîlere benzemektedir” diyebilirsiniz. Böyle yaparsanız, işte o zaman adalete muvafakat etmiş olursunuz ki, biz bu yazımızda buna özellikle riayet etmeye çalıştık ve Şeyh Elbânî’yi tenkit ederken hep –her ne kadar siz kabul etmeseniz de– “Bu konuda İrcâ’ya kaymış”, “Bu konuda Selef’e muhalefet etmiş” diyerek eleştirdik. Siz de böyle yapabilir ve kardeşimizi eleştirirken –her ne kadar biz kabul etmesek de– “Bu konuda Hâricîlere benzemiştir” diyebilirdiniz. O zaman daha makul ve daha anlaşılır bir söz söylemiş olurdunuz.
Hâricîlerin kabul ettiği temel esasları bir bütün olarak kabul etmeyen bir şahsa siz Hâricî diyemezsiniz, dedik; zira bir kâfirde iman şubelerinden bir şube bulunması onu mümin yapmayacağı gibi, bir müminde de küfür şubelerinden bir şubenin bulunması onu kâfir yapmaz. Kezâ bir insanda Haricîlerin vasıflarından birisinin bulunması onun “Haricî” diye damgalanmasını gerektirmez. Bizler, nasıl ki bir kâfirin yolda insanlara eziyet veren şeyleri izale etme, ana-babaya iyilik etme ve tasaddukta bulunma gibi imanın şubelerinden birisini eda ettiğini gördüğümüzde ona hemen “mümin” hükmü veremiyorsak ya da bir müminin adam öldürme, zina etme ve hırsızlık yapma gibi küfür şubelerinden birisini işlediğinde ona “kâfir” ismini kullanamıyorsak; aynı şekilde bir insanda Haricîliğin vasıflarından bir tanesinin bulunması sebebiyle de hemen ona “Haricî” hükmü veremeyiz. Bu konuda Ebu Hümam el-Eserî şöyle der:
“Haricîlerin temel ve fer’î inanç esaslarından birisine muvafakat eden birisi onların tüm esaslarını kabul etmediği sürece ‘Haricî’ olmaz. Geçmiş âlimler bunu bu şekilde izah etmişlerdir. Mutezile’den Kadı Abdulcebbar der ki: ‘İnsan Mutezilenin beş temel ilkesini kabul etmediği sürece ‘Mutezilî’ olamaz.’ Ebu’l Hasen el-Hayyât şöyle der: ‘Kişi beş esası kabul etmediği sürece ‘Mütezilî’ ismine hak kazanamaz. Bu beş esas şunlardır: Tevhid, adl, vaad ve vaîd, el-menzile beyne’l menzileteyn, emr-i bi’l Ma’rûf-nehy-i ani’l münker. Kişi bu beş esası kabul ettiğinde, işte o zaman Mutezilî olur”[21]
Bu kuralın Sünnet-i Seniyye’den de delili vardır. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Dört şey vardır ki, bunlar kimde olursa halis münafık olur. Kimde de bunlardan birisi bulunursa -onu terk edene dek- kendisinde nifaktan bir şube bulunmuş olur. (Bu dört şey şunlardır:) Kendisine bir şey emanet edildiğinde ihanet eder, konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde aldatır ve düşmanlık ettiğinde haddi aşar.”[22]
Kişide bu hasletlerden birisi bulunduğunda ona “Bu münafıktır” diyemeyiz. Böylesi birisine münafıktır diyebilmemiz için bu dört hasletin hepsinin bir anda o şahısta bulunması gerekmektedir.
İşte bunun gibi, sizin bir müslümana “Hâricî” diyebilmeniz için kesinlikle onda Hâricîlerin tüm vasıflarının ve kabul ettikleri tüm esasların bulunması gerekmektedir. Bu olmadan ona “Hâricî” demeye kalkışırsanız, bu durumda adaletten sapmış olursunuz.
Ve yine bir Müslüman, elindeki delillerden hareketle bir ameli veya bir amelin terkini küfür diye adlandırıyor ve neticesinde o hataya düşenleri tekfir ediyorsa, bu durumda da ona “Haricî” diyemezsiniz; zira o, bu pozisyonda –zayıf olduğu var sayılsa bile– bir delille hareket etmiş ve bir mesnede dayanarak söz söylemiştir.
Eğer kardeşimiz Şeyh Elbânî’yi eleştirirken onda olmayan ve onun kabul etmediği bir sözü ona dayandırarak kendisini İrcâ’ya nispet etseydi, bu durumda sizin kardeşimizi eleştirmeniz haklı olurdu. Ama üstte de aktardığımız gibi Şeyh Elbânî, küfür meselelerinde kalbî istihlali şart görmüş ve kalben helal saymayan kimselerin küfre girmeyeceğini söylemiştir. Bu ise Mürcie fikrinin ta kendisidir.
