“Şüphesiz ki şeytan sizin için bir düşmandır; o halde sizde onu düşman edinin. O, yandaşlarını ancak cehennemliklerden olmaya davet eder.” (Fatır Suresi, 6)

TİCARET EHLİ MÜSLÜMANLARA NASİHATLER -1-



بسم الله الرحمن الرحيم

Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…

 

Hamd sayısız nimetleriyle bizlere ihsanda bulunan, lütuf ve keremiyle bizleri rızıklandıran ve ticareti helal kılarak biz kullarını insanlara el açma zilletinden kurtaran Allah’a olsun. Salât ve selam hayatının her karesiyle Müslümanlara rehberlik eden, ahlakıyla onları doğru yola irşâd eden ve ticaretin esaslarını, nasıl yapılması gerektiğini, bu konuda nelere dikkat edileceğini ve alışverişin kulluğa nasıl çevrileceğini gerek kavlî, gerekse fiilî sünnetleriyle biz mü’minlere öğreten Rasûl-i Ekrem’e, Onun şerefli ailesine ve güzîde ashabına olsun.

Değerli kardeşim, Yüce Allah nasip eder ve imkân verirse bu gün bir nasihat serisine daha başlayacağız. Bu nasihat serisinde ticaretle uğraşan bir Müslüman olarak sana ticaretini nasıl kulluğa çevireceğine dair bir takım hatırlatma ve öğütlerde bulunmaya çalışacağız. Bu yazı serisini okuduktan sonra senin; helalin ve haramın sınırlarını bilen, ticareti kulluğa götüren bir yol kabul eden ve ticaretin tıpkı Asr-ı Saadet’teki gibi İslamî kriterler çerçevesinde nasıl yapılacağını 21. yüzyılın insanına uygulamalı olarak gösteren hayırlı bir tâcir olmanı ümit ediyoruz. Rabbimizden bu yazıları öncelikle bize, sonrasında da sen değerli tâcir kardeşimize faydalı kılmasını temenni ediyoruz. Hiç şüphe yok ki O, duaları işiten ve onlara en iyi şekilde karşılık verendir.

Biz, bu yazı silsilesinde sana ticaret hususunda ‘yapman gereken’ şeylerle ‘sakınman gereken’ şeylerin neler olduğunu ana hatlarıyla anlatmaya çalışacağız. Bazen ibretlik kıssalara değinmeyi, bazen Sâlih Selefimiz’den nakledilen hikmet dolu sözleri aktarmayı da ihmal etmeyeceğiz. Bu sayede umulur ki faydalı bir netice elde eder ve sen değerli kardeşimize güzel ve yönlendirici bir mesaj iletebiliriz. Allah Teâlâ şimdiden yazacağımız şeyleri kolay ve faydalı kılsın.

Şimdi başlıklar halinde anlatmak istediğimiz şeyleri zikretmeye başlayabiliriz.

***

Âhir Zamanda Ticaret

Değerli tâcir kardeşim, öyle bir çağda yaşıyoruz ki, bu çağın insanı artık para kazanarak zengin olmayı ‘asrın temel hedefi’ kabul etmiş ve bu gayeye ulaşabilmek için helal-haram sınırlarını gözetmeksizin her türlü alışverişi rahatlıkla yapabilir hale gelmiştir. Bundan dolayı da ticaret ve ticarete götüren yollar bir hayli artmış, alım-satım alabildiğine çoğalmış, buna paralel olarak tüketim de adeta bir volkan gibi patlama yapmıştır. Oysa fazla değil, az biraz tarihi geri sardırdığımızda, o zamanın insanının böylesine delice üretim ve tüketim tutkunu olmadığını rahatlıkla görebiliriz. O dönemde insanlar, temel ihtiyaçlarını karşılayacak kadar üretip tüketiyor, geri kalan zamanlarında ise, bu üretip tükettikleri şeylerle hayatı ‘tadında’ yaşamaya bakıyorlardı.

Bu gün ise durum tamamen değişmiş vaziyette!

