“Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurat, 6)

HAYIRLI MÜMİNE BİR KADIN OLMAK İÇİN

HAYIRLI MÜMİNE BİR KADIN OLMAK İÇİN[1]

بسم الله الرحمن الرحيم

Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…

 

 

--Giriş--

Değerli Bacım;

Ümmet-i Muhammed’in diğer kadınlarına öncülük etmek ister misin? Eğer cevabın “Evet” ise, o zaman aşağıda sıralayacağım maddeleri güzelce oku ve titizlikle yerine getirmeye çalış. Sen bunları yaptığın zaman göreceksin ki, tüm iman etmiş kadınlar sana gıpta edecek ve “Keşke biz de falanca bacımız gibi olabilsek” diye temennide bulunacaklardır. Ama bunları yaparken niyet ve ihlâsını bozma ve insanlar için amel işlemenin, onlar desin diye bir şeyler yapmanın, yaptığın tüm iyilikleri yok edeceğini sakın aklından çıkarma. Şimdi gel, seninle farklı bir mümine kadın olabilmen için neler yapman gerektiğini beraberce öğrenmeye çalışalım. Allah şimdiden seni bu amelleri hakkıyla işlemeye muvaffak kılsın ve bu amelleri yapman noktasında sana yardım etsin. (Allahumme âmîn)

Hayırlı bir mümine kadın olman için:

1- Kendinin, anne-babanın ve tüm müminlerin hidayeti, salâhı ve hayrı için dua etmelisin.

Dua, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in de ifade ettiği gibi ibadetin ta kendisidir. İçerisinde Allah’ın karşısında aciz olduğumuzu itiraf etmek, boynumuzu bükmek, zelil oluşumuzu dile getirmek, yalvarıp-yakarmak gibi kulu Allah’a son derece bağlayan güzel hasletlerin bulunmasından ötürü tüm ibadetlerin özü ve esası sayılmıştır.

Mümine bir hanım, dua etmeye öncelikle kendisinden başlamalı, sonrasında sırası ile kendisine yakın olan Müslümanlara dua etmelidir. Bu, duada bencillik değil; aksine Rasulullah’ın sünnetidir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem dua edeceği zaman hep böyle yapar, yani önce kendisine sonra kardeşlerine dua edermiş.

Sonra Müslüman bir hanım, anne-babasına özellikle dua etmeli; şayet ebeveyni mümin ise onların hidayet üzere bâki kalmaları, şirk üzere ise onların hidayet bulmaları için niyazda bulunmalıdır. Allah, Hz. Nuh’un anne-babasına nasıl dua ettiğini bizlere şu şekilde haber vermektedir: “Rabbim! Beni, anamı, babamı, evime inanmış olarak gireni, inanan erkek ve kadınları bağışla; zalimlerin de yalnız helakını artır.” (Nûh, 28)

2- Faydalı kitaplar okumalı ve diğer insanları oradaki güzel bilgilerden faydalandırmalısın.

Bir Müslüman piyasada dolaşan her kitabı okuyamaz; zira her kitap faydalı değildir. Güvenilir bir hocanın tavsiye ettiği veya akidesi, ahlakı ve İslam’a olan bağlılığı bilinen, kendisinden emin olunan yazarların yazdığı kitaplar okunmalıdır.

Müslüman bir hanım, okuduğu bilgilerle sadece kendisini değil, aynı zamanda arkadaşlarını da faydalandırmalı ve bu malumatları onlara da aktarmalıdır ki, bu sayede oturmaları faydalı geçmiş, Allah gündem edilmiş ve gıybet, boş konuşma, gereksiz zaman öldürme gibi İslam’ın hoş görmediği bir takım kötülüklerin önüne geçilmiş olur.

3- Kadınlar arasında hayrı yaymalısın.

Müslüman bir hanım, hayra anahtar, şerre kilittir. Bu nedenle etrafındaki insanlara emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker yapmaktan geri durmaz. Onları her daim hayra, iyiliğe ve Allah’ın razı olacağı işleri işlemeye sevk eder. Ve en önemlisi kardeşlerine karşı sergilediği bu tutumun, Allah tarafından kendisine yüklenmiş bir sorumluluk olduğunu bilir. “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, birbirlerinin dostları/velîleridirler. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Rasûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe, 71) Bu görevi yerine getirerek Allah’ın sana rahmet etmesini istemez misin?

4- Vaktini güzel değerlendirmelisin.

Mümine hanım, vaktini zayi etmekten, boş işlerle meşgul olmaktan ve en değerli sermayesi olan zamanını har vurup harman savurmaktan alabildiğine uzak duran kadındır. İman ehli bir kadın, asla vaktini zayi edemez; zira vakit onun için değerli mücevherlerden bile daha kıymetlidir; zira değerli mücevherler zamanla satın alınabilirken, zaman, değerli mücevherlerle asla satın alınamaz. Her şeyini versen bile geçen bir zamanı geri döndüremezsin. İşte bu nedenle bir an önce elindeki bu sermayenin kıymetini bilmeli ve asla onu zayi etmemelisin. Seleften birinin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ben, Asr Sûresi’nin manasını, bir buz satıcısından öğrendim. Çünkü o satıcı bağırıyor ve ‘Ana sermayesi eriyip yok olan şu adama merhamet ediniz! Ana sermayesi eriyip yok olan şu adama merhamet ediniz!’ diyordu. Bunun üzerine ben, Asr Suresinde yer alan “Şüphesiz ki insan zarardadır” ifadesinin manası işte budur, dedim.”

