“Hakkında ilim (kesin bir bilgi) sahibi olmadığın şeylerin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve kalp (evet) bunların hepsi ondan sual edilecek/hesaba çekilecektir.” (İsra, 36)
بسم الله الرحمن الرحيم
Değerli bacım, bir önceki yazımızda sana, gerçek izzetin ancak İslam’ı hakkıyla yaşamakta olduğunu, İslam’ımızla şeref duymamız gerektiğini ve bu uğurda sıkıntılar olsa da, bunlara katlanmadan cennete girmemizin mümkün olmadığını izah etmiş ve özelliklede tesettürden kaynaklanan bazı zorluklara sabretmenin önemini vurgulamaya çalışmıştık. Bu yazımızda ise inşâallah, gücümüz nispetinde tesettüre yönelik bazı önemli noktalara temas edecek ve müslüman bir hanımın kıyafet noktasında nelere dikkat etmesi gerektiğini anlatmaya çalışacağız.
Değerli mümine kardeşim, her şeyden önce şunu bilmeni isteriz ki, burada anlatacağımız şeyler müslümanların birbirlerine karşı riayet etmeleri gereken haklardan birisi olan ‘nasihatleşme’ kapsamındadır. Ve nasihatlerde asıl olan, Kur’ân ve Sünnet’e uyduğu müddetçe kendisiyle amel edilmesi, içeriğine riayet edilmesidir. Bizler bu nasihatleri sana yaparken, Allah da biliyor ki ne seni zora sokmayı amaçlıyoruz, ne de sıkıntılarını daha fazla artırmayı; aksine her ne kadar kendisine has bazı zorlukları olsa da sadece senin şüphelerden uzak olarak daha güzel bir biçimde İslam’ı yaşamanı ve neticesinde cennete girerek ebedî mutluluk diyarında Rabbinin rızasına nail olmanı istiyoruz. Evet, bizim burada yazacağımız şeyler sadece bu amacı gütmektedir. Bu nedenle onları eleştirel bir gözle değil, anlamaya çalışan bir idrakle oku ve içerisinden kendine dersler çıkarmaya çalış.
“Acaba burada söylenen şeyler bende var mı? Bu anlatılana ne kadar dikkat ediyorum? Ne kadar hassas davranıyorum? Bunlarla amel edebiliyor muyum?” gibi amele yönelik sorular sorarak, kendini yazının muhatabı yap ve sanki yazı sadece sana yazılmış gibi değerlendir. O zaman göreceksin ki meselelerdeki incelikleri idrak etmen daha da kolaylaşacak, onları pratik hayatta uygulanır kılman çok daha basitleşecektir. Allah şimdiden burada anlatılacak şeylerden nasipdâr kılsın ve seni onlarla amel etmeni senin için kolaylaştırsın. (Âmîn)
KADIN, TEPEDEN TIRNAĞA AVRETTİR
Öncelikle şunu vurgulamamız ve hatırlatmamız gerekir ki, konumuzla alakalı Kur’ân ve Sünnet’te yer alan nassları tahkikli bir şekilde incelediğimizde kadının vücudunun ‘nâmahrem’ diye tabir edilen tüm yabancı erkekler karşısında bütünüyle avret olduğunu söylememiz mümkündür. Bu tercihen böyledir. Buna göre kadın, Allah ve Rasûlü’nün nazarında tepeden tırnağa bütünüyle avrettir; eli ve yüzü de dâhil olmak üzere vücudunun hiçbir yerini şeriatça yabancı kabul edilen erkeklere gösteremez.
NE KADAR DEĞERLİ OLDUĞUNUN FARKINDA MISIN?
Burada birçok bacımızın gözden kaçırdığı şu hakikati vurgulayarak söze girmek istiyoruz: Unutmamak gerekir ki, bir şey ancak çok değerli ve çok kıymetli olduğunda gizlenir, saklanır, koruma altına alınır. Değersiz, önemsiz ve kıymetsiz şeylerin saklanmaya, gözlerden ırak tutulmaya ihtiyacı yoktur. Mesela demir de bir madendir, altın da… Ama demir cadde ve sokaklarda atılı dururken, altın evlerin en derin ve en gizli yerlerine saklanır.