İnsanlar daha çok kazanç elde ettikleri ve önceki nesillere nazaran daha zengin olduğu halde dünyadan hakkıyla istifade edemiyor, lezzet alamıyor, bir haz duyamıyor ve oturup elde ettikleri nimetleri ağız tadıyla yiyemiyorlar! Ha bire çalışıyor, ha bire yoruluyor, ha bire mal biriktirerek daha çok zengin olma yolunda adımlar atıyor; ama ne yazık ki şu fâni dünyadan –ne hikmetse– bir türlü tat alamıyorlar! Hatta durum öyle bir vaziyet almış ki, gündüzler kendilerine yetmiyor, daha çok kazanmak için Allah’ın istirahat edilsin diye var ettiği güzelim geceyi bile bu çalışma sevdasına kurban ediyorlar! İşte böylesine garip bir seyir halinde şu dünyanın geçici günlerini yiyip tüketiyorlar…

İşte insanların böylesi bir hedefi olduğu içindir ki, günümüzün ticaret potası bir hayli genişlemiş ve bilen-bilmeyen, anlayan-anlamayan, ehil olan-olmayan herkes ticarete koyulur olmuştur. İşin aslı ticaretin bu denli artış göstereceği ve insanların tamamen kendilerini çalışmaya verecekleri bundan ortalama bin dört yüz yıl önce Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem tarafından haber verilmişti. O, bir hadisinde “Şüphesiz ki kıyametin hemen öncesinde sadece özel kimselere selam verilecek, kadının, iş hususunda kocasına yardım edeceği kadar ticaret artacak, akraba ilişkileri kesilecek, yalancı şahitlik yapılacak, gerçek şahitlik gizlenecek ve kalem zuhur edecek/yaygınlaşacaktır.” (İmam Ahmed. Bkz: Silsiletu’l-Ehâdîsi’s-Sahîha, 647) buyurarak bu gerçeği dile getirmişti.

Başka bir hadisinde ise bu hakikati şöyle ifade etmişti:

“Tâcirlerin çoğalıp, kalemin zuhur etmesi/yaygınlaşması şüphesiz ki kıyametin alametlerindendir.” (Tayâlisî. Bkz: Silsiletu’l-Ehâdîsi’s-Sahîha, 3/247)

Bir başka hadisinde de şöyle buyurmuştu:

“(Ticaret öyle artacak, öyle artacak, ama) adam malı ile dünyanın dört bir yanına gidecek de döndüğünde ‘Hiçbir kâr elde edemedim’ diyecek.” (Hâkim. Bkz: Silsiletu’l-Ehâdîsi’s-Sahîha, 3/247)

Tüm bu hadisler, âhir zamanda nasıl bir ticaret yoğunluğu olacağını net bir biçimde gözlerimizin önüne sermektedir. Bu gün bizler Allah Rasulü’nün haber verdiği bu hakikatle birebir karşılaştık. İnsanlar gerçekten de ticaret için dünyanın dört bir yanını geziyor; lakin geldiklerinde ‘Hiçbir kâr elde edemedik’ diye hayıflanıyorlar.

Müslümanlar olarak bizlerin, zikredilen hadisler ışığında bu hakikati iyi idrak etmesi ve ona göre bir yol haritası belirleyerek sabitkadem asıl hedefimize doğru ilerlemesi gerekmektedir. Bu konuda sen sen ol, sakın ha bu potada eriyenlerden ve ticareti hayatının temeli kabul edip İslamî davadan taviz verenlerden olma!

Âhir Zamanda Helal Rızık Temini Zorlaşacaktır

Âhir zaman, birçok şeyin zorla elde edileceği bir zamandır. Bu zamanda ilim, fıkıh, hikmet ve benzeri hayırları elde etmek zor olduğu gibi, helal rızık elde etmek de zor olacaktır. Çünkü bu dönem, insanların kâhir çoğunluğunun bozuk olacağı ve helal-haram sınırlarını gözetmede hassas davranmayacakları bir dönemdir. İnsanların geneli böyle olunca, geride kalan azınlık Müslümanlar da rızıklarını helalinden kazanmakta bir hayli zorlanacaktır.