Mümine kadın, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Hiçbir kul, kıyamet gününde ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bulunduğu yerden (bir adım öteye) kıpırdayamaz.” (Tirmizî) hadisini çok iyi bildiği için ömrünü yatakta, faydasız gezme ve gün programlarında, televizyon karşısında, Facebook’ta, Youtube’de geçirmez! Bunların zaman katili olduğunu ve kendisini hayırlı ilimleri elde etmekten uzaklaştırdığını bilir. Bu şuurla bunlara yaklaşır. Hem Hasan el-Bennâ’nın da dediği gibi, işi vaktinden çok, görev ve sorumlulukları zamanından daha fazla olan, neredeyse uykuya bile vakti bulunmayan mümine bir kadın, nasıl olurda ümmete mücahid ve âlim evlatlar yetiştireceği yerde bu tür boş şeylerle zamanını katledebilir ki?

5- Görevlerini sıralamalı, yapman gereken şeyleri tehir etmeden ve bu günün işini yarına bırakmadan yapmalısın.

Mümine hanım, işlerini “ehem” olandan “mühim” olana doğru, yani en önemliden, önemi daha az olana doğru sıralar. Böyle yaparak hem en önemli işlerini ihmal etmekten uzak durmuş, hem de vaktini en güzel şekliyle değerlendirmiş olur. Şimdi gel, şu ibretlik olayı dikkatlice oku ve kendine dersler çıkarmaya çalış:

“Bir profesör varmış… Bu profesör sınıfa girip karşısında duran dünyanın en zeki öğrencilerine kısa bir süre baktıktan sonra “Bu gün zaman yönetimi konusunda deneyle karışık bir sınav yapacağız” demiş. Kürsüsüne yürümüş ve kürsünün altından büyük bir kavanoz çıkarmış. Ardından, kürsünün altından bir düzine yumruk büyüklüğünde taş almış ve taşları büyük bir dikkatle kavanozun içerisine yerleştirmeye başlamış. Kavanozun daha başka taş almayacağına emin olduktan sonra öğrencilerine dönmüş ve “Bu kavanoz doldu mu?” diye sormuş. Öğrenciler hep bir ağızdan “Doldu” diye cevaplamışlar. Profesör ‘Öyle mi?’ demiş ve kürsünün altına eğilerek bir kova mucur (küçük taş) çıkarmış. Mucuru kavanozun ağzından yavaş yavaş dökmeye başlamış. Sonra kavanozu hafifçe sallayarak mucurların kavanoza iyice yerleşmesini sağlamış. Sonra tekrar öğrencilerine dönerek bir kez daha “Bu kavanoz doldu mu?” diye sormuş. Bir öğrenci “Dolmadı herhalde” diye cevap vermiş. “Doğru” demiş profesör ve kürsünün altına eğilerek bir kova kum alarak yavaş yavaş kum tanelerini taşlarla mucur parçalarının arasına nüfuz edecek kadar dökmüş. Gene öğrencilerine dönmüş ve “Bu kavanoz doldu mu?” diye sormuş. Tüm sınıftakiler hep bir ağızdan “Hayır” diye bağırmışlar. “Güzel” demiş profesör ve kürsünün altına eğilerek bir sürahi su almış ve kavanoz ağzına doluncaya kadar suyu boşaltmış. Sonra öğrencilerine dönerek “Bu deneyin amacı neydi?” diye sormuş. Uyanık bir öğrenci hemen “Zamanımız ne kadar dolu görünürse görünsün, daha ayırabileceğimiz zamanımız mutlaka vardır” diye atlamış. “Hayır, demiş profesör, ‘Bu deneyin asıl anlatmak istediği eğer büyük taşları baştan yerleştirmezseniz, küçükler girdikten sonra büyükleri hiçbir zaman kavanozun içine koyamazsınız’ gerçeğidir.” Öğrenciler şaşkınlık içerisinde birbirlerine bakarken profesör devam etmiş: “Nedir hayatınızdaki büyük taşlar? Çocuklarınız, eşleriniz, sevdikleriniz, arkadaşlarınız, hayalleriniz, sağlığınız, bir eser meydana getirmek, başkalarına faydalı olmak, onlara bir şeyler öğretmek… Büyük taşlarınız belki bunlardan birisi, belki bir kaçı, belki de hepsi. Bu akşam uykuya yatmadan önce iyice düşünün ve büyük taşlarınız hangileridir iyi karar verin. Bilin ki büyük taşlarınızı kavanoza ilk olarak yerleştirmezseniz hiçbir zaman bir daha koyamazsınız. O zaman da ne kendinize, ne de çalıştığınız kuruma faydalı olursunuz. Bu da iyi bir iş adamı, gerçekte iyi bir adam olamayacağınızı gösterir. Profesör ders bittiği halde konuşmadan oturan öğrencileri sınıfta bırakarak çıktı gitmiş…”

Bu Profesör’ün verdiği örnekte olduğu gibi, mümine bir hanımın hayatındaki temel taşlarını çok iyi belirlemesi gerekmektedir. Bunları belirlediği takdirde hayatı düzene girecek ve vaktini düzenli olarak kullanmayı becerebilecektir. Bizim hayatımızın en büyük amacı, Allah’ın rızasını, hoşnutluğunu ve sevgisini kazanarak Allah’a iyi bir kul olmaktır. Bizi bu amaca ulaştıracak vasıtalar da bizim temel taşlarımızdır.

Mümine kadın, asla yapması gereken işleri tehir etmez ve “Sevfecilikten”, yani bu günün işini yarına bırakma hastalığından alabildiğine sakınır. Bazı hikmet ehli âlimlerin de dediği gibi, “هَلَكَ الْمُسَوِّفُونَ” Sevfeciler, yani bu günün işini yarına bırakanlar helak olurlar. Bu nedenle ânın vacibini yerine getirmeli, bir an sonrasına çıkma garantisi olmadığı için yapması gereken şeyleri hemen yapmalıdır.

