“Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurat, 6)
بسم الله الرحمن الرحيم
Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…
Abdu’l-A‘lâ et-Teymî der ki:
“Bir kimseye kendisini ağlatmayan bir ilim verilmişse, o kimse, faydası olmayan bir ilim verilmiş demektir. Çünkü Allah Teâlâ, âlimleri şöyle vasfetmiştir: De ki: Ona ister inanın, ister inanmayın. Şüphesiz, daha önce kendilerine ilim verilenler, Kur’an kendilerine okunduğunda derhal yüzüstü secdeye kapanırlar. (17/İsra, 107)”[1]
Kur’an’ın bize bildirdiğine göre mü’minler, Allah anıldığı zaman kalpleri titreyen, kendilerine Rablerinin âyetleri okunduğunda imanları artan kimselerdir.[2]
Kur’an, biz insanlara değil de; dağa indirilmiş olsaydı, onu Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görecektik. [3]
Aklı ve hissi olmadığı halde eğer dağlar bile bu mübarek kitabın ağırlığından dolayı boyun eğip paramparça olacaksa bizim gibi aklı, hissi ve duyguları olan kulların nasıl olması, bu kitap karşısında nasıl davranması gerekir? Allah, bizlere dağlara ve diğer canlılara vermediği duygular bahşetmiştir. Bu nedenle bizim, Kur’an’ı huşû içinde, duygulanarak, hüzünlü ve ürpertili bir şekilde gözyaşları içerisinde okumamız gerekir. Zaten Kur’an iyi anlaşılıp hissedilerek okunduğunda huşû duymamak, ürpermemek mümkün değildir.
“Rasûl’e indirileni (Kur’an’ı) duydukları zaman, kavradıkları gerçekten dolayı gözlerinden yaşlar boşandığını görürsün.” (5/Mâide, 83)
“Rablerinden korkanların bu Kitaptan tüyleri ürperir. Sonra hem derileri ve hem de kalpleri Allah’ın zikrine yumuşar ve yatışır.” (39/Zümer, 23)
“...Ağlayarak yüzüstü kapanırlar. Kur’an onların huşuunu artırır.” (17/İsrâ, 109)[4]
Rasûlullah (s.a.s.), Kur’an okurken çok duygulanır ve çok ağlardı. O, zaman zaman İbn Mes’ûd’a Kur’an okutur ve dinlerken gözyaşlarını tutamazdı. Abdullah İbn-i Mes’ûd (radıyallâhu anh) anlatır: Nebî (sallallâhu aleyhi ve sellem):
– “Bana Kur’ân oku” buyurdu.
–Yâ Rasûlallah! Kur’ân sana indirilmişken ben sana nasıl Kur’ân okurum? dedim.
– “Ben Kur’ân’ı başkasından dinlemeyi gerçekten çok severim” buyurdular. Bunun üzerine ben kendilerine Nisâ sûresini okudum. “Her ümmetten gerçek bir şahit, seni de bunlara hakkıyla şahit getirdiğimiz zaman halleri nice olur” (4/Nisa, 41) âyetine gelince:
– “Şimdilik yeter” buyurdular. Kendisine dönüp baktım, iki gözünden yaşlar boşanıyordu.[5]
Abdullah b. Sıhhir şöyle anlatır: “Bir gün Rasûlullah’ın yanına gelmiştim; namaz kılıyordu ve ağlamaktan, göğsü kaynayan kazan gibi fokurduyordu.”[6]
Abdullah İbn Ömer der ki: Biz birkaç arkadaş Aişe (radıyallâhu anhâ)’nın yanına gittik. Ona, ‘Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’den görmüş olduğun en hayret verici şeyi bize haber ver’ dedik. Âişe ağladı ve: “Onun her işi hayret vericiydi. Benim sıram olduğu bir gece bana geldi. Cildi cildime temas etti sonra:
− ‘Beni bırak da, Rabbime ibadet edeyim’ buyurdu. Ben de:
− ‘Allah’a yemin ederim ki; ben, Senin bana yakın olmanı çok severim. Lakin Rabbine ibadet etmende benim için sevimlidir’ dedim. Sonra kalktı, su kırbasını alarak abdest aldı. Suyu fazla harcamadı. Ardından namaza durdu ve o kadar ağladı ki sakalı ıslandı. Sonra secdeye vardı ve yer ıslanıncaya kadar ağladı. Sonra yan üzeri uzanıp yine ağladı. Bu Bilâl’in kendisine gelerek sabah namazını haber vermesine kadar devam etti. Bilâl:
− ‘Ey Allah’ın Rasûlü, seni ağlatan nedir? Hâlbuki Allah Teâlâ senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamıştır’ dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem):
− ‘Yazık sana ey Bilâl, ben nasıl ağlamayayım; bu gece bana; “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahipleri için elbette ibret veren işaretler vardır.” âyet-i kerîme’si nazil oldu. Ker kim bu âyeti okuyup da üzerinde düşünmezse ona yazıklar olsun’ buyurdu”[7]
Kur’an’ı indiği şekle ve ortama uygun olarak okumak gerekir. İndiği ortam da genellikle hüzün ortamı idi. “Kur’an’ı hüzünle okuyun. Çünkü o, hüzünle nâzil olmuştur.”[8]
“Kur’an’ı okuyun ve ağlayın. Şâyet ağlayamıyorsanız ağlamaya çalışın veya (hiç olmazsa) ağlar gibi olun.”[9]
“Muhakkak ki bu Kur’an hüzün ile nâzil olmuştur. O’nu okuduğunuz zaman ağlayın. Şâyet ağlayamıyorsanız ağlayanın hali içinde olmaya çalışın.”[10]
Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in Kur’an okurken ağladığı gibi, Onun terbiyesinden geçmiş ve hayatını Onun gibi yaşamaya vakfetmiş olan sahabe neslide aynı şekilde, Kur’an’ı kendilerinden geçerek huşû içinde, hüzünlü bir edâ ile okumuştu.