Helal kazanç elde etmenin âhir zamanda zorlaşacağı, bundan yıllar önce yaşayan firaset ehli kimseler tarafından bize bildirilmiştir. Örneğin İmam Evzaî’nin rahimehullah şöyle dediği nakledilmiştir:

“Bize şöyle denilirdi: İnsanlar üzerine bir zaman gelir ki, o zamanda en az bulunacak şey; kafa dengi iyi bir arkadaş, helal yolla elde edilmiş bir dirhem ve sünnete göre amel etmek.” (Hilyetu’l-Evliyâ, 8/355)

Helal lokma elde etmenin âhir zamanda zorlaşacağı gerçeğini idrak edince, bu dönemde −helal-haram demeden− çok çok kazanmaya veya bol bol biriktirmeye değil, helal rızkı temin etmeye çabanı artman, bütün duygu ve düşünceni bu noktada yoğunlaştırman gerekmektedir. Sen Müslüman bir tacir olarak eğer psikolojik açıdan bu gerçeği içselleştirirsen, o zaman işin zorluklarıyla mücadele etmen daha da kolaylaşır, reel hayatta karşılaşacağın sıkıntılar seni daha az yıpratır.  Önemli olan bu gerçeği ön kabulle kabul etmendir. Unutma ki bir şeye inanman, onu yapabilmenin ön şartıdır. İçselleştiremediğin bir şeyi yapman dünyanın en zor işlerindendir.

Ticaretimiz Kulluğumuza Mani Değildir

Bazı kardeşlerimizin zihninde ticaretle uğraşmanın müttakice bir kulluğa mani olacağı şeklinde yanlış bir algı var. Bu kardeşler zannediyorlar ki, bir insanın Allah’a daha iyi bir kul olabilmesi için bir köşeye çekilip ilimle uğraşması, dünyadan el etek çekmesi, kendisini ibadete vermesi veya zâhidâne bir hayat yaşaması gerekmektedir!

Hayır, hayır! Bu doğru bir anlayış, sağlıklı bir İslam düşüncesi değildir. Çünkü Allah’ın dinini yeryüzünde ikâme etmiş bütün peygamberler, ticaretle uğraştıkları halde hakiki anlamda Allah’a kul olmuşlar ve kendi rızıklarını kendileri temin etmelerine rağmen zühd hayatını –hem de en üst seviyesinde- yaşamışlardır. Bu gerçeği Rabbimiz kitabında şöyle dile getirir:

“Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler, hiç şüphesiz yemek yerler ve çarşılarda dolaşırlardı/ticaret yaparlardı.” (25/Furkan, 20)

Peygamberlerin çarşı pazarlarda dolaşmaları, gezip keyif almak veya insanlarla hoş vakit geçirmek için değildi elbette. Aksine onların pazarlara çıkmaları, maişetlerini kendi emekleriyle temin etmek ve insanlara muhtaç olmamak adına rızık elde etmek içindi.

Allah Teâlâ, Furkan Sûresi’ndeki bu ayetiyle, peygamberlerin Allah tarafından doyurulması gerektiği, bu nedenle de çalışmalarının doğru olmadığı yönünde bir inancı olan Mekkeli müşriklere reddiye vermiştir. Buna göre Allah nazarında −peygamber bile olsa− bir insanın, diğer insanlara muhtaç pozisyonda olmaması ve rızkını temin için çalışması gerekmektedir.

İşte biz buradan anlıyoruz ki, Allah’ın en sevgili kulları olan rasul ve nebiler bile ticaretle uğraşmışlar, alıp-satmışlar, yapıp üretmişler ve bu halleriyle Allah’a en iyi şekilde kul olmaya çalışmışlardı. Bunu da, tüm iş ve uğraşlarına rağmen bihakkın yerine getirmişlerdir.

Sadece peygamberler değil, Allah’ın sevdiği tüm sâlih kullar da aynı minvalde bir hayat yaşamışlar ve yeryüzünde Allah’ın en müttaki, en sadık, en muhlis kulları olmalarına rağmen ticaretten ve rızık temininden bir an olsun geri durmamışlardır. İşte Ebu Bekirler! İşte Ömerler! İşte Osmanlar! İşte Abdurrahmân b. Avflar! Ve işte hayatını ticaretle geçirmiş diğer sahabîler!... Hepsi canlı birer portre olarak önümüzde durmakta ve çalışarak da Allah’a güzel bir kul olunabileceğini en net biçimde gözlerimizin önüne sermekteler.