6- Meşru tüm işlerde anne-babana itaat etmeli, çocuk iken seni yetiştirmek için ne kadar sıkıntı çektiklerini hatırlayarak, kendi hesabına uymayan işlerde bile onları râzı etmeye çalışmalısın. Unutma ki onlar, sen küçük iken kendi hesaplarına uymayan işlerde bile seni hoşnut etmeye çalışmışlardı!

Mümine hanım, İslam’ın müsaade ettiği tüm işlerde ebeveynine itaat eden kadındır. Anne-babasının isteklerini,  günah olmadığı, Allah’ın rızasına ters düşmediği sürece kendi hoşuna gitmese, mantığına yatmasa da titizlikle yerine getirmeye çalışır. Çünkü bu, İslam’ın kendisinden istemiş olduğu bir husustur. İslam, Allah’a isyan olmadığı ve içerisinde bir günahı barındırmadığı sürece anne-babaya itaat etmeyi kesin surette emretmiş ve bu noktada çok kat‘î nasslarla meselenin önemini vurgulamıştır. İslam’da şirk ve küfürde, haramların işlenmesinde ve farzların terkinde anne-baba da dâhil olmak üzere hiçbir kimseye itaat yoktur. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bu hakikati şu cümleleri ile dile getirir:

لَا طَاعَةَ فِي مَعْصِيَةِ اللَّهِ إِنَّمَا الطَّاعَةُ فِي الْمَعْرُوفِ

“Allah’a isyan hususunda hiç bir (kimseye) itaat yoktur. İtaat ancak iyi şeylerdedir.” (Müslim)

Yani bir mümine kadın, örneğin anne-babası kendisinden İslam’ın şirk dediği bir ameli yapmasını talep etse veya şirk olmayan amellerden mesela peçesini çıkarmasını, yüzünü açmasını, kendisine nâmahrem olan akrabalarıyla halvet tarzı beraber oturup-kalkmasını istese, asla itaat edemez. “Sana hakkımızı helal etmiyoruz, emzirdiğimiz süt burnundan gelsin” demelerine aldırış etmez; zira Allah’ın haklarıyla ebeveynin hakları karşı karşıya geldiği zaman Müslüman, kesinlikle Allah’ın haklarını, anne-babasının haklarına takdim etmeli ve Rabbinin buyruklarını her şeyin önünde tutmalıdır. Ama Allah’ın hakları ile herhangi bir çelişki söz konusu olmadığı zaman, anne-babasına itaatte kusur etmemeli, kendi istekleri ile çelişse bile onların isteklerini nefsinin arzularına tercih etmelidir.

Mümine kadın, Rabbimizin şu ayetini hep aklında tutarak, küçük iken anne-babasının sırf kendisini memnun ve mutlu etme adına yaptığı iyilikleri, çektikleri sıkıntıları hatırlar ve buna mukabil onlara iyilik ederek dua eder. “Onlara (anne-babana) merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: Rabbim! Onlar beni küçükken nasıl (acıyıp) yetiştirdilerse sen de bunlara (öyle) acı!” (İsra, 24)

7- Odanı, dolabını, kitaplarını, kıyafetlerini düzenli tutmalı ve her şeyi münasip olan yerine koymalısın.

Mümine hanım, kadının asaletine yakıştığı şekilde temiz, tertipli ve düzenli olan kadındır. Bu noktada erkeklerden daha hassas ve daha duyarlıdır; zira düzensizlik onun narin yapısı için bir zül ve bir kusurdur. Bu nedenle evinin düzenine, odalarının temizliğine, çamaşırlarının nezafet ve tertibine, bulaşıklarının özenle ve düzenle yıkanmasına, çocuklarının ve eşinin kıyafetlerinin temiz oluşuna, ütülenmesine; tuvaletinin daima pak ve pırıl pırıl olmasına, mutfağının tertip ve düzenine ve bunun gibi mümin bir evin olmazsa olmazı sayılan “temizliğine” azami derecede önem gösterir ve tüm bunları yaparken çektiği yorgunluğun ve karşılaştığı zorluğun kendisine ecir getiren bir ibadet olduğunu, imanı gereği bunları yaptığını düşünür. Evet, gerçektende tüm bu işleri yapmak imandan kaynaklanan bir görevdir ve asla birilerinin başına kalkmaya alet edilecek bir şey değildir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Temizlik imanın yarısıdır.” (Müslim)

8- Namazlarını vaktinde kılmalısın.

Mümine hanım, tıpkı önderi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem gibi, namazlarını ilk vakti içerisinde kılmaya gayret eden kadındır. O, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı arzuladığı ve Allah’ı çokça zikreden birisi olduğu için Peygamberinin her konuda kendisine örneklik teşkil ettiğini bilir ve hayatını böylece düzenler: “Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21)

Namazları vaktinde kılmak Allah’ın en çok sevdiği amellerin başında gelir. İbn-i Mesud radıyallahu anh anlatır: “Bir gün Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e: ‘Ey Allah’ın Rasulü! Amellerin Allah’a en sevimlisi hangisidir?’ dedim. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: ‘Vaktinde kılınan namaz’ buyurdu. ‘Sonra hangisidir?’ diye sordum.  ‘Ana babaya iyilik etmek’ diye cevap verdi. ‘Ondan sonra hangisidir?’ dedim. ‘Allah yolunda cihad etmektir’ buyurdu.” (Müslim) İşte bundan dolayı iman ehli bir kadının, namazlarını ilk vaktinde kılmaya özen göstermesi kaçınılmazdır.