Niçin?
Çünkü çok kıymetlidir…
İşte bu gerçeği güzelce idrak ettiği zaman kadının, Rabbinin kendisine ne kadar değer verdiğini ve kendisinin O’nun katında ne kadar kıymetli olduğunu anlaması hiçte zor değildir.
Ey bacım! Bu noktayı hiç düşünmüş müydün? Ve yine hiç düşünmüş müydün Rabbinin sana tesettürü emrederek seni yabancı erkeklerin bakışlarından neden uzak tutmak istediğini?
Bu soruya biz cevap verelim: Rabbinin sana tesettürü emrederek seni yabancı erkeklerin bakışlarından uzak tutmak istemesinin sebebi; senin, Allah katında çok ama çok değerli ve kıymetli olmandandır.
Evet, sen gerçektende gizlenip saklanacak kadar çok kıymetli ve çok değerlisin. Hem de tıpkı bir altın, bir yakut, bir inci ve bir mercan gibi…
Şimdi bir düşün… Eğer sen Allah katında değerli olmasaydın Rabbin seni hiç insanlardan saklar, onların kem gözlerinden ırak tutar mıydı? Eğer sen Allah katında kıymetli olmasaydın Rabbin seni sadece eşine has kılar mıydı? Böyle yaptığına göre demek ki kadın olarak sen, Allah katında gözlerden uzak tutulmayı gerektirecek kadar değerli ve kıymetlisin.
İşte bu noktayı iyi idrak ettiğinde, senin bedeninin neden bütünüyle avret olduğunun gerekçelerinden birisini anlaşılmış olacaksın.
Elbette ki kadının bütünüyle avret olmasının mantıkî başka nedenleri de vardır. Mesela onun vücudunun her hangi bir yerini görmenin erkeklerin şehvetlerini kamçılaması bunun nedenlerinden sayılabilir. Ve yine onun sesinin dahi erkeklerin şehevî duygularını galeyana getirmesi bunun başlıca sebeplerinden zikredilebilir. Bunların hepsi kadının avret olmasının aklî izahlarındandır. Ama tüm bu aklî izahlardan öte bizim elimizde Allah Rasûlünün, kadının avret olduğunu ortaya koyan sahih bir hadisi vardır ve bu hadis bizim, kadının bütün bedeninin avret olduğunu söylememiz için yeterli bir delildir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
المرأة عورة فإذا خرجت أستشرفها الشيطان
“Kadın (bütünüyle) avrettir. O, evinden dışarı çıktığında şeytan (onu saptırmak ve yoldan çıkarmak için) gözünü ona diker.”[1]
Bu hadisi iyi düşünmek ve üzerinde gerektiği şekilde tefekkür etmek gerekir. Bu hadisin ortaya koyduğu hükme göre kadın baştan aşağıya avrettir. Yani tepeden tırnağa bedenini örtmelidir. Bu hükme el, yüz ve ayaklar da dâhildir. Ama toplumumuzun geneli Hanefî mezhebine müntesip olduğu veya bu görüş üzere yetiştirildiği için el ve yüz örtme konusunda –maalesef– gevşek davranıyor, meseleyi basite alıyor veya bu konuda bizim söylediğimiz hükmü ‘aşırılık’(!)[2]olarak değerlendiriyor. Oysa bizim savunduğumuz görüş tahkîk ehli âlimlerin birçoğunun kabul ettiği görüş olmasının yanı sıra hem delillere daha uygun, hem de vakıada Hanefîlerin dile getirdiği bazı gerçeklerle örtüşmesi bakımından ittiba edilmeye en elverişli olanıdır. Bilindiği üzere Hanefî âlimleri[3] rahimehumullah, fitne vukuu bulduğu, fâsıkların çok olduğu ve kadına bakması muhtemel olan erkeklerin cirit attığı yerlerde el ve yüz örtmenin en evlâ olan görüş olduğu yönünde fetva vermişler ve böylesi ortamlarda müslüman hanımların yüzlerini kapatarak günahkâr erkeklerin bakışlarının odak noktası haline gelmemeleri gerektiğini söylemişlerdir. Örneğin Hanefî âlimlerinden Alâeddin Haskafî’nin ‘ed-Dürrü’l-Muhtâr’ adlı eserinde şöyle geçer:
