“Onlar öyle erlerdir ki, ne ticaret ne alışveriş kendilerini Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymaz. Ve onlar, kalplerin ve gözlerin (dehşetten) allak bullak olacağı bir günden korkarlar.” (24/Nûr, 37)

ZÂHİR – BÂTIN İLİŞKİSİ

بسم الله الرحمن الرحيم

Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…

 

İslam dini insanların durumlarının tespiti için bir takım karine ve alametler koymuştur. Bu karine ve alâmetler sayesinde karşımızdaki insana iyi-kötü, doğru-yanlış, müttaki-facir, mümin-kâfir, diye hüküm vermemiz mümkün olmaktadır. İnsanın dış görünümü ve etrafında yansıtmış olduğu davranışlar onun iç dünyasını ortaya koyan bir ayna mesabesindedir. İnsanın içi ile dışı arasında sıkı bir irtibat vardır. İçi (batını) düzgün olduğunda bu dış dünyasına tesir eder. Bozuk olduğunda da durum aynıdır. Dışı (zahiri) bozuk olduğunda bu zorunlu olarak onun batınını etkiler. Özetle: zahir ve batının birbiri üzerinde güçlü bir tesiri vardır. Zahirin bozukluğu batının bozukluğundan kaynaklanır. Bunun zıttı da böyledir. Bu hakikati kalpleri perdeli olmayan her insan rahatlıkla tasdik edebilir. Bundan Mürcie mezhebini istisna etmeliyiz. Zira onlara göre kalp ile bedenin ve zahir ile batının birbiriyle alâkası yoktur. Kişi zahiri ile kötü bir amel işlediğinde, bu onun kalbine hiçbir suretle zarar vermez. Hatta bu, kişiyi dinden çıkaran bir amel bile olsa… Evet, onlar böyle iddia etmişlerdir. Ehl-i sünnet âlimleri ise Kur’an ve sünnet çerçevesinde onların bu fasit görüşlerini bir bir iptal ederek hakkı ortaya çıkarmışlardır. Ehl-i sünnetin onları reddederken mesnet olarak kullandığı delillerden birisi Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in şu sözüdür.

“Dikkat edin! Şüphesiz ki bedende bir et parçası vardır ki o doğru olduğunda tüm beden doğru olur, eğer o bozuk olursa tüm beden bozuk olur. Dikkat edin! O et parçası kalptir.”[1]

Bu hadis zahir ile batın arasındaki sıkı irtibata dikkat çekmektedir. Kalbin doğru ve salih olması bedeninde doğru olmasını gerektirir. Eğer beden Allah’ın istediği surette düzgün değilse bu, kalbinde bozuk olduğuna işarettir. İmandan bahsedip de ona göre amel etmeyenlerin kalbi iman etmiş olamaz. Bunun sebebi ise bedenin kalbe tabi oluşundandır. Kalpte karar kılmış bir şeyin netice ve semeresi bir kaç yönden bile olsa mutlaka bedende gözükür. [2]

Bu gün kalplerinin düzgün, niyetlerinin iyi olduğunu iddia ettiği halde İslam dininden fersah fersah uzak olan insanlar görürsün. Birçoğu bırakın sağlam İslam akidesini doğru dürüs namaz bile kılmamaktadırlar. Nedenini sorduğunda ise alacağın cevap dünden hazır: “Kalplerimiz temiz ya!...”

Eğer onların kalpleri temiz olsaydı bu mutlaka bedenlerine de sirayet eder ve salih amel olarak üzerlerinde görülürdü. Zahiri çerçevede herhangi bir salih amelin onlar üzerinde görünümü yoksa bil ki onların kalbi temiz değildir. Gerek sahih bir akideden yoksun olmaları, gerekse salih amellerden uzaklıkları onların kalplerindeki fesadın açık birer delilidir. Dinî bir yaşantı ile içli dışlı olmayan insanların “kalbimiz temiz” sloganı ile iman çığırtkanlığı yapmaları bizleri aldatmamalıdır.

“Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Ama kendilerinden başkasını aldatamazlarda yine de farkına varamazlar.” (Bakara/9)

Son dönemlerde “kalbim temiz” yaması daha çok iman-küfür meselelerinde kendini göstermeye başladı. Adam iman ile taban tabana zıt olan ameller yapmakta, şirki, küfrü ve nifakı, içerisinde hiçbir çekinceme olmaksızın işlemekte, puta kıyam etmekte, Allah’ın haramlarını helal, helallerini haram addetmekte kısacası her türlü küfrü mucip ameller ortaya koymakta ama “kalbim temiz” yaftası ile tüm bu amellerin üzerini adeta setretmektedir.