Namazın kendi içerisinde “üç” vakti vardır: Birincisi, en faziletli olan vakti. İkincisi, kifâyet vakti. Üçüncüsü ise, kerâhet vaktidir. Müslüman hanım, zaruret olmadığı sürece en faziletli olan vakti tercih etmeli ve başında da kılsa, sonunda da kılsa aynı zamanı harcayacağını bildiği için en değerli olanı elde etme gayreti içerisinde olmalıdır. Şunu unutmamak gerekir ki bir insan, namazını eğer son vakte bırakırsa hem alelacele kılmak zorunda kalır, hem zikrini hızlı yapar, hem de tesbihâtına hakkıyla riayet edemez. Bu ise –Allah korusun– onun namazını münafıkların namazına benzetir. Namazlarını genel itibariyle hep son vakte bırakanlar ancak münafıklardır. Alâ b. Abdurrahman şöyle anlatır: Öğle namazını kıldıktan sonra Enes b. Mâlik’in yanına girdik. Enes radıyallahu anh kalktı ve ikindi namazını kıldı. Namazını bitirince namazı erken kıldığını söyledik. Bunun üzerine Enes radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu söyledi: “Bu namaz (yani güneş sararıncaya kadar geciktirilen ikindi namazı) münafıkların namazıdır; bu münafıkların namazıdır, bu mü­nafıkların namazıdır. Onlardan biri güneş sararıp şeytanın boynuzla­rı arasına girinceye kadar oturur. (Sonra) kalkar ve (kuşun yem gagaladığı gibi) dört rekât namaz kılar. O na­mazda da Allah’ı çok az zikreder.” (Ebu Davut, Tirmizi) “Onlar namaza kalktıkları zaman üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı da pek az anarlar.” (Nisa, 142)

9- Önceden gördüğün ve ileride göreceğin derslerini müzakere etmeli, ders müzakerelerini günlük yapmalısın.

Mümine kadın, hayatı boyunca bir talebedir. Bildiğinin âlimi, bilmediğinin tâlibi olarak yaşar. Onun cahil olması asla söz konusu olamaz; zira kendisinin müntesip olduğu kutlu din İslam, geldiği ilk andan itibaren cehalete harp açmış, bilerek cahil kalanları tıpkı bilen insanlar gibi sorumlu tutmuştur.

Mümine hanım, mutlaka bir derse devam eden, kardeşleri ile ders ortamlarında bulunan ve aldığı dersleri en güzel şekliyle îfa eden kadındır. Bu onun temel vazifelerindendir. Ders almayan, kitap okumayan ve davasının delillerini güzelce öğrenmeyen bir kadından, inancını insanlara anlatması, onları ikna etmesi ve meseleler hakkında müdellel bir şekilde konuşması nasıl beklenebilir ki? İşte bu nedenle bacılarımızın öncelikle akidemizin delillerini güzelce öğrenmesi ve ezbere bilmesi gerekmektedir. Bu da ancak bir ders terbiyesinden ve eskilerin tabiriyle rahle-i tedrisât’tan geçmekle olur.

Mümine hanımın mutlaka aldığı dersini müzakere etmesi ve sonra göreceği derse hazırlık yapması gerekir ki, bu onun derslerdeki başarısını artıracak ve kendisini sürekli zinde tutacaktır. İmam Nevevî aldığı dersi güzelce ezberledikten sonra bir önceki günün dersini tam “beş” kere tekrar eder, ertesi gün hocasından yeni ders alınca bir önceki günün dersini “beş”, ondan önceki günün dersini ise “dört” kere tekrarlarmış. Bir sonraki gün derse gidip yeni ders alınca, dünün dersini “beş”, ondan önceki günün dersini “dört”, daha önceki günün dersini de “üç” kere tekrar edermiş. Ve bu şekilde geriye dönük bir tekrar yaparmış.

Müzakere yapabilmek için bazen iyi bir arkadaş gerekir. Onunla beraber hocalarımızın anlattığı şeyleri doğru anlayıp-anlamadığımızın sağlamasını yapabiliriz. Zaten bir müslümanın arkadaşları, ancak kendisi gibi dinini öğrenen insanlardan başkası olamaz. İmam Âcurrî’nin, arkadaşlarımızın nasıl olması gerektiğine dair söylediği şu söz ne kadarda güzeldir! O, “Âlimlerin Ahlakı” adlı eserinde (sf, 41) şöyle der:

“İlim ehli bir şahsiyet, dostlarını üç guruba ayırır. (Onun arkadaşları): 1- Ya kendisinden daha bilgili olan ve ondan hayır öğreneceği bir kimsedir. 2- Ya kendisi ile denk olan; ama kendisi ile müzakere edebileceği bir kimsedir. 3- Ya da kendisinden daha düşük seviye de olan ve kendisine ilim öğreteceği bir kimsedir.”

İmam Âcurrî’nin bu nasihati, aslında sadece âlimlere yöneltilmiş bir nasihat değildir. Aksine bu nasihat, her Müslüman için geçerli olan bir nasihattir. Her müslümanın arkadaşı, aslında bu üç sınıfın haricinde olmamalıdır. Ya kendisinden bir şeyler öğrenebileceği bir arkadaşı, ya kendisine bir şeyler öğretebileceği bir arkadaşı, ya da bazı şeyleri oturup müzakere edeceği, dertleşebileceği bir arkadaşı olmalıdır. Eğer bu üç gurubun haricinde bir arkadaşı olursa, bu arkadaşın ona zararından başka bir şeyi dokunmaz.

10- Faydalı İslamî dergileri takip etmelisin.