“Fitne (ye düşme) korkusu söz konusu olduğunda genç kadınların yüzlerini açmaları engellenir…”[4]
‘Merâki’l-Felâh’ şerhinde de Tahtâvî rahimehullah şöyle der:
“Hür kadının bütün bedeni avrettir. Yüz bundan istisna edilmiştir. Fitneye düşme korkusu söz konusu olduğunda ise genç bir kadının yüzünü açmasına müsaade edilmez…”[5]
Hanefî âlimlerinin el ve yüz açmanın caiz olduğu yönünde fetva vermeleri, İslam’ın hâkim olup fasık ve facir insanların genellikle bulunmadığı ve kadına bakmayan sâlih insanların toplumun genelini oluşturduğu yerlerle kayıtlıdır. Bu kayıt söz konusu olmadığı zaman fetvanın da bir manası olmayacaktır. Bu nedenle fetva verilirken göz önüne alınan bu kaydı görmezden gelip yüzlerini açarak insanları fitneye düşüren kadınlar, Allah’tan korkmalı ve bu âlimleri kendi fısklarına bir kaynakmış gibi kullanmaya çalışmamalıdırlar. Zira bu, hesabı ve sorumluluğu gerektiren bir husustur.
Her ne kadar Hanefîler nazarında kadının yüzü avret olarak değerlendirilmese de, yüz açma nedeniyle insanı fitneye ve harama sevk eden bir durum söz konusu olduğunda yüz örtmenin zorunlu olduğu yönünde fetva vermeleri ve gerektiğinde yetkililerin bu noktada güç kullanabileceklerini söylemeleri, onların meselenin ne kadar ciddi olduğunu çok iyi fıkhettiklerini göstermektedir.
Burada meselenin ne kadar önemli olduğunu gösteren bir başka fetvaya daha dikkat çekmek istiyoruz ki, bu da üzerinde düşünülmesi gereken bir noktadır. İmam Nevevî, İmam Şevkanî ve İmam Cuveynî gibi bazı âlimler, kadının yüzünü açması sebebiyle erkekler eğer fitneye, günaha veya zinaya meyledeceklerse bu durumda kadınların yüzlerini örtmelerinin ‘icma’ ile farz olduğunu, yani tüm âlimlerin ittifakı ile zorunlu olduğunu nakletmişlerdir. Örneğin İmam Cuveynî rahimehullah şöyle demiştir:
“Kadının yüzüne ve ellerine bakmak fitneye düşme korkusu olduğu anda icma ile haram olur…”[6]
İmam Şevkanî’nin ibaresi de şöyledir:
“Kadınların –özellikle de fasıkların çok olduğu ortamlarda– yüzlerini açarak dışarı çıkmalarının engelleneceğine dair müslüman âlimlerin ittifakı vardır.”[7]
İşte bu fetvalardan ötürü bacılarımızın çok daha dikkatli olmaları ve vücutlarının hiçbir yerini yabancı erkeklere göstermemeleri gerekmektedir.
Bizler muvahhid camianın kadınlarının genelinin yüzlerini örttüğünü biliyoruz. Allah’a hamd olsun ki, bu noktada Müslüman bacılarımız takdire şayan bir tutum sergileyerek yüzlerini ve tüm vücutlarını tıpkı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanındaki sahabî kadınlar gibi örtmeye çalışıyorlar. Bu gerçekten de çok güzel ve övgüye layık bir davranıştır. Bundan dolayı tesettürüne riayet eden bu bacılarımıza samimiyetle dua ediyor, tesettürlerinde sebat etmelerini Allah’tan diliyor ve bu noktada çekmiş oldukları tüm zorluk ve sıkıntıları cehenneme engel olan bir kalkan kabul etmesini Rabbimizden temenni ediyoruz. Bizim burada anlattığımız şeyler bu bacılarımızın sadece tesettüre olan inançlarını pekiştirmek, gittikleri yolun doğruluğundan onları emin kılmaya çalışmak ve onlara kardeşlik gereği hatırlatma yapmaktan ibarettir.