Kardeşimiz, bu konuda asla ona iftirada bulunmamış ve katiyen onun inkâr ettiği bir şeyi kendisine nispet etmemiştir. Bilakis kardeşimizin Şeyh’e nispet ettiği şey, Şeyh’in zaten kitap ve kasetlerinde ısrarla savunduğu ve her fırsatta dile getirdiği bir fikridir. Bu nedenle kardeşimize hakaret edenler ve ona Hâricîlik yaftası yapıştıranlar kesinlikle ona zulmetmektedirler.
Buradan, kardeşimize bu ağır ifadelerle ve haksız yaftalamalarla saldıran malum İslam davetçisine sesleniyor ve kardeşimize hakaretlerinde dozajı aştığını hatırlatarak kendisinden helallik dilemesi gerektiğini söylüyoruz. Eğer kardeşimizin Şeyh Elbânî’ye iftira ettiğini düşünüyorsa, o zaman çıksın ve Şeyh’in böyle bir fikirde olmadığını, bu sözleri söylemediğini ortaya koysun ve onun da Elbânî’den özür dilemesi gerektiğini söylesin. Böyle yaparsa hakkaniyetle hareket etmiş ve adaleti ayağa kaldırmış olur. Ama tutar da Elbânî’de olan bir fikirden dolayı eleştiri yaptığı için kardeşimizi tekfir eder, köpeklikle suçlar ve ondan teberrî etmeyi imanın bir gereği görürse, kusura bakmasın, bu durumda biz de hakka şahitliğin bir gereği olarak bu konuda hata ettiğini söyler ve aynı sertlikle kendisinden teberrî ettiğimizi ilan ederiz.
*** *** ***
Burada son olarak birkaç şeyin altını çizerek yazımızı noktalamak istiyoruz:
a) Kardeşimizin açıklamalarından sonra onu yerden yere vuran İslam davetçisi(!) hoca efendiye şunu söylemek isteriz: Face’den yaptığınız açıklamalarınızda Elbânî’nin Allah’a ve Rasulüne söven genç hakkında söylemiş olduğu sözlerini “Şeyh genci cehaletiyle mazur görüyor” tarzında tevil ederek çok büyük ve ilmî bir hata etmişsiniz. Zira Elbânî, genci cehaletiyle mazur gördüğü için değil, onun yaptığı bu küfrü, kalbî küfür olarak değerlendirmediği için tekfir etmiyor. Eğer genci cehaleti sebebiyle mazur görse bu, asıl olarak onun, gencin yaptığı bu işi küfür kabul ettiği; ama cehaletini buna mani saydığı anlamına gelir ki, böylesi bir yaklaşım –her ne kadar kabul etmesek de– izah edilebilir bir yaklaşım olurdu. Fakat Elbânî böyle yapmıyor; aksine gencin söylediği sözün kalben inanılmadan söylenen bir söz olduğunu ve bunun amelî küfür kapsamında değerlendirileceğini, dolayısıyla şahsın kâfir olmayacağını ifade ediyor ki, işte bu, kelimenin tam anlamıyla ircâ fikridir, Cehm b. Safvan’ın söylediği sözün aynısıdır ve tüm ulema tarafından reddedilmiş bir görüştür. Ya siz, sözü iyi tahlil etmeden değerlendirmede bulunmuşsunuz ya da siz de öyle inandığınız için itiraz etmemişsiniz. Bunun hangisi doğru, bunu bilmiyoruz.
b) Ömrünü tâğutların küfürlerini anlatmaya vakfetmiş ilim ehli bir muvahhide böylesine ağır ve hak etmediği hakaretlerde bulunmak, en azından mürekkep yalamış bir adam için hiç de yakışık alır bir tutum değildir. Diyelim ki kardeşimiz size göre hata etti? Bu mudur onu uyarmanın âdabı? Siz eğer ilimden nasipdârsanız, bunun âdabının böyle olmayacağını pekâlâ bilirsiniz.
c) Bu davetçinin, kardeşimizin eleştirileri üzerine yaptığı yorumunu, bir âlimi savunma adına ve samimiyetle dillendiren ve sayfalarında paylaşanlara Allah için şunu söylemek isteriz: Tamam, belki siz bir âlimi müdafaa için böylesi bir şey yaptınız; ama şunu unutmayın ki, gerçekleri bihakkın araştırmadan bir şeyleri savunmaya çalışmak ve hamasetle bunun çığırtkanlığını yapmak insana asla hayır getirmez. Öncelikle hocalarınıza “Bu kardeşin iddialarını çürütecek delilleriniz var mı?” diye sormanız ve bu noktada mutmain edici delilleri gördükten sonra eleştiri yapmanız gerekmez miydi? İşte size burada Elbânî’nin Ehl-i Sünnet’e muhalif sözleri ulaştı. Şimdi bundan sonra hâlâ eski fikrinizi savunacak ve ne olursa olsun yine de yanlışınızda ısrar etmeye devam mı edeceksiniz? Eğer böyle yaparsanız, siz hakkı değil, şahısları sevmişsiniz ve şahısları hakka göre değil, hakkı şahıslara göre değerlendirmişsiniz demektir. Şayet böyle değilseniz, o zaman hakkı ayağa kaldırın ve kardeşimizden özür dileyin.