Şimdi gelin, hep beraber Ebu Bekir ve Ömer’i radıyallahu anhumâ hatırlayalım… İslam tarihinin en zor savaşı diyebileceğimiz Tebük Gazvesi’ne gidilirken ordu ciddi anlamda maddî desteğe ihtiyaç duymuştu. Bu durum karşısında Ebu Bekir radıyallahu anh malının tamamını getirip Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem önüne koyarak, Ömer radıyallahu anh ise malının yarısını O’na takdim ederek mal ile Allah’a nasıl kul olunacağını fiilen göstermişlerdi.

Osman’ı radıyallahu anh hatırlayalım… Hani Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Medine’ye geldiğinde, orada bir Yahudiye ait olan ‘Rûme’ kuyusundan başka tatlı içme suyu bulamamıştı. Bu konuda Müslümanlarla birlikte bir süre zorluk çekmiş, daha sonra bu sıkıntılı durumun imkânı olan bazı Müslümanlar tarafından giderilmesini arzulayarak “Kim Rûme Kuyusu’nu, Cennette kendisine daha hayırlısının verilmesi karşılığında satın alır ve onu Müslümanların istifadesine sunar?” buyurmuştu. (Tirmizî) Efendimiz’in bu temennisini duyar duymaz Osman radıyallahu anh öne atılmış ve hem Rasûlullah’ın hem de Müslümanların sıkıntısını gidermek için Rûme Kuyusu’nu satın alarak büyük bir fedakârlık örneği sergilemişti.

Tebük Seferi’ne gidilirken de benzeri bir fedakârlık ortaya koymuş ve ordunun teçhiz edilmesinde en büyük katkıyı sağlamıştı. O gün için Müslümanlara üç yüz deve, yüz at ve bin altın civarında para infak etmiş, bu durum karşısında nasıl teşekkür edeceğini bilemeyen Efendimiz, ‘Ey Allah’ım! Ben Osman'dan razıyım, sen de razı ol’ demişti.

Mescid-i Nebevî Müslümanları almaz bir vaziyete geldiğinde, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir yiğidin çıkıp mescidin etrafındaki bazı arsaları alarak Müslümanların bu sıkıntısını gidermesini arzulamıştı. Sahneye yine tüccar bir sahabî olan Osman b. Affân radıyallahu anh çıkmış ve mescidin çevresindeki arsaları satın alarak Mescid-i Nebevî’nin genişletilmesini sağlamıştı.

Saydığımız tüm bu fedakârlıklar, hep bu sahabîlerin ticaret yapmaları neticesinde elde ettikleri maddî güç sayesinde olmuştu. Eğer onlar bu maddî imkânlara sahip olmasalardı, bu büyük kulluk amellerini ortaya koyabilirler miydi?

Onlar ticaretle uğraştılar, çarşı pazarlarda alıp-sattılar, bağlarında bahçelerinde ter akıttılar ve bu şekilde cennetin en güzel yeri olan Firdevs’in, çalışarak nasıl kazanılacağını fiilen bizlere gösterdiler. Eğer onlar ticaret ve benzeri geçim vasıtalarıyla cennetin nasıl kazanılacağını bizlere göstermeselerdi, bizler −özellikle de bin bir garabetle dolu şu acîp çağda− bu uğraşlarla da cennetin elde edilebileceğini akıllarımızla idrak edebilir miydik?

Asla!

Bilakis ümitsizliğe kapılır ve iç âlemimizde bunca günah yüküyle cennete nasıl namzet olacağımızın cevabını bulamazdık. Bu da bizi –Allah korusun− ye’se sevk ederdi. Neticesinde de helak olur giderdik... Ne var ki Allah, çalışmakla da rızasının kazanılabileceğini onları vesile kılarak biz kullarına gösterdi.

* Bir keresinde Fudayl b. İyad rahimehullah, Abdullah İbn-i Mübarek rahimehullah’a:

—Sen bize zühdü, az ile yetinmeyi ve ihtiyaç kadarını elde etmeyi emrediyorsun, biz ise senin ticaret malları getirdiğini görüyoruz; bu nasıl oluyor? diye sual etmişti.