Yaşadığımız şu ortamda mümine bir bayanın gerek akide ile alakalı, gerek ahlaka yönelik, gerekse ailevî açıdan istifade edebileceği çok güzel dergiler bulunmaktadır. Bu, bizler için büyük bir nimettir. Bir bayan her dergiyi baştan sona okuyamayabilir; ama düzenli dergi takibi yaptığında çok özel yazılar ve hayatına yön verecek makaleler bulabilir. Özellikle aile ve çocuk eğitimi noktasında dergilere özel hazırlanmış çok kaliteli makaleler ve özgün yazılar bulmak mümkündür. Bir yazarın kitap çıkarması kimi zaman çok zahmetli ve zor bir iş olabilmektedir; ama bir dergiye yazı yazmak ehil olan birisi için çok kolay ve zahmetsizdir. Bu nedenle piyasada ehil olduğu halde kitap yazamayan bazı yazarların, kimi dergilerde yazılarını bulmak mümkündür. Bu da onlardan istifade etme açısından oldukça önemlidir. Allah’a hamdolsun ki bu tür dergiler çok ucuz fiyatlarla piyasaya sürülmektedir. Ayda birkaç dergi takibi yapan bir bayan, sigara içen bir adamın bir paket sigaraya harcadığı para ile bu dergilere sahip olabilir.

11- Allah’ın kitabından bir şeyler ezberlemeye özen göstermeli ve anlamları üzerinde durarak, düşünerek ve tedebbür ederek onu okumalısın.

Mümine bir bayanın şu dünyada ihmal etmeden yapabileceği en iyi işlerden birisi, hiç şüphesiz ki Allah’ın kitabını anlayarak ve onunla güzel bir iletişim içerisine girerek okumaktır. Bu aslında tüm iman edenlerin birincil görevlerindendir; zira Allah’ın kitabı iyi bilinmeden insanların, olayları ve meseleleri “doğru” bir şekilde analiz etmeleri pekte mümkün değildir.

İman ehli bir bayanın, Allah’ın kitabı karşısında üç türlü bir programı olması gerekmektedir:

1- Okuma programı.

2- Ezber programı.

3- Tedebbür/düşünme ve anlamaya çalışma programı.

Mümine bir hanım her şeyden önce kendisi için bir “okuma” programı çizmeli ve bunu uygulamak için elinden gelen her türlü çabayı sarf etmelidir. Amellerin az bile olsa, devamlı olanı Allah’a sevimli geldiği için, okuma programını çok dengeli götürmeli ve günlük 5, 10, 15 sayfa okumalı, bunu asla ihmal etmemeye çalışmalıdır.

Sonra mutlaka Allah’ın kitabından yeni ayet ve sûreler ezberlemeli ve bu sayede dinini insanlara delilli bir şekilde ulaştırmasının yanı sıra, namazlarını da zevk alarak kılma saadetine ulaşmalıdır. Bu gün Müslümanların namazlarından zevk alamamalarının ve huşu ile bu güzel ibadeti edâ edememelerinin sebebi nedir sizce? Bence en önemli sebeplerinden birisi, ezberlerinin az oluşu ve bildikleri sûrelerin anlamlarından habersiz olmalarıdır. Hep “Elem tera” veya “Li îlafi” ile namaz kılan bir insanın belirli bir zaman sonra elbette namazı rutinleşecek ve öğretilmiş robot gibi aynı şeyleri tekrar ederek namazını kılacaktır. Eğer namazlarımızdan zevk almak ve adeta Rabbimizle konuşuyormuşçasına namaz kılmak istiyorsak, kesinlikle ezberimizi artırmalı ve ezberlediğimiz ayetlerin anlamlarını hıfız etmeliyiz. Ayrıca bir de bunun, bizim cennette makamımızın artmasına da vesile olacağını aklımızdan çıkarmamalıyız. Bilindiği üzere cennette makamlar belirlenirken kimin daha fazla ayet bildiğine bakılacak ve örneğin 1001 ayet ezberi olan bir kimse, 1000 ayet ezbere bilen kimseden daha üst bir seviyeye, daha güzel bir mekâna yerleştirilecektir. Bu bile Kur’an’dan sürekli ayet ezberlemeye yeterli bir sebeptir.

Üçüncü aşamada kendisine mutlaka bir “tedebbür” programı yapmalıdır. Tedebbür demek; manalarını inceden inceye düşünerek, üzerinde kafa yorarak ve sanki Rabbi kendisine hitap ediyormuşçasına Kur’ân’ı akletmek, düşünmek ve tefekkür etmek, demektir. İman ehli bir bacı, okuduğu ve ezberlediği Kur’ân ayetlerini düşünmeli ve bunun için zaman ayırmalıdır. Veya Kur’ân’dan belirli bir pasajı okuyup onun üzerinde gerekli düşünmeyi yapmalıdır ki, bunun için belirli bir zaman kaydı yoktur. Bu düşünme, belirli kısa bir süre olabileceği gibi duruma göre günlerce de devam edebilir. Burada önemli olan ayetlerin hakkını vererek tedebbür etmek, ayetleri inceden inceye düşünmektir. İbn-i Abbas radıyallahu anhuma’nın şu sözü bu noktada çok anlamlıdır: “Bakara ve Al-i İmrân sûrelerini mânâlarını düşünerek tertil ile okumak, bence bütün Kur’ân’ı bir çırpıda okumaktan daha iyidir.”

Rabbimiz, kitabını düşünmeyen ve onun tertemiz ayetleri üzerinde kafa yormayanları eleştirmiş ve istifham/soru yoluyla Kur’ân üzerinde düşünmeyenlerin, aslında kalpleri kilitli olan insanlar olduğuna işaret etmiştir. “Onlar, Kur’ân (ayetlerini) hiç düşünmezler mi, yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var?” (Muhammed, 24) İşte iman ehli bir bayan, Rabbisinin kitabını hayatı boyunca bu üçlü döngü içerisinde takip etmeli ve pratiğine yansıyan Kur’ân ayetleri ile etrafına nur saçmalıdır.