“Sen öğüt verip-hatırlat; çünkü öğüt (ve hatırlatma), müminlere fayda verir.” (51/Zâriyat, 55)
Ama burada bir de tevhidi kabul ettiği ve bizimle aynı akideye gönül verdiği halde yüzlerini örtmeyen, tesettüre gereği gibi riayet etmeyen ve bununla da kalmayıp bizi aşırılıkla suçlayan bazı bacılarımız var.[8] Bu bacılarımız, her ne kadar bizleri eleştirip aşırı olmakla suçlasalar da bizim kardeşlerimizdir ve biz onlara da öğüt ve nasihat vermekle mükellefiz. Onlar da bizleri kardeş biliyor ve müslümanların birbirlerine nasihat etme hakları olduğunu kabul ediyorlarsa buradan onlara samimiyetle ve bizi anlamaya çalışmalarını rica ederek sesleniyor ve yazdıklarımıza kulak vermelerini istiyoruz.
Ey bacılar! Yukarıda âlimlerimizin sözlerini okudunuz. Onlar, fasıkların ve kadına bakması muhtemel olan insanların olduğu yerlerde kadınların mutlak surette yüzlerini örtmeleri gerektiğini söylüyor. Şimdi burada Allah için size sormak istiyoruz: Acaba siz Türkiye ortamının fısk diyarı olduğuna ve çarşı-pazarlarda gezen erkeklerin –kapalı bile olsa– kadınlara baktığına inanıyor musunuz, inanmıyor musunuz?
Eğer inanmıyorsanız, size diyecek hiçbir şeyimiz yok. Sadece Allah için gözünüzü açmanızı, etrafınızda sizi yiyiverecekmiş gibi bakan arsız erkeklerin farkına varmanızı ve gerçekçi olmanızı tavsiye ediyoruz. Ne diyelim Allah size basiret versin.
Yok, eğer inanıyorsanız, bu durumda neye dayanarak yüzünüzü açıyorsunuz?
Haydi diyelim ki Hanefîleri baz alarak yüzün avret olmadığına inanıyorsunuz; peki, fitne ve fısk zamanı olan günümüzde niye yüzünüzü açıyor ve insanların hem inancınıza hem de şahsınıza laf etmesine müsaade ediyorsunuz?
Hiç mi Allah’tan hayâ etmiyor, hiç mi hesap vermekten korkmuyorsunuz?
N’olur kendinize gelin ve nefsinize uymaktan vazgeçerek İslam’ın izzeti olan tesettüre bürünün. Böyle yaptığınızda göreceksiniz ki, yüzlerinizi açarak gezdiğiniz ve insanları fitneye düşürdüğünüz günler sizler için en kara ve en utanç verici günlermiş. O günlerde yüzlerinizi örtmediğinize çok pişman olacak ve bir an önce bu hatanızı affetmesi için Rabbinizden bağışlanma dileyeceksiniz. Bu çağrımıza kulak verin ve bir an önce hicabınıza sahip çıkarak diğer tevhid ehli bacılarınız gibi siz de yüzlerinizi örtün. Böyle yaptığınızda –yüz örtmenin farz olduğuna inanmasanız bile– en azından şüpheden uzak kalmış ve hem dininizi hem de haysiyetinizi koruma altına almış olursunuz. Bakın Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ne buyuruyor:
“Helâl olan şeyler belli, haram olan şeyler bellidir. Bu ikisinin arasında, insanların birçoğunun helâl mi, haram mı olduğunu bilmediği şüpheli konular vardır. Şüpheli konulardan sakınan kimse dinini ve ırzını (şeref, haysiyet ve namusunu) korumuş olur. Şüpheli konulardan sakınmayan ise gitgide harama dalar. Tıpkı sürüsünü başkasına ait bir arazinin etrafında otlatan çoban gibi ki, onun bu araziye girme tehlikesi vardır. Dikkat edin! Her padişahın girilmesi yasak bir arazisi vardır. Unutmayın ki, Allah’ın yasak arazisi de haram kıldığı şeylerdir…”[9]
Bu hadis konumuzu öylesine güzel izah ediyor ki, onu dikkate alanlar mutlaka dinlerini ve haysiyetlerini koruma altına almış olurlar.