Bunun üzerine İbn-i Mübarek rahimehullah:

— Ey Ebu Ali! Ben bunu ancak yüzümü (utanç verici şeylerden) korumak, haysiyetimi muhafaza etmek ve Rabbime itaate yardımcı olmasını sağlamak amacıyla yapıyorum, diyerek cevap verdi.

Bu cevabı alan Fudayl rahimehullah:

— Ey Mübarek’in oğlu! Eğer becerebilirsen bu ne güzel bir şeydir! diyerek kendisini taltif etti. (Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, 8/387.)

* Seleften birisi şöyle anlatır: “Ben tarladan geliyordum. Muaviye b. Kurre[1] rahimehullah ile karşılaştım. Bana:

— Ne yaptın? diye sordu.

Ben:

— Ailem için şunu şunu satın aldım, dedim.

— Helal yolla mı bunları aldın? diye sordu.

— Evet, dedim.

Bunun üzerine şöyle dedi:

— Senin yaptığın işi yapmam, benim için geceyi kıyamla, gündüzü de oruçla geçirmemden daha sevimlidir.” (Sıfatu’s-Saffe, 3/182)

O neslin insanları helal rızık temini için çabalamayı gündüz oruç tutmaya, geceleri de teheccüd namazı kılmaya tercih ediyor ve bu şekilde helal lokma peşinde olan insanları teşvik ve taltif ediyorlardı.

Sen bu tür rivayetler üzerinde düşünerek, uğraştığın helal ticaretin öyle toplumumuz tarafından algılandığı gibi basit bir şey olmadığını anlamış olmalısın. Sen, helal rızık temini için koşuşturman nedeniyle gündüzlerini oruç, gecelerini de kıyamla geçiremesen de, sırf bu işin nedeniyle Allah’ın razı olacağı bir amel ortaya koyduğunun bilincinde ol ve asla işini basite alma. İbadet ehli insanlar gibi olamadığını düşünme. Hiç şüphen olmasın ki, eğer çoluk çocuğuna helalinden lokma götürme çabası seni gece ibadetinden alıkoyuyorsa, senin bu çaban −biiznillah− sana gece ibadeti kadar ecir kazandıracaktır.

Burada sana fayda vereceğini umduğumuz güzel bir nükteye temas edelim. Bilindiği üzere Rabbimiz, Müzzemmil Sûresi’nin ilk ayetlerinde Rasûlüne geceleri kalkıp kıyam etmesini, namaz kılmasını ve Kur’ân okumasını emretmişti. Rasûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de Allah’ın bu emrini harfiyen yerine getirerek geceleri kıyama durmuş ve uzun uzun namaz kılarak Rabbisinin emrini icra etmişti. Onu gören müminler de, tıpkı O’nun gibi gecelerini bu saydığımız ibadetlerle ihyâ ettiler. Onların bu şekilde geceleri ibadete yöneldiğini ve uzun uzun kıyamda durup Kur’ân okuduklarını gören Rabbimiz, şöyle buyurarak yüklerini biraz olsun hafifletmek istedi:

“Şüphesiz Rabbin, senin ve beraberinde bulunanlardan bir topluluğun gecenin üçte ikisinden biraz az, yarısı ve üçte biri kadar vakit içinde kalktığını biliyor…” “…Artık, Kuran'dan kolayınıza geleni okuyun…”

Daha sonra bu kolaylığı neden sağladığının gerekçesini şu ifadeleriyle ortaya koydu:

“…Allah, içinizden hastaların olacağını, diğerlerinin Allah'ın lütfundan rızık aramak üzere yeryüzünde dolaşacaklarını ve diğer bazılarının da Allah yolunda savaşacaklarını şüphesiz bilmiştir…” (73/Müzzemmil, 20)

Dikkat ederseniz Rabbimiz burada üç sınıf insan zikretmektedir:

1- Hastalar,

2- Çoluk çocuğuna rızık götürebilmek için yollara düşen helal lokma tâlipleri,

3- Allah yolunda cihad eden mücahidler.