12- Sâliha kadınlarla arkadaşlık etmeli, inancı, ahlakı ve edebi problemli olan kadınlardan uzak durmalısın; zira kişi arkadaşının dini, yani hayat tarzı üzeredir. Eskiler boşuna dememiş: “Bana dostunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” diye…

Mümine bir bayanın dikkat edeceği en önemli şeylerden birisi de, oturup-kalktığı arkadaşlarını iyi ve sâlih kimselerden seçmesidir. İnancı, ahlakı ve edebi iyi olmayan insanlardan arkadaş çevresi oluşturacak olursa, bu zamanla kendisini de etkileyecek, onların ahlakıyla ahlaklanmasına neden olacaktır.

المرء على دين خليله فلينظر أحدكم من يخالل

“Kişi arkadaşının dini (hayat tarzı) üzeredir. Bu nedenle sizden birisi kiminle arkadaşlık ettiğine iyi baksın.” (Ebu Davut, Tirmizî)

Eğer arkadaşlarımız sahih İslam akidesi üzerinde iseler, bu bizi de etkileyecek ve bizlerin de doğru bir inanca sahip olmasını sağlayacaktır. Yok, eğer akideleri bozuk, inançları sapkın ise aynı şekilde bu bizde tesir bırakacak ve –Allah korusun– bizlerin de ayağının kaymasına sebep olacaktır. İşte bu nedenle arkadaşlarımızı seçerken hangi inanç üzere olduklarını iyi tespit etmemiz gerekmektedir. İnsan kimin düşüp kalkarsa onunla aynı inancı paylaşır. Çünkü arkadaş mıknatıs gibidir; iyi ise iyiliğe, kötü ise kötülüğe çeker. Arkadaştan etkilenmemek mümkün değildir.

Şunu unutma ki, kiminle takılırsan aynı onun gibi olursun. Örneğin ağzı küfürlü olan insanlarla birkaç gün beraber olsan, senin de ağzın aynı şekilde küfürlü hale gelir. İstemesen ve farkında olmasan bile senin de ağzın onlarla aynı olur. Buna mukabil eğer ilmi seven ve ön plana çıkaran insanlarla takılırsan, sen de kaçınılmaz olarak ilmi seven ve ilmi isteyen biri olursun. Cihad ehli insanlarla oturursan, sen de cihad tutkunu, cihad aşığı olursun. Namaz ehli insanlarla vakit geçirirsen sen de namaz ehli olursun. Bu şekilde örnekleri çoğaltmak mümkün...

İşte bundan dolayı arkadaşını iyi seçmeli ve kiminle oturup kalktığına dikkat etmelisin.

لا تصاحب إلا مؤمنا ولا يأكل طعامك إلا تقي

 “Ancak mümin birisiyle arkadaşlık et; yemeğini de ancak müttaki insan(lar) yesin.” (Ebu Davut, Tirmizî)

13- Sabah-akşam zikirlerini asla ihmal etmemelisin.

Mümine bir bayanın ihmal etmeden yapması gereken bir diğer husus da sabah-akşam zikirleridir. Sabah-akşam zikirleri, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in hiç ihmal etmeden yaptığı dualardır. İnsan, bu dualar sayesinde kendisini cin ve şeytanlardan gelebilecek her türlü maddî-manevî musibetlerden koruma altına alacağı gibi, dünyevi sıkıntı ve belalara karşı da elinde sağlam bir kalkan bulundurmuş olur.

Günlük zikir ve dualara dair piyasada en yaygın olan kitap, Said el-Kahtanî’ye ait “Hısnu’l-Müslim” adlı eserdir ki, içerisinde sabah-akşam zikirleri de mevcuttur. Her bacı, cebinde veya çantasında bu küçük kitaptan bulundurarak özellikle sabah-akşam zikirlerini düzenli bir şekilde okumalıdır. Bu duaları zamanla ezberlemeyi de ihmal etmemelidir.

Sabah zikirlerini, sabah namazını kıldıktan sonra oturup, güneş doğana kadar ki süre zarfında yapmak; akşam zikirlerini ise ikindi namazından sonra güneş batana kadar ki zaman içerisinde okumak gerekir. Bir müminenin, şartlar ne olursa olsun bu zikirleri mutlaka yapması ve asla ihmal etmemesi gerekmektedir.

Burada bir noktaya daha temas etmek istiyorum ki, bu da bence çok önemlidir: Bu zikirler okunurken mutlaka diz üstüne düzgünce oturulmalı ve bir edep içerisinde onlar okunmalıdır. Böyle bir tavır içerisinde bu duaların okunması, bizlerin daha üst düzey bir maneviyât havasına kapılmasına sebep olacaktır. Tamam, her ne kadar ayakta iken, yolda yürürken veya uzanırken bu duaların okunması caiz ise de, en evlâ olanı, bunları Allah’ın huzurunda bir edep içerisinde okumaktır. Bu da tıpkı bir ilim talebesi gibi oturarak okumakla olur.

Burada şu hususun da altını çizmek gerekir: İnsanın dış hâlinin düzgünlüğünün, kalbinin huşu bulmasında büyük bir etkisi vardır. Dış görünümünde bir edep içerisinde olanların kalben huşu ve huzuru yakalamaları, diğer insanların bu huzuru yakalamalarından daha kolaydır. Unutmamak gerekir ki Ehl-i Sünnet nazarında, insanın iç âlemi ile dış âlemi arasında bir etkileşim söz konusudur.

14- Tesettürüne, yüzünü örtmeye ve kıyafetinin çekici olmamasına özen göstermeli; nâmahrem olan erkeklerle telefonda bile olsa, narin ve çekici bir sesle konuşmamalısın.

