“Yavrucuğum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir.” (Lokman, 17)

KUR’ÂN’I NASIL DA ANLAYARAK OKUMUŞLAR!

 

بسم الله الرحمن الرحيم

Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…

 

Ömer radıyallâhu anh) yolculuklarından birinde bir kafileyle karşılaşır. Gece vakti ve karanlık olduğu için kafilenin adamlarını tanıyamaz. Oysa ka­filede Abdullah İbn-i Mesud’da vardır. Ömer (radıyallâhu anh) hemen yanındaki askerlerden birisini onlara gönderir ve:

− “Bu topluluk nereden gelir?” diye seslenmesini söyler. Kendilerine yöneltilen bu soruya Hz. Ömer’in henüz tanıyamadığı İbn-i Mesud cevap verir ve:

− “Fecc-i Amîk’den (derin vadiden) geliyoruz”, der. Bunun üzerine Hz. Ömer:

− “Peki, Nereye gitmek istiyorsunuz?” diye sorar. İbn-i Mesud:

− “Beyt-i Atîk’e (Kâbe’ye)”[1] diye cevap verir.

Bu Kur’ânî cevapları alan Ömer (radıyallâhu anh) içlerinde kesinlikle bir âlimin olduğunu anlar ve bu fırsatı kaçırmak istemediğinden hemen birkaç soru sormaya koyulur. Yanındaki askerlere:

−“Gidin sorun bakalım, Kur’ân’ın en büyük âyeti hangisidir?” der. İbn-i Mesud:

“Allah, kendisinden başka ilah olmayan, kendisini uyuklama ve uy­ku tutmayan, diri, her an yarattıklarını gözetip durandır…” (2/Bakara, 255) diye cevap verir. Ömer:

−“Onlara seslenin bakalım. Kur’ân’ın en çok hüküm taşıyan âyeti hangi­sidir?” der. İbn-i Mesud:

“Şüphesiz ki Allah adaleti, iyiliği, akrabaya vermeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt verir.” (16/Nahl, 90) ayeti ile cevap verir. Bu sefer Hz. Ömer onlara:

−“Kur’ân’ın en veciz âyeti hangisidir?” der. İbn-i Mesud’da:

“Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim de zerre ka­dar kötülük yapmışsa onu görür” (99/ZiIzâl, 7-8) ayetini okur. Hz. Ömer:

−“Onlara seslenin bakalım, Kur’ân’ın en korkutucu âyeti hangisidir?”  der. İbn-i Mesud şöyle cevap verir:

İş, ne sizin kuruntunuza, ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir. Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır. O, kendisine Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilir.”(4/Nisa, 123)

−Ömer yanındakilere: Onlara birde Kur’ân’ın en çok ümit veren âyeti hangisidir?” diye sorun bakalım der. İbn-i Mesud şöyle cevap verir:

“De ki: Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullar! Allah’ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Doğrusu Allah günahların hepsini bağışlar. Çünkü o, bağışlayandır, merhametlidir.” (39/Zümer, 53)

Ömer (radıyallâhu anh), tüm bu müthiş cevapları ancak Abdullah İbn-i Mesud gibi bir âlimin verebileceğini tahmin eder ve der ki:

−“Onlara sorun bakalım, aranızda Abdullah İbn-i Mesud mu var?” Onlar da:

−“Evet, başka kim olabilir ki?” diye cevap verirler.[2]

Bu harika diyalog, ashabın Kur’ân’a ne kadar vakıf olduklarını, kendi aralarında Kur’ân’ı ayet ayet nasıl kodlayarak tedris ettiklerini ve Kur’ân’ı nasıl gündemde tuttuklarını yansıtması bakımından oldukça anlamlıdır. Elbette onlara Kur’ân’ı böyle öğreten Allah Rasulü idi. Onlar Kur’ân la yürüyor, Kur’ânla oturuyor ve kalkıyor; hayata, olaylara Kur’ân’la bakıyorlardı.

Gelin bir güzellik yapalım, karşılaştığımız müminlere yukarıdaki beş soruyu soralım ve cevabı olan ayetleri önce kendimiz öğrenelim, sonra da müminler arasında gündemleştirip yaygınlaştıralım.[3]

 

İbrahim Gadban

 



[1] Bu ifadelerin her ikisi de Kuran’da zikredilen ilmî birer tabirdir. Bunları ancak ilimle meşgul olanlar bilirler. Hz. Ömer’de bunu çok iyi bildiği için sorularına cevap veren şahsın kesinlikle bir âlim olduğunu anlamış ve ilmini artırmak için hemen Kuranla alakalı sorular sormaya başlamıştır. “Fecc-i Amik” “Derin vadi, derin yol” gibi anlamlara gelir ve hac için kullanılmış özel bir ifadedir. Kâbe, dünyanın merkezi olduğu için oraya nispetle her yer “Fecc-i Amik” hükmündedir. Bu, çok latif ve ince bir ifade tarzıdır. Rabbimiz şöyle buyurur: «İnsanlar içinde haccı duyur; gerek yaya gerekse yorgun düşmüş develer üstünde her fecc-i amik’den/uzak yollardan sana gelsinler.» (Hac, 27) İkinci ayette geçen “Beyt-i Atîk” ifadesi ise Kâbe’nin diğer bir adıdır ve “Eski ev” anlamına gelir. Rabbimiz şöyle buyurur: «Onlarda (kurbanlık hayvanlarda veya hac fiillerinde) sizin için belli bir süreye kadar birtakım yararlar vardır. Sonra bunların varacakları yer, Beyt-i Atik (Kâbe)dir.» (Hac, 33)

[2] Gelin Bir Saat İman Edelim, 1/52.

[3] Kuran’ı Nasıl Okudurlar? sf. 179.

Okunma Sayısı:2569
İlginizi Çekebilir...KUR’ÂN’I ANLAMAK FARZDIR!