Rabbimiz adeta bu üç sınıf insanın, içinde bulundukları durum nedeniyle Peygamberimiz ve ashabı gibi geceleri ibadetle geçiremeyecekleri için bir nevi gece kıyamından muaf olabileceklerini îma etmektedir. Yani sen eğer hastaysan veya çoluk çocuğuna helal rızık götürebilmek için yollara düşmüş biriysen ya da Allah yolunda cihad eden bir mücahidsen, bu durumda geceleri ibadet etmeyebilirsin! Çünkü senin içinde bulunduğun durum ve hâl, Allah katında gece kıyamı kadar değerlidir. Sen bu halinle, geceleri Allah’ın huzurunda ayakta duran Müslümanlarla −biiznillah− eş değerdesin!

Evet kardeşim. İşte helal yollarla rızık temini bu kadar önemlidir ve hakiki kulluğa mani olması şöyle dursun, aksine gerçek kulluğun ta kendisidir!

Neden biliyor musun?

Çünkü bir kul, rızkını helal olmayan yollarla temin ettikten sonra gündüz oruç tutmasının, geceleri sabahlara kadar teheccüd kılmasının veya secdelerde yalvara yakara Allah’a dua etmesinin −midesine haram girdiği müddetçe− Allah katında hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurur ki:

“Bir kimse Allah yolunda uzun seferler yapar. Saçı başı dağınık, toza toprağa bulanmış vaziyette ellerini gökyüzüne açarak: ‘Yâ Rabb! Yâ Rabb!’ diye dua eder. Hâlbuki onun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdır ve haram ile beslenmiştir. Böyle birisinin duasına nasıl icabet edilsin ki?!” (Müslim)

Sen, bu hadiste anlatılan insan tiplemesinden olmamak için çalışıyor, çabalıyorsun. Bu da seni günümüz şartları gereği belki de birçok nafile ibadetten mahrum bırakıyor. Ama seni temin ederiz ki, sen sadece bu sebeple nafile ibadetlerden mahrum oluyorsan −niyetini bozmadığın sürece− bu sana nafile ibadet sevabı kazandıracaktır. Bunu böyle olduğunu, bu yazı silsilesi içerisindeki delillerden rahatlıkla öğrenebilirsin. Yeri geldikçe zaten biz bu noktaya dikkat çekmeye çalışacağız.

Ey ticaretiyle helal lokma peşinde koşuşturan kardeşim! Burada Ömer radıyallahu anh’ın, kalbinin ta derinliklerinden söylediğine inandığımız müthiş bir sözünü aktarmak istiyoruz. Bu rivayet üzerinde sakin kafayla birazcık düşündüğünde, bizim helal ticaretin önemine dair söylemiş olduğumuz şeylerin doğruluğunu anlamış olacaksın. Ömer radıyallahu anh der ki:

Allah, kendi yolunda öldürülmekten sonra bana, (çoluk çocuğum için) yeryüzünde rızık peşinde koşarken devemin iki semeri arasında ölmekten daha sevimli bir ölüm yaratmamıştır.” (Mevsûatu İbn-i Ebî’d-Dünyâ, 7/450)

Subhanallah!

Ömer gibi bir şahsiyet Rabbinden ya kendi yolunda şehid olarak ölmeyi ya da çoluk çocuğunun rızkını temin ederken can vermeyi istiyor! İnanın birisi bize gelse ve: ‘Ben çoluk çocuğumun rızkını temin ederken can vermeyi istiyorum’ dese, biz adamı bir çırpıda ya ‘mal sevdalısı’ olmakla ya da ‘dünyaperest’likle yaftalarız!

Allah için söyleyin, böyle yapmaz mıyız?

 Oysa Ömer radıyallahu anh gibi şehadet sevdalısı bir insan ‘Şehid olamazsam bari helal rızık temini için çabalarken canımı al’ diye Rabbine yalvarmıştır.

Yani Ömer’in gözünde alnı terli olarak ölmek, şehidlikten sonraki en değerli ölümdür. Bunun için de Rabbinden, şayet şehidlik nasip etmeyecekse, hiç olmazsa alnının teri ile canını almasını istemiştir.

Şimdi Allah için soruyoruz: Hangimiz helal ticareti böyle değerli ve faziletli bir amel olarak kabul ediyorduk?