Mümine hanımın, özellikle de dışarı çıkacağı zaman dikkat etmesi gereken en önemli şey, tesettürüdür. Öncelikle şunun altını çizmemiz gerekir ki, kadında asıl olan evinde karar kılması ve zaruret olmadığı sürece çarşı-pazara çıkmamasıdır. Rabbimiz Peygamber Efendimiz’in hanımlarına hitaben bu gerçeği şöyle dile getirmiştir: (Ey Peygamber hanımları!) Evlerinizde karar kılın ve önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın…” (Ahzab, 33) Kadın evinde karar kıldığı ve dışarı çıkmadığı sürece erkekler için selamet; dışarı çıktığı andan itibaren ise onlar için fitnedir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:  “Benden sonra erkekler için kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım.” (Buhârî, Müslim) Başka bir hadisinde de şöyle der: “Dünyadan ve kadınlardan sakının; zira İsrailoğullarının ilk fitnesi kadında olmuştu.” (Müslim) Bu nedenle kadının tesettür meselesinden önce evinde oturmayı ve İslamî faaliyetlerini ev eksenli yapmayı kabullenmesi gerekir. Ondan sonra tesettüre riayet etme konusu gelir.

Tesettür denilince bununla kastımız; kadının bütün bedenini diğer erkeklere karşı örtmesidir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu konuda şöyle buyurur: “Kadın bütünüyle avrettir.” (Tirmizî) Ancak kadın tüm bedenini örttüğü zaman yürüme ve etrafı görme noktasında bir zorluk çekecektir. İslam’da zaruretler, yasakları mubah kılacağı ve zaruretler ancak yeterli olan en asgarî miktarla takdir edileceği için zaruretin giderildiği en düşük miktarda gözlerini açmasına müsaade edilmiştir. Dolayısıyla kadın köy ve kasaba gibi trafiğin ve insanların çok olmadığı yerlerde eğer tek gözünü açarak bu ihtiyacını giderebiliyorsa tek gözünü açarak; büyük şehirler gibi trafiğin ve insanların çok olduğu yerlerde iki gözünü açarak bu ihtiyacını giderebiliyorsa iki gözünü açarak bu ruhsattan yararlanabilir.

Kadının bütünüyle avret olduğunu kabul ettiğimiz zaman, otomatik olarak yüzünün de avret olduğunu söylemiş oluruz ki, bu durumda peçe kullanması veya uygun bir şekilde yüzünü kapatması da farz olur. Hanefî mezhebinde kadının yüzünü örtmesi farz değildir, denilir. Bu doğrudur; ama kadına bakan fâsık insanların yoğun oluğu yerlerde Hanefîlerde de yüz örtmek farzdır. Hanefî mezhebinin görüşünü delil getirterek yüzlerini açan sözüm ona tesettürlü hanımlar, acaba Türkiye ortamında çarşı-pazarlarda dolaşan erkeklerin, kadına bakmaktan hayâ duyan muttakî insanlar olduğunu mu iddia ediyorlar; yoksa mezheb içerisinde bizim bilmediğimiz bir şeyi mi getiriyorlar? Bence ikisi de değil; onlar sadece hevâlarına tabi oluyorlar. Bir kadın böylesi bir ortamda yüzünü açmada ısrar ediyorsa, kanaatimce ya İslam’ın kendisine verdiği değeri bilmemektedir; ya da çarşı-pazarlarda dolaşan erkeklerin ne düzeyde bir şehvete sahip olduklarından habersizdir. Aksi halde bir kadının, güzelliğin odağı olan yüzünü bu insanlara göstermesinin ne aklen, ne de fıtraten izah edilebilecek bir yönü vardır.

Tesettürün “tesettür” olabilmesi için, mümine hanımın elbisenin şu hususları da beraberinde bulundurması gerekir:

  1. Altını gösterecek kadar şeffaf olmamalı,
  2. Dar olmamalıdır,
  3. Dikkat çekici olmamalı ve
  4. Erkeklerin ve kâfirlerin elbisesine benzememelidir.

Bir kıyafet her ne zaman bu şartlardan yoksun olursa ortada tesettürden söz etmek asla söz konusu olamaz.

Mümine bir hanımın, bir de kendisi ile evlenmesi caiz olan erkeklerle –ki buna amca, dayı, teyze ve halaoğulları, enişte ve çelebiler de dâhildir– aynı sofrada yemek yemesi, halvet sayılacak tarzda bir arada kalması ve fitneye sebebiyet verecek şekilde beraber aynı ortamları paylaşması caiz değildir. Bir bacımızın şunu aklından hiç, ama hiç çıkarmaması gerekir ki, dışarıdaki sıradan bir erkek kendisi için ne ise; amca, dayı, teyze ve halaoğulları veya enişte ve çelebileri de odur. Bunların akraba olmasının hükmü değiştirmede en ufak bir tesiri yoktur; hatta akraba, fitnenin büyüklüğü bakımından daha tehlikelidir.

15- Dış görünümünün düzenli ve temiz olmasına özen göstermeli, beden temizliğine ve belirli bir düzen içerisinde yıkanmaya gayret etmelisin.

Mümine bir hanım, Peygamberine ittbaen elbisesinin temiz olmasına son derece önem göstermeli ve bilmeli ki, bir Müslüman imkânsızlıklarından dolayı yamalı, eski ve ucuz kıyafetler giyebilir; ama asla İslamî kimliğini zedeleyecek nitelikte pis ve pejmürde kıyafet giyemez! Bizim elbiselerimiz ucuz olsa da, asla pis olamaz!

Dikkat edilmesi gereken diğer bir nokta da beden temizliğidir. Hele hele evli olanların buna dikkat etmesi daha elzemdir. Bir bayanın, özellikle de insanların arasına karışacağı veya eşi eve geleceği zaman beden temizliğine son derece dikkat etmesi gerekir. Bu bağlamda koltuk altlarının kokup–kokmadığını, çoraplarının temiz olup–olmadığını, ağzının nezafetini kontrol etmesi kaçınılmazdır. Buna dikkat etmediğinde hem arkadaşlarının, hem de eşinin zamanla kendisinden soğuyacağını unutmamalıdır.