Ey yüzünü açan bacım! Diyelim ki senin inancına göre yüz örtmek farz değil. Ama sonuçta bunun farz olduğunu söyleyen yüzlerce âlim var? Buna göre mesele en azından ihtilaflı, yani içerisinde şüphe olan bir mesele olmaktadır. Hakkında şüphe olan konularda bize düşen ise, şüpheden uzak durmak ve en evla olana sarılmaktır. Haydi, yüz örtmek farzdır diyen âlimlerin görüşü doğruysa?[10] Haydi, Allah katında yüz avret ise? O zaman durumumuz ne olacak? Allah’ın huzuruna varınca nasıl hesap vereceğiz? İşte, elimizde Allah Rasulü’nün net hadisi:
“Şüpheli konulardan sakınan kimse, dinini ve ırzını (şeref, haysiyet ve namusunu) korumuş olur…”
Eğer sen dinini ve haysiyetini koruma altına almak istiyorsan bu durumda mutlaka yüzünü örtmeli ve en azından ihtilaftan kendini koruma altına almalısın. Hem, her caiz olan şey yapılmalıdır diye bir kaide mi var? Diyelim ki sen bunun caiz olduğuna inanıyorsun, ama dinini ve namusunu koruma altına almak için yüzünü örtmen daha iyi ve takvaya daha uygun olan bir davranış olmaz mı? Allah için kendimize gelelim ve ihtilafı bir kenara koyarak hem dinimiz hem de haysiyetimiz için en uygun olanı yapalım.
Burada bir şeyi daha vurgulamak istiyoruz ki bu da bizce çok önemli bir husustur: Bilindiği üzere ihtilaflı konularda veya hakkında şüphe olan meselelerde ihtilaftan kaçınarak en iyi olan ile amel etmeye çalışmak, yolların en selametli ve en sağlıklı olanıdır. Aynı zamanda bu, hem Peygamberimizin hem de onun adımlarını takip eden salih kimselerin yoludur. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Sana şüphe vereni bırak, şüphe vermeyene bak!”[11]
“Kul, kendisinde hiç bir sakınca olmayan şeyleri sırf kendisinde sakınca vardır korkusuyla terk etmedikçe muttakilerden olamaz.”[12]
Ömer radıyallahu anh şöyle demiştir:
“Biz, faiz olur korkusuyla helal (ticaret)in onda dokuzunu terk ederdik.”[13]
Selef’in büyüklerinden Hasan el-Basrî rahimehullah şöyle der:
“Muttakilerde takva öyle bir hal almıştır ki, onlar harama düşme korkusuyla helallerin birçoğunu terk etmişlerdir.”
Sufyan es-Sevrî de rahimehullah şöyle demiştir:
“Muttakiler, korkulmayacak ve sakınılmayacak şeylerden bile korkup sakındıkları için ‘müttakî/ sakınanlar’ diye adlandırılmışlardır.”[14]
Buna göre Müslüman, binde bir ihtimalle bile olsa şüpheli olan konularda hassas davranan ve şüpheyi elinin tersiyle iterek şaibeden uzak olanla amel etmeyi kendisine şiar edinen kimsedir.