Acaba gerçektende niyetinin iyi, kalbinin pak olduğunu söyleyen birisi sırf bu gerekçe ile küfür amelini işleyebilir mi? Kalbi aksi doğrultuda olması şartıyla şirk olan sözleri telaffuz edebilir mi? Eğer yaparsa ne olur? Küfre düşer mi? Yoksa niyeti iyi olduğu için bir şey olmaz mı? Bu ve benzeri soruların cevabını önemine binaen Kur’an, Sünnet ve âlimlerin izahları etrafında vermeye çalışacağız. Ama konuya girmeden önce insanın diline sahip çıkmasının ve kendisini helake duçar eden söz ve fiillerden uzak durmasının gerekliliğini anlatalım; sonrasında da küfür sözü telaffuz eden bir insanın -niyeti iyi bile olsa- durumunun ne olacağını açıklamaya geçebiliriz.

İslam, insanların dillerine sahip çıkmalarını farz kılmıştır. Ağızdan çıkan bir söz insana kimi zaman üstün bir itibar temin ederken, bazen de kazanılan itibarı bir anda ayaklar altına alır. Söz vardır insanın hürmet görmesini sağlar, söz vardır, sahibinin şeref ve değerini beraberinde alır, götürür. Bu nedenle kişinin konuşmadan önce ağzından çıkaracağı her sözü enine boyuna düşünmesi ve telaffuz ettiği cümlelerin nereye gideceğini çok iyi tahlil etmesi gerekir.

İnsanoğlu konuştuğu her şeyden hesaba çekilecektir. Hayır veya şer namına, dile getirdiği her cümle amel defterine kaydedilmektedir. Allah’ın huzuruna vardığında sarf ettiği, ifade ve cümlelerin bir bir hesabını verecektir. Konuştuğu şeyler hayırlı ise mükâfatını, şerli ise cezasını görecektir. Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur:

“…Çünkü onun sağında ve solunda oturan ve her davranışı yakalayıp tespit eden iki melek vardır. İnsan bir söz söylemeye dursun, mutlaka yanında gözetleyici ve dediklerini zapt eden (bir) melek vardır.” (Kâf/16-17)

İbn-i Kesir bu ayetin tefsirinde, İbn-i Abbas’ın şöyle dediğini nakleder:

“Kulun hayır veya şer namına konuştuğu her şey yazılmaktadır. Hatta onun “Yedim, içtim, gittim, geldim ve gördüm” gibi sözleri de kaydedilir.” [3]

Ağzımızdan çıkan her söz kayıt altına alındığına göre söylediklerimizi itina ile seçmeli, gerekiyorsa bin kez düşünüp bir kez söylemeliyiz.

İbn-i devamla şöyle der:

“Meleğin her sözü yazıp yazmadığı hususunda ulema ihtilaf etmiştir. Hasan-ı Basri ve Katade, Meleğin her sözü yazdığı görüşündedir. İbn-i Abbas’ın iki kavlinden birisine göre ise melek, sadece sevap ya da azap gerektiren sözleri yazar. Ayetin zahiri birinci görüşü desteklemektedir. Zira ayet umumidir…”[4]

Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurur ki:

“Kişi nereye varacağını bilmeden Allah’ın rızasını gerektiren bir kelime konuşur da, Allah bu kelime sebebiyle kendisine kavuşacağı güne kadar o kul için rızasını yazar. Bir kişi de nereye varacağını düşünmeden Allah’ın gazabını gerektirecek bir kelime konuşur da Allah bu kelime sebebiyle kendisine kavuşacağı güne kadar o kul aleyhinde öfkesini yazar” [5]

Hadisin ravilerinden olan Alkame der ki: “Bu hadis, nice sözleri dile getirmekten beni alıkoymuştur.” [6]

İlmin kaldırılıp cehaletin terviç edildiği şu dönemde, insanlar çoğu zaman kendilerini uçuruma götüren sözler sarf etmekte ve bu nedenle de helakin eşiğine gelmektedirler.