d) Yine bu davetçinin, kardeşimizin eleştirileri üzerine yaptığı yorumunu, sadece kardeşimize hakaret etmek ve içindeki kini kusmak amacıyla paylaşanlara da şunu demek isteriz:
“Kininizden geberin! Hiç şüphe yok ki Allah, göğüslerin özünü bilendir.” (Âl-i İmrân, 119)
Allah’ın Rasûlü, hiçbir zaman hasımlarının şahsiyetlerine hakaret etmedi, onlara sövmedi. Siz, O’nun yolundan gittiğinizi söylediğiniz ve Selef’in yoluna ittiba ettiğinizi iddia ettiğiniz halde, nasıl olurda muhalifinize ağza alınmayacak hakaretlerle hakaret eder ve ancak bir serserinin söyleyebileceği laflar söylersiniz?
Hiç mi Allah’tan korkmazsınız?
O, size hakaret mi etti?
Şahsiyetinizi mi karaladı?
Şeyhinize küfürler mi yağdırdı?
Hayır, hayır…
Sadece –kabul edersiniz veya etmezsiniz– inandığı bir hakikati söyledi. Eğer aksini söylüyorsanız, edep içerisinde çıkar ve delillerinizle bunu ortaya koyarsınız. Bunu yapamıyorsanız adamcağıza hakaret etmenin veya ağza alınmayacak tahkiratta bulunmanın ne anlamı vardır?
*** *** ***
Allah, pazar günü oldu mu gönlü şüphelerden yorulmuş tüm muvahhidleri ekran başına taşıyarak gönüllerine su serpen, tevhidi gücü nispetinde müdafaa etme gayretinde olan ve bize göre de son derece başarılı adımlar atan değerli kardeşimiz Ebu Hanzala’ya hak üzere sebat versin. Onu hak yolda hatalardan korusun ve şüphe ehlinin her gün yeni bir yüzle ayak kaydırdığı şu günlerde tevhidi müdafaa ettiği gibi, Allah da kıyamet günü kendisini cehennem ateşten müdafaa ve muhafaza etsin.
“Şüphesiz ki Allah iman edenleri müdafaa eder.” (Hac, 38)
Kardeşimize hak yolda sabit adımlarla ilerlemesini ve asla bu şüphecilerin şüphelerine aldırış etmemesini öğütlüyor, tanıdığımız tüm muvahhid gönüllerin kendisine dua ettiğini hatırlatıyoruz
Kardeşim, sen tevhidi savunmaya devam et. İnşâallah Allah ve müminler de, hak yolda olduğun sürece seni savunmaya devam edecektir.
Rabbim inşâallah bu yazdıklarımızı sıkıntısı olan kalplere şifa, marazı olan gönüllere devâ kılar. Hiç şüphe yok ki O, her şeyi işiten ve dualara en iyi şekilde karşılık verendir. (Allahumme Âmîn)
Faruk Furkan
[2] Bu da, İrcâ ehlinin bile kardeşimizi takip ettiği, derslerine kulak verdiği anlamına gelir ki, bu bile kardeşimiz için aslında basite alınmayacak kadar önemli bir başarı sayılır; zira muhaliflerine bile söz dinletecek kadar gündemde olmak herkese nasip olan bir şey değildir.
[3] Kötü terbiyenin tekfirin manilerinden olduğunu acaba Elbânî’den başka söyleyen var mıdır şu alemde, merak ediyorum doğrusu?!
[4] Bkz. 3. Baskı sf.108 vd. Ve yine bkz. sf. 128 vd.
[5] Bkz. ‘es-Sârimu’l-Meslûl’, sf. 11
[6] A.g.e.
[7] Bkz. ‘es-Sârimu’l-Meslûl’, sf. 11
[8] eş-Şifâ, sf. 486.
[9] Aynı yer.
[10] Bkz. ‘es-Sârimu’l-Meslûl’, sf. 546.
[11] Bkz. ‘es-Sârimu’l-Meslûl’, sf. 512.
[12] Mecmuu’l-Fetâvâ, 7/189 vd.
[13] Bkz. ‘es-Sârimu’l-Meslûl’, sf. 11
[14] “el-Camiu li Ahkâmi’l-Kur’an”, 3/149.
[15] “Tefsiru’t-Taberî”, 6/172 vd.
[16] ”el-Cami‘ li Ahkami’l-Kur’an”, 8/197.
[17] “el-Muğnî”, 4/20. Bab. 7124.
[18] “Ahkâmu’l-Kur’an”, 3/207.
[19] “el-Bahru’r-Râik”, 5/134.
[20] “İkfaru’l-Mulhidîn”, Sf. 59.
[21] “el-Kevkebu’d-Durriyyu’l-Münîr”, sf. 45.
[22] Buhârî, İman, 24; Müslim, İman, 25.