Ümmetin ilk halifesi olan Ebû Bekir (radıyallâhu anh) Kur’an okurken gözyaşlarını tutamaz, hıçkırıklara boğulurdu. Mekke’de iken evinin avlusuna bir mescid yapmıştı. Ebu Bekr (radıyallâhu anh) orada namaz kılar ve Kur’an okurdu. Müşriklerin kadınları ve çocukları, onun başında toplanır, şaşkın şaşkın ona bakarlardı. Ebu Bekr gözü yaşlı birisiydi; Kur’an okunduğunda gözyaşlarına hâkim olamazdı.[11]
Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), vefatına neden olan hastalığında ‘Ebû Bekir’e söyleyin insanlara namaz kıldırsın’ buyurdu. Bunun üzerine Aişe (radıyallâhu anhâ) ‘Gerçek şu ki, Ebu Bekr senin yerine geçerse ağlamasından dolayı insanlar hiçbir şey işitemezler. Ömer’e namaz kıldırmasını emretseniz (olmaz mı?)’ dedi. Diğer bir rivayette ise Aişe (radıyallâhu anhâ)’nın şöyle dediği nakledilmiştir:
“Ebu Bekr, hüzünlü bir kimsedir. Senin yerine geçtiğinde, (okuduğu Kur’an nedeniyle ağlayacağı için) insanlara namaz kıldıramaz. Keşke onun yerine bir başkasını tayin etseniz!”[12]
İkinci halife olan Ömer (radıyallâhu anh)’da Kur’an okurken sık sık ağlar, kendisini tutamazdı. Bir keresinde Ömer (radıyallâhu anh), cemaate yatsı namazını kıldırırken Yûsuf sûresini okudu. “Oğulları: ‘Vallahi sen, Yusuf’u ana ana hasta olacaksın yahut öleceksin’ dediler. Ya’kub: ‘Ben hüznümü ve kederim yalnız Allah’a arz ederim ve Allah’tan (vahiy ile) sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum’ dedi.” (12/Yûsuf, 85-86) âyetine geldiğinde kendisini tutamayarak yüksek sesle ağlamaya başladı; öyle ki hıçkırıkları en arka saftan bile duyulmuştu.[13]
Ömer (radıyallâhu anh) bir gün Ukbe b. Âmir’i yanına çağırarak:
− “Ey Ukbe! Bana biraz Kur’ân oku!” dedi. O da:
− “Hay, hay, ey müminlerin emiri” dedi ve bir miktar Kur’ân okudu. Ukbe (radıyallâhu anh)’ın tatlı tatlı okuyuşunu huşu ile dinleyen Hz. Ömer (radıyallâhu anh) gözyaşlarını tutamadı ve sakalını ıslatıncaya kadar ağladı.
Sahabe nesli işte böyle idi. Kur’an okurken veya onu dinlerken ondan etkilenir, onun atmosferine girmek için tüm çabasını ortaya koyar, ayetleri önce anlamaya, sonra da onlardan etkilenmeye ve onlarla hayatlarını ikame etmeye çalışırlardı. Allah’ın kelamına karşı kalplerinde bir yumuşaklık, derin bir saygı, içten içe bir hürmet ve rikkat vardı. Bununla birlikte kalpleri korku, hüzün, ürperme, ağlama; sevinç, ümit ve muhabbetle dolup taşardı. Rablerinin kelamına karşı böylesi derin bir saygı duydukları içindir ki, Allah onları nesillerin en hayırlısı ve ümmetlerin en faziletlisi olarak kabul etti. Onların sevgisini bizlerin kalplerine yerleştirdi. Allah hepsinden razı olsun.