Kendilerini İslam dairesinden çıkarıp küfre düşürebilecek bir takım kelime ve cümleleri sonucunun ne olacağını hiç düşünmeden dillendirebilmektedirler. Bu son dere sakıncalı bir tutumdur. Zira İslam âlimleri “İkrah” olmaksızın küfür kelimesini telaffuz eden bir kimsenin, niyet ve kastı aksi doğrultuda olsa bile dinden çıkacağı hususunda ittifak etmişlerdir. Meselenin önemine binaen bazı nakiller yapmanın faydalı olacağı kanısındayız.

İmam Kurtubî, Kadı Ebu Bekir İbnu’l Arabi’nin şöyle dediğini nakleder:

“Küfür (lafızlarıyla) şaka yapmak küfürdür. Bu konuda ümmet arasında hiçbir ihtilaf yoktur.”[7]

İmam Keşmirî, “İkfaru’l Mulhidin” adlı müthiş eserinde şöyle der:

“Kısacası, kim, gerek alay ederek gerekse şaka yere küfür kelimesini söylerse ittifakla kâfir olur ve bu konuda itikadına (niyetine) itibar edilmez…”[8]

Yani kişi küfrü gerektiren bir sözü her ne amaçla söylerse söylesin, kesinlikle dinden çıkar. Onun “Ben bunu şaka olsun diye söyledim” ya da “Benim niyetim bu değildi. Ben bunu söylerken kalben inanarak söylemedim” gibi mazeretleri de kabul edilmez. İkrah olmaksızın küfür sözü söylemek veya küfrü gerektirecek bir eylem içerisinde bulunmak Kur’an ve Sünnete göre küfürdür. Bunun küfür olmadığını iddia edenler acaba hangi kaynağa dayanmaktadırlar?

Hanefi âlimlerinden Sadreddin el-Konevî der ki:

“Kişi içeriğine inanmadığı halde isteyerek (ikrah olmaksızın) küfür kelimesini telaffuz etse küfre düşer…”[9]

Hanefilerin meşhur âlimlerinden birisi olan Ali el-Kari Hanefi fıkıh kitaplarından birisi olan “Mecmau’l Fetâva” adlı eserden şu cümleleri nakleder:

“Kişi küfrü gerektiren bir söz söylerse kâfir olur.”[10]

El-Hulasa adlı eserde de şöyle geçer:

“Kişi: ‘Ben Mülhidim’ dese kâfir olur.”[11]

İbn-i Hacer el-Heysemî, Hanefi imamlarından şu cümleleri nakleder:

Kim küfür kelimesini telaffuz ederse, onun küfür olduğunu itikat etmese bile kâfir olur. Birisi ona gülse veya yaptığını hoş görse ya da buna rıza gösterse, o da kâfir olur…”[12]

Mecmau’l Enhur adlı meşhur Hanefi Fıkıh kitabında şöyle geçer:

“Kişi içeriğine inanmadığı halde (ikrah olmaksızın) kendi tercihiyle küfür kelimesini telaffuz etse tüm ulemaya göre kâfir olur.”[13]

Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur:

“Andolsun, onlara (Tebük gazvesine giderken söyledikleri o alaylı sözleri) soracak olsan, elbette şöyle diyeceklerdir: “Biz sadece eğlenip şakalaşıyorduk.” De ki: “Allah ile O’nun ayetleri ile ve Rasulü ile mi alay ediyorsunuz? Özür dilemeyin. Siz iman ettikten sonra gerçekten kâfir oldunuz…” (Tevbe/65-66)

Bu ayetin nuzül sebebi şu olaydır:

“Tebük gazvesinde bir adam: “Bizim şu Kur’an okuyanlarımız kadar midelerine düşkün, dilleri yalancı ve düşmanla karşılaşma esnasında korkak kimseleri görmedim” dedi. O mecliste bulunan bir adam: “Yalan söylüyorsun. Sen bir münafıksın. Seni Rasûlullah’a haber vereceğim” dedi. Bu Rasûlullah’a ulaştı ve bunun üzerine bu ayetler indi.” [14]

Abdu’l Mun’im Mustafa bu ayet ve hadisleri zikrettikten sonra şöyle der:

“Bu nakiller, Allah ile ayetleri ile ve Rasulü ile alay eden bir kimsenin, bunu oyun, eğlence ve şaka maksadıyla yapsa dahi kâfir olacağı noktasında açık naslardır. Ümmet arasında küfür olan bir söz veya amel ile eğlenilmesinin küfür olduğu konusunda hiçbir ihtilaf yoktur…”[15]