Sen de ey bacım, bu hassasiyeti kendine şiar edin ve peygamberlerin ve salih insanların şiarı olan ‘şüpheleri terk’ yoluna girerek yüz örtmenin farziyetine inanmasan bile dinini ve namusunu koruma altına almak için yüzünü ört. Bu durumda kendini hem dinen hem de manen daha korunaklı ve daha güven içerisinde hissedersin.
BİR İSTİSNA
Burada anlattıklarımızı okuyan bacılarımızın aklına şöyle bir itiraz gelebilir: Eğer kadın bütünüyle avretse ve tamamıyla yüzünü örtmesi bir zorunluluksa, o zaman buna gözleri de dâhil olur ki bu durumda yolda yürümesi ve caddelerde gitmesi imkânsız halde gelir. Veya bu durumda meşru olan işlerini yapmak için dışarı çıktığında yoldaki çukur ve benzeri şeyleri göremeyeceği için içerisine düşebilir yahut arabaların kendisine çarpması söz konusu olabilir. Bu durumda kadın ne yapmalıdır?
Biz bu probleme şu şekilde cevap verebiliriz: Bilindiği üzere İslam zaruri durumlarda haram olan şeyleri müslümanlara helal kılmak suretiyle tıkandıkları yerlerde onların önünü açmıştır. Bu hakikat Kur’an ve Sünnet tarafından teyit edilmiş olup âlimlerimiz tarafından da kabul görmüştür. Âlimlerimiz bunu şu şekilde kaideleştirmişlerdir:
الضرورات تبيح المحظورات
“Zaruretler, mahzurlu/sakıncalı şeyleri mubah kılar.”[15]
Mesela açlıktan ölmek üzere olan bir insana, başka bir yiyecek bulamaması halinde açlığını sonlandıracak miktarda domuz etinden alması helal kılınmıştır. Yine bunun gibi su bulamadığından dolayı susuzluktan ölecek kimseye susuzluğunu giderecek kadar içki içmesi mubah sayılmıştır.
Yüz örtme meselesi de bu kapsamda değerlendirilir. Eğer kadın yüzünü örttüğünden dolayı ortalığı göremiyor ve bu nedenle bir takım zararlarla karşı karşıya kalıyorsa bu durumda gözlerini kâfi miktarda açması zaruret kapsamında olduğu için caizdir. Eğer bu zarureti tek gözünü açarak giderebiliyorsa tek gözünü, şayet iki gözünü açarak giderebiliyorsa iki gözünü açar. Burada önemli olan zaruretini ne kadarla def ettiğidir. Çünkü İslam zaruretleri ancak yeterli miktarda mubah kılmış, fazlasını yasaklamıştır. Mesela açlığını 100 gr. domuz etiyle giderebilecek bir kimsenin 200 gr. yemesini dinimiz haram saymıştır. Çünkü bu, zaruretin miktarını aşmaktır ve caiz değildir.
Ulemamız bunu da kaideleştirerek zaruretlerin alanını genişletip işin cılkını çıkarmak isteyenleri frenlemişler ve bu suretle haddi aşmaların önüne set çekmişlerdir. Onlar şöyle demişlerdir:
الضرورات تقدر بقدرها
“Zaruretler, miktarınca takdir olunur.”[16]
Bu kaide biraz önce zikrettiğimiz “Zaruretler, mahzurlu şeyleri mubah kılar” kaidesinin bir sınırlandırıcısıdır. Bu olmadan öbürünü anlamaya çalışmak birçok problemi de beraberinde getirecektir.
İşte bu iki kaidenin yan yana konulmasından hareketle şunu söyleyebiliriz: Eğer bir kadın köy veya taşra gibi trafiğin ve sıkıntı verici ortamların çok az olduğu bir yerde yaşıyor ve dışarı hayatında çokta problem yaşayacağı bir ortamda bulunmuyorsa bu durumda gözlerinin birisini açıp işini halledebilir. Ama bir kadın trafiğin ve sıkıntı verici ortamların çok yoğun olduğu şehir ortamında yaşıyor ve dışarıya çıktığında gözünü kapattığı için birçok problemle karşı karşıya kalıyorsa, bu durumda iki gözünü açabilir. Zira zaruretler, miktarınca takdir olunur. Yani ne kadar ile zaruretini giderebiliyorsa o kadarını açar ve Rabbi olan Allah’tan korkarak takvalı davranır. Böylesi bir durumda gözlerini çekici hale getirmekten ve erkekleri fitneye düşürmekten sakınmalı, Allah’a hesap vereceğini asla unutmamalıdır.