Hz. Ali (radıyallâhu anh) der ki:
“Ben, Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in ashabını gördüm. Bu gün ise onlara benzeyen hiç kimseyi göremiyorum. Onlar, saçları darmadağınık, benizler sararmış ve tozlu-topraklı bir şekilde sabahlarlardı. Gözlerinin arasında (çok secde etmekten dolayı) keçinin dizi gibi kararmış noktalar oluşurdu. Bütün gece Allah’a secde eder, kıyamda dururlar ve Allah’ın kitabını okurlardı. Alınları ile ayakları arasında uyuklar, istirahat ederlerdi. Sabah olup Allah’ı zikrettiklerinde de rüzgârlı günde sallanan ağaç (dalları) gibi sallanırlardı. Gözleri yaşarır, hatta ağlamaktan elbiseleri ıslanırdı. Allah’a yemin ederim ki, bu topluluk ise gaflet içerisinde gecelemiş ve uyumuşlardır. Hz. Ali bu sözü ile arkasındakileri kastediyordu.”[14]
Abdullah İbn Ömer (radıyallâhu anh) geceleri namaz kılar, namaz kılarken içinde cennetin zikredildiği bir ayete geldiğinde durur, Allah’tan cenneti ister ve dua ederdi. Bazen de ağlardı. İçinde cehennemin anlatıldığı bir ayete geldiğinde de dururdu. Cehennemden Allah’a sığınır ve dua ederdi. Bazen de ağlardı. Bir ara “İman edenlerin Allah’ı zikretmekten ve inen haktan dolayı kalplerinin saygı ile ürpermesinin zamanı gelmedi mi?” (57/Hadid, 16) ayetine geldiğinde durdu, ağladı hatta hıçkırıklara boğuldu. Sonra da “Geldi ya Rabbi, elbette geldi ya Rabbi” dedi.[15]
Yine Abdullah İbn Ömer, bir keresinde Mutaffifîn suresi ile namaza başlamıştı. “O günde insanlar kalkıp âlemlerin Rabbiiın huzurunda dururlar.” (83/Mutaffifîn, 6) ayetine gelince ağladı. Öylesine çok ağladı ki, bu ayetten sonrasını okuyamadı.[16]
Hasan-ı Basrî şöyle derdi: “Kur’an’ı, O’na inanarak okuyanların hüznü artar, sevinci azalır; ağlaması çoğalır, gülmesi azalır; meşgalesi çoğalır, tembelliği ve neşesi azalır.”[17]
İbn Abbas (radıyallâhu anh), bir ara Kur’an okuyordu. “Herkes beraberinde bir sevk edici, bir de şahitlik edici (bir melek) ile gelir.” (50/Kâf, 21) ayetine gelince hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Öyle ki, artık hıçkırıkları (dışarıdan) duyuluyordu.[18]
Abdurrahman b. Aclan der ki: “Bir gece Rebi‘ b. Haysem’in yanında kaldım. Geceleyin namaz kılmak için kalktı. “Yoksa kötülük işleyenler, kendilerini, inanıp salih amel işleyenler gibi kılacağımızı; hayatlarının ve ölümlerinin bir olacağını mı sanıyorlar? Ne kötü hüküm veriyorlar!” (45/Câsiye, 21) ayetine gelince, sabaha kadar bu ayet üzerinde durdu. Şiddetli ağlamaktan dolayı bu ayetten diğerine geçemedi.”[19]
Temim ed-Dârî de, bir gece namaz kılmak için ayağa kalkmıştı. Sabah oluncaya kadar şu ayeti tekrarladı durdu: “Yoksa kötülük işleyenler, kendilerini, inanıp salih amel işleyenler gibi kılacağımızı; hayatlarının ve ölümlerinin bir olacağını mı sanıyorlar? Ne kötü hüküm veriyorlar!” (45/Câsiye, 21) İmam Kurtubî der ki: “Bu ayet, ‘Abidleri ağlatan ayet’ diye adlandırılmıştır.”[20]
Meymûn b. Mihran bir defasında “Bu gün ayrılın bakalım ey mücrimler!” (36/Yâsîn, 59) ayetini okudu, korktu ve ağladı. Sonra da şöyle dedi: “Hiçbir varlık, bundan daha şiddetli bir azar işitmemiştir.”[21]