Zikri geçen ayet ve hadiste, Tebük gazvesine giderken aralarında konuşan ve konuşmaları esnasında Rasûlullah ve ashabı hakkında ileri geri laflar eden bir takım insanların sırf bu sözleri nedeniyle dinden çıktıkları belirtilmektedir. Ayetin ifadesinden onların bu olaydan önce “mü’min” oldukları, fakat telaffuz ettikleri bir takım alaycı ifadelerden dolayı küfre düştükleri anlaşılmaktadır. Onlar bu sözleri söylerken kim bilir belki de niyetleri başka idi. Niyetleri ne olursa olsun yaptıkları iş onları küfre düşürmüştü. Bugün niyetlerinin iyi, kalplerinin temiz (!) olduğunu ileri sürerek küfür sözlerini telaffuz eden veya birtakım küfrü mucip ameller işleyen insanların durumu nedir acaba? Onlar Mürcie fikirli sözde din âlimlerinden fetva aladursunlar, bizler Ehl-i sünnet’in mücahit imamlarından nakiller yapmaya devam edelim.

İmam Cessas “Ahkamu’l Kur’an” adlı eserinde bu ayeti tefsir ederken şöyle der:

“Bu ayette, ikrah olmaksızın küfür kelimesini söyleyen kimselerin şakacı veya gerçekçi olmasının eşit olduğuna bir işaret vardır… Bu ayet, küfür kelimesini izhar etme hususunda şaka yapanla ciddi olanın aynı hükme tabi olduğunu ifade etmektedir.” [16]

İbnu’l Cevzi der ki:

“Bu (nakiller) küfür kelimesini izhar etme hususunda şaka yapanla ciddi olanın bir olduğuna işaret etmektedir.” [17]

İman Âlusi şöyle der:

“Bazı âlimler bu ayet ile küfür kelimesini söyleme hususunda şaka yapmanın ve ciddi olmanın eşit olduğuna delil getirmişlerdir ki, bu hususta (zaten) ümmet arasında hiçbir ihtilaf yoktur.” [18]

İbn-i Nuceym der ki:

“Kim gerek şaka yere gerekse ciddi olarak küfür kelimesini söylerse tüm âlimlere göre kâfir olur. Bu konuda niyetinin hiçbir geçerliliği yoktur.” [19]

İbn-i Hümam şöyle der:

“Kısacası, bazı fiiller vardır ki, -kâfirlere has olan alametler gibi -bunlar inkâr makamına kaimdir. Küfrün bizzat kendisinden uzak durmak nasıl gerekli ise bu tür fiillerden de uzak durmak gerekir. Allah’u Teâlâ “Biz dalmış eğleniyorduk diyen kimselere, “Özür dilemeyin, siz iman ettikten sonra gerçekten kâfir oldunuz” buyurdu. Onlara: “Siz yalan söylediniz” demedi. Aksine küfrün en belirgin özelliklerinden olan “boş işlere dalmak” ve “eğlenmek” ile boyunlarından İslam bağını çıkardıklarını ve İslam’ın korumasından çıkıp küfre girdiklerini haber verdi. Bu da göstermektedir ki, bu tür fiiller bir şahısta bulunduğu zaman o şahsın küfrüne hükmedilir; kalbindeki tastiğe de bakılmaz.” [20]

Yaptığımız nakillerden de anlaşılacağı üzere Ehl-i sünnet âlimleri küfür sözü söyleyen ya da küfrü gerektiren bir ameli işleyen kimselerin niyetlerinin ne olduğuna bakmaksızın kâfir olacakları hususunda icma’ etmişler ve bu duruma düşen birisinin şakacı, alaycı, çıkarcı, mal makam sevdalısı ve ciddi olması hususunda bir ayırım gözetmemişlerdir.

İkrah olmaksızın küfrü gerektiren bir sözü telaffuz eden ya da küfre düşürücü bir eylemde bulunan birisinin “Ben kalben buna inanmıyorum” diyerek mazeret ileri sürmesi, her ne kadar Mürcie Mezhebi tarafından kabul edilse de, Ehl-i Sünnet âlimlerince reddedilmiştir. Mürcie, kişinin Allah’a, Peygamber’e, Kur’an’a ve dinin mukaddes addettiği şeylere sövmesini, Kur’an-ı Kerim’in pisliğe atılmasını, puta secde edilmesini, zünnar kuşanılmasını, haç takılmasını, kısacası kişiyi küfre düşürecek tüm eylem ve söylemlerin icra edilmesini kalbin temiz olması(!) Şartıyla mazur görmüş ve bu küfrî amelleri işleyen insanların Ebu Bekir gibi mü’min (!) olduklarını iddia etmiştir. Tabii ki bu sadece bir iddiadan ibarettir. Kur’an, Sünnet ve ulemanın kavilleri onların hilafınadır. Mürcie’ye ve onun sapık fikirlerine yazılmış reddiyeler büyük bir kitaplığı dolduracak kadar fazladır.