Dışarı çıkacağı zaman bir bayanın koku kullanması, erkeklerin şehvet ateşini körükleyeceği için caiz değildir; lakin eşine güzel kokması için koku sürünmesinin, sevap olmasının yanı sıra aradaki muhabbetin artmasına da vesile olacağını aklından çıkarmaması gerekmektedir.

Özellikle yaz günlerinde bir-iki gün arayla mutlaka yıkanmak gerekir. Bunun dışında birde ara ara tuvalete veya banyoya giderek, yanımıza alacağımız bir sabunla apış aralarını ve koltuk altlarını yıkamamız güzel olur. Şunu unutmamak gerekir ki, insanların nefret ettiği kokulardan melekler de nefret eder ve temizliğe ancak mümin olanlar özen gösterir.

16- Dünya Müslümanlarının karşılaşmış oldukları problemlerden gâfil kalmamalı ve onlar için mâlî yardımda bulunmaya çalışmalısın.

İman ehli bir hanım, özellikle de İslam coğrafyasında cereyan eden olaylardan habersiz kalmamalı, dinini öğrenmesinin yanı sıra dünya üzerinde Müslümanların yaşamakta olduğu durum ve vaziyetleri de araştırmalıdır. Kardeşlerinin yüz yüze kaldığı zulümlere, haksızlıklara, işkence ve zorbalıklara duyarsız olmamalı ve böyle yaptığı zaman onların bu gün yaşadıklarının bir gün gelip kendi başına da musallat olacağını aklından çıkarmamalıdır. Bu gün onlara ise, yarın sana…

Bu noktada onlara yapabileceği her türlü yardımı yapmaya çalışmalı, para ise para, dua ise dua ile onların yanında olduğunu göstermelidir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Sizden her kim kardeşine faydalı olmaya güç yetiriyorsa, bunu yapsın.” (Müslim)

17- İnternet, televizyon ve benzeri iletişim vasıtalarına karşı dikkatli olmalı ve bu noktada Allah’a isyan etmekten sakınmalısın.

Mümine bir hanım için internet ve televizyon gibi aletleri evde bulundurmak kadar afet bir durum yoktur. “Hocam siz de amma abarttınız!” diyebilirsiniz, ama bu vasıtaların zararlarını hakkı ile düşündüğünüz de bana hak vereceğinizden eminim. Burada internetin veya televizyonun zararlarından uzun uzadıya bahsedecek değilim; ama şu kadarını söyleyeyim ki, bir insan haber programı bile izlese kendisini harama bakmaktan neredeyse koruyamıyor. İnternet sayfalarında dolaşırken Kur’an sitelerine bile girdiğinizde karşınıza son derece müstehcen görüntüler gelebiliyor. Hangi siteyi açarsanız açın, Google’nin veya benzeri firmaların kendi iğrenç görüntülü reklamları gözünüze ilişiyor. Bu bile bizim internet ve televizyonu evimizde bulundurmamamız için yeterli bir nedendir. Bunun detayını öğrenmek isteyenlere “İnternet Nimet midir, Yoksa Nikmet mi?” adlı yazımızı okumalarını tavsiye ederiz.

İnternet ve televizyon gibi vasıtalar zaman katilidir. Zararları faydalarından çoktur ve her şeyden önemlisi Allah’ı anmaktan alıkoymaktadır. Bir şey insanı Allah’ı zikretmekten, dinini öğrenmekten, namazdan ve benzeri ibadetlerden alıkoyuyorsa, ondan gelecek fayda aslında fayda değil; mahza zarardır. Oysa insanı hiçbir şey Rabbini zikretmekten alıkoymamalıdır. Şunu aklımızdan hiç çıkarmamalıyız ki, Allah’ı anmaktan alıkoyan her şey ki bunun çoluk-çocuk, mal-mülk, alış-veriş veya internet, televizyon olmasının hiçbir farkı yoktur kıyamet gününde insanı zarara uğratacak ve onun için bir hüsran vesilesi olacaktır. Rabbimiz şöyle buyurur:

“Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sakın ha sizi, Allah’ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar hüsrana/ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (Munafikûn, 9)

Bu nedenle bacılarımızın evlerinden bu tür fitne aletlerini uzaklaştırması ve bu sayede hem kendilerini, hem de kendilerine emanet edilen pak çocuklarını korumaları gerekmektedir. Ne mutlu kendini ve ehlini ateşten koruyabilenlere!

 “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…” (Tahrim, 6)

Son olarak;

Değerli bacım; buraya kadar anlattığımız şeylerle sana nasihatte bulunmak ve seni bir nebze de olsa hayra yönlendirmek istedik. Sen burada yazılan şeylerle titizlikle amel etmeye çalıştığın zaman göreceksin ki sıradan insanlardan farklılaşacak ve Allah’ın istediği bir “Mümin Hanım” portresini, etrafındaki diğer kadınlara göstermiş olacaksın. Umarız, sözlerinden daha çok amellerinle onlara örnek olur ve İslam’ın yaşanılabilirliğini onlara gösterirsin. Unutma ki İslam’da, bir hayra öncülük edene onunla amel edenlerin ecri vardır. Allah beni ve seni bağışlasın…

 

Faruk Furkan

 

 



[1] Bu yazıda yer alan başlıklar, ismini tespit edemediğimiz Arap bir yazara aittir. Yazıda yer alan maddelerin tercüme ve şerhi ise tarafımıza aittir.

Okunma Sayısı:59500