Fudayl b. Iyad bir gece ağlayarak Muhammed suresini okudu. “Andolsun, içinizden, cihad edenleri ve sabredenleri belirleyinceye ve durumlarınızı ortaya koyuncaya kadar sizi deneyeceğiz.” (47/Muhammed, 31) ayetine gelince ayeti tekrarladı durdu. Ardından “Allah’ım! Haberlerimizi (gerçek durumumuzu) ortaya çıkarma! Çünkü haberlerimiz ortaya çıkaracak olursan bizi rezil eder, üzerimizdeki örtüleri paramparça edersin. Eğer gerçek durumumuz ortaya çıkarsa bizi helak eder, azaba uğratırsın” dedi ve ağladı.[22]
Muhammed b. Munkedir bir gece kalktı, namaza durdu ve Kur’an okumaya başladı. Derken ağlamaya başladı. Ağladı, ağladı, ağladı… Öyle ki ağlaması gittikçe arttı. Aile halkı onun bu durumunu görünce korkuya kapıldı ve kendisine neden ağlamakta olduğunu sordu. Ne dediğini anlayamadılar. Muhammed ağlamaya devam edince arkadaşı Ebu Hazim’i oraya getirmesi için ev halkından birilerini gönderdiler. Vgidenler Ebu Hazim’e durumu anlattılar. Bir süre sonra Ebu Hazim oraya geldi. Muhammed hâlâ ağlamakta idi. Bunu gören Ebu Hazim:
− ‘Kardeşim, seni ağlatan da nedir? Acaba ailenin yanında bir hastalık mı, yoksa başka bir şey mi var?’ diye sordu. Muhammed şöyle dedi:
− ‘Aziz ve Celil olan Allah’ın kitabında bir ayete rastladım (bu nedenle ağlıyorum)’ dedi. Ebu Hazim:
− ‘O, hangi ayetmiş?’ diye sordu. Muhammed:
− “(O gün) artık hiç hesaba katmadıkları şeyler, Allah tarafından (bir bir) karşılarına çıkarılmıştır.” (39/Zümer, 47) ayetini okudu. Ayeti duyunca Ebu Hazim’de onunla birlikte ağlamaya başladı. Her ikisinin de ağlaması şiddetlendi. Bu manzarayı gören kimi ev halkı Ebu Hazim’e: “Biz onun sıkıntısını gidermen için sana gelmiştik. Oysa sen onun sıkıntısını daha da artırdın” dedi. Bu sözleri işiten Ebu Hazim, onlara kendisini ağlatan şeyi anlattı…[23]
İmam Gazâli şöyle der:
“Ağlamanın yolu, kalbe hüzün getirmektir. Hüzünden dolayı ağlama meydana gelir. Hüzünlenmenin yolu da, Kur’an’daki tehditleri, mîsakları ve ahitleri düşünmektir. İnsan, Allah’ın emirleri ve yasakları karşısında kendi kusurlarını düşünerek hüzünlenir ve ağlar. Kalpleri tertemiz olan kimselerin yaptığı gibi hüzünlenip ağlayamazsa, o zaman hüzünden yoksun olduğuna ağlasın. Çünkü bu, musibetlerin en büyüğüdür!”[24]
İbrahim Gadban
[1] İbn Mubarek, ez-Zühd, 41.
[2] 8/Enfâl, 2.
[3] 59/Haşr, 21.
[4] Bu ayet hakkında İbn Abbas (radıyallâhu anh)’ın şöyle dediği nakledilir: “İsrâ sûresindeki secde ayetlerini okuyunca, ağlayıncaya kadar secde etmekte acele etmeyin. Şayet sizden birinin gözü ağlamıyorsa bari kalbi ağlasın!”
[5] Buhârî, Fezâilü’l-Kurân, 33, 35.
[6] Riyâzu’s-Sâlihîn, 1/486.
[7] Bkz. Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, 1/440.
[8] Mecmau’z Zevâid, 7/170.
[9] İbn Mâce, İkame, 176.
[10] İbn Mâce, 1/424.
[11] Buharî, 3905.
[12] Buharî, 664.
[13] Ebu Ubeyd, Fedailu’l-Kur’an, 64, 65.
[14] Hilyetu’l-Evliyâ, 1/76.
[15] Muhtasaru Kıyami’l-Leyl, 143.
[16] A.g.e. sf. 143.
[17] İhyâ I/810.
[18] Şuabu’l-Îman, 2/365.
[19] Hilyetu’l-Evliyâ, 2/212.
[20] Tefsîru’l-Kurtubî, 16/166.
[21] Hilyetu’l-Evliyâ, 4/92.
[22] A.g.e. 8/111.
[23] Hilyetu’l-Evliyâ, 3/146.
[24] İhyâ, 2/692.