Yukarıda zikri geçen eylem ve söylemlerin sahipleri yapmış oldukları bu ameller sebebiyle dinden çıkmaktadırlar. Onların, niyet ve kasıtlarının farklı olduğunu iddia etmeleri yersizdir, boştur. Bizler insanların kalplerinden geçenleri, taşıdıkları niyet ve kasıtları bilmekle mükellef değiliz. Bizler sadece zahire göre hükmetmekle memuruz. Kalplerden geçeni bilmek veya kalplerde bulunan niyetleri muaheze etmek Allah Teâlâ’nın görevidir. Herkesin kendi görevini bilmesi gerekir. Birilerinin çıkıp, Allah’ın üstlendiği bir görevi ele almaya kalkışmaları son derece yanlıştır. Sadece Allah’ın bilebileceği bir meseleyi deruhte etmekle altından kalkamayacağımız bir yükün altına girmekteyiz. İslam bizlere zahire göre hükmetmeyi farz kılmıştır. Batına göre hükmetmeyi değil. Bu nedenle birilerinin küfür amelini işlerken “niyetimiz iyidir” demeleri seni aldatmasın. Vallahi onların niyetleri iyi, kalpleri temiz olsaydı, o amelleri işlemezlerdi. Onların bu tür amelleri işlemeleri veya küfre düşürücü sözler telaffuz etmeleri kalplerinin bozukluğundan kaynaklanmaktadır. Peygamberimiz ne de güzel söylemiş:

“Dikkat edin! Bedende bir et parçası vardır ki, o temiz olduğunda tüm beden temiz olur; O fesada uğrayıp bozulduğunda tüm beden bozulur. Dikkat edin o et parçası kalptir.” [21]

Evet, eğer onların kalpleri temiz olsaydı, bu tüm bedenlerine sirayet eder ve onları küfür, şirk ve nifak gibi kötü amellerden muhafaza ederdi. Demek onların kalpleri bozuk ki bu, bedenlerini ifsat etmekte ve kendilerini küfrî eylem ve söylemleri rahatlılıkla icra etmeye sevk etmektedir. Bir insan kötü amellerden uzak duruyorsa kalbi temiz, kötü amellere dalıyorsa kalbi pistir. Aksini iddia etmek Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e iftiradır. Allah tüm Müslümanları diline sahip çıkanlardan ve davranışlarını kötülüklerden uzak tutanlardan eylesin. (Âmin)

 

Faruk Furkan

 



[1] Buharî, İman, 52.

[2] er-Reddü alâ şeritati “el-Küfrü Küfran” sf, 48. Mecmuu’l-Fetâva’dan naklen Bkz. 14/120 vd.

[3] Tefsiru’l Kur’ani’l Azim, c.4, Sf. 286.

[4] A.g.e. Sf. 286.

[5] Tirmizi, Zühd, 10.

[6] Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, 4/286.

[7] el-Camiu Li Ahkami’l-Kur’an, 8/197.

[8] İkfaru’l-Mulhidin, Sf. 59.

[9] Şerhu’l-Fıkhı’l-Ekber, Sf. 241.

[10] Şerhu’ş-Şifa, 2/453

[11] A.g.e. c.2, Sf. 429.

[12] el-İ’lam bi Kavatii’l-İslam, Sf. 40.

[13] Mecmau’l-Enhur Şerhu Multeka’l-Ebhur, Sf. 696.

[14] Tefsiru’t-Taberi, 6/172 vd.

[15] Dinden Çıkaran Ameller, Sf. 155.

[16] Ahkamu’l-Kur’an, 3/207.

[17] Zadu’l-Mesir, 3/465.

[18] Tefsiru Ruhi’l-Meani, 6/190.

[19] el-Bahru’r-Raik, 5/134.

[20] Feydu’l-Barî, 11/50.

[21] Buhari, İman, 52.

Okunma Sayısı:3435