***
Değerli bacım, senin de takdir edeceğin üzere yazımızın başından bu yana yüz örtmenin farz olup-olmadığının tartışmasını yapmadık. Ve yine burada yüz örtmenin gerekliliğinin delillerini uzun uzadıya zikretmedik. Bizim burada yapmaya çalıştığımız şey, senin ne kadar değerli olduğunu sana hatırlatarak Rabbinin neden senin örtünmeni istediğini anlamanı sağlamak. Eğer bunu becerebilmişsek ne mutlu bize. Şayet bunu becerememiş ve seni bu konuda ikna edememişsek sana tavsiyemiz bu meseleye ilişkin yazılan eserleri okuyarak ciddi bir araştırmaya girmendir. İsmail Mukaddem’e ait olan ‘Nasıl Örtünmeliyiz?’ adlı eser, bu konuda oldukça öz ve güzel bir eserdir. Okuman ve delillerini araştırman sana bu yazıdaki son nasihatimizdir.
Rabbim tüm konulardaki eksikliklerimizi gidersin ve hakkı bulup yaşamayı bizlere kolay kılsın.
Bir sonraki yazımızda tekrar buluşmak dileğiyle, fî emânillâh…
Faruk Furkan
[1] Tirmizî rivayet etmiş ve ‘sahih’ olduğunu belirtmiştir.
[2] Sahih ve makul delillere dayanarak bir mesele hakkında bir görüşe sahip olan kimseye ‘aşırı’ demek, aslında aşırılığın ta kendisidir. Zira şeriat nazarında aşırılık demek, hakkında delil olmayan şeylere tâbi olmak veya delil olan meselelerde delili bırakıp, hevânın peşinden gitmek demektir. El ve yüz örtme konusunda bizim dillendirdiğimiz şey, cumhuru ulemanın görüşü olmanın yanı sıra, delillere en muvafık olan görüştür aynı zamanda. Buna aşırılık diyenler, kesinlikle çok büyük bir hatanın içerisindedirler. Eğer hâin değillerse, gâfillerin ta kendisidirler.
[3] Buna Malikîlerî ve diğer mezheb âlimlerini de ekleyebiliriz. Çünkü onlar da aynı gerekçeyi kitaplarında zikretmişlerdir.
[4] Sf. 438.
[5] Sf. Hâşiyetu’t-Tahtâvî alâ Merâki’l-Felâh, sf, 161.
[6] Nihâyetu’l-Matlab fî Dirâyeti’l-Mezheb, 12/31.
[7] Neylü’l-Evtâr, 6/174.
[8] Bu sözlerimizi yaşadığımız bölge itibariyle söylediğimiz göz ardı edilmemelidir. Lakin diğer bölgelerde de böyleleri varsa, nasihatlerimiz onlar için de geçerlidir.
[9] Buharî ve Müslim.
[10] Ki biz bu görüşün en doğru görüş olduğuna inanıyoruz.
[11] Tirmizî.
[12] Tirmizî.
[13] Abdurrezzak, el-Musannef, 14683 numaralı rivayet.
[14] Bu iki nakil için bkz. Camiu’l-Ulûm ve’l-Hikem, sf. 159. (18. Hadisin şerhi.)
[15] Bkz. Abdulkerim Zeydan, el-Vecîz fi’l-Kavâidi’l-Fıkhiyye, sf. 67. 28. kaide.
[16] Bkz. Abdulkerim Zeydan, el-Vecîz fi’l-Kavâidi’l-Fıkhiyye, sf. 73. 29. kaide.