Hangimiz bu şuurdaydık?

Rabbimize hamd olsun ki, O bize bu kutlu insanların rehberliğinde gerçek faziletlerin ne olduğunu öğretti. O’ndan, bu faziletleri güzelce idrak etmeyi ve bunlardan nasipdâr olmayı bizlere kolay kılmasını istiyoruz.

Lakin hemen altını çizelim ki, faizin ve haramın cirit attığı şu toplumda böylesi bir ticaret çevirmek, hiç şüpheniz olmasın ki Allah yolunda can vererek şehid olmak kadar zordur. Bunun böyle olduğuna çarşı-pazarlarda iş çeviren herkes şahittir.

Yirmi birinci yüzyılın Müslüman tâciri olarak meydanda duran sen muvahhid kardeşimizi, Ömer radıyallahu anh’ın sözünü uzun uzun düşünmeye davet ediyor ve bu nasihatten bir hisse çıkarmanı öğütlüyoruz.

Ticaretimiz Dinimizi Öğrenmemize de Mani Değildir

Bazı kardeşlerimizin, ticaretin müttakice bir kulluğa mani olduğunu düşündüklerini söyledik ve bunun yanlış olduğunu elimizden geldiğince izah ettik. Bazıları da bunun farklı bir boyutunu tasavvur ediyor ve ticaretin dini öğrenmeye, ilim tahsiline veya İslam’ı delilleriyle güzelce bilmeye mani olduğunu zannediyorlar. Bu, salt bir zandır ve mutlaka düzeltilerek zihinlerden def edilmesi gerekmektedir. Tamam, her ne kadar ticaretle meşgul olan bir kimse, meşguliyetlerinin fazlalığı dolayısıyla ideal anlamda bir ilim talebesi olamasa da, en azından dinini, akidesini ve ilm-i hâlini delilleri ile öğrenecek kadar ilim tahsil edebilir. Yine Allah’ın Kitabını ve Rasûlü’nün Sünnetini bir Müslümandan istenen oranda anlayıp fıkhedecek kadar bir birikim yapabilir. Bunları yapamıyorsa hiç olmazsa dinini düzgünce yaşayacak ve etrafındaki insanlara doğru bir şekilde tebliğ edecek kadar zarurî malumatları elde edip öğrenebilir. Yani kültürlü bir Müslüman olabilir. Bu saydıklarımız, inanın, bir tacir için asla zor şeyler veya imkânsız şeyler değildir. Sadece bu noktada yapması ve dikkat etmesi gereken birkaç şey vardır. Bunlara dikkat ettiğinde kısa sürede bilgili bir Müslüman olması içten bile değildir. Şimdi bunları kısaca birkaç madde halinde şu şekilde sıralayabiliriz:

1- Vakti güzel değerlendirmenin yollarını bilmeli,

2- Zamanı katleden boş iş ve boş konuşmalardan kendisini alıkoymalı, bunun yollarını öğrenmeli,

3- Kendisini meşgul eden eli boş, gönlü hoş, gereksiz ve lüzumsuz insan tiplemeleriyle arasına belirleyici bir mesafe koymalı, asla bu noktada gevşek davranmamalı,

4- Hayatına bir program yapmalı ve iş yerinde kendisine kalan vakitlerini bu program çerçevesinde değerlendirmeli,

5- Hayatını programlı yaşamış, vaktin değerini bilmiş ve zamanlarını çok iyi değerlendirmiş sâlih kimselerin ve meşhur âlimlerin hayat hikâyelerini bol bol okumalı. Mesela bu bağlamda Hanbelî fakihlerinden Abdurrahman İbnu’l-Cevzî’nin, Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye’nin, İbn-i Akîl el-Hanbelî’nin ve Şafiîlerden İmam Nevevî’nin zamanı güzel kullanmayla alakalı kıssaları okunabilir. Ama bu noktada bizce en faydalı olanı Abdulfettah Ebu Ğudde’nin kaleme aldığı ve “İslam Âlimlerinin Gözüyle Zamanın Kıymeti” ismiyle Türkçeye çevrilen nefis eseri mütalaa etmektir. Bir insan bu değerli eseri okuyup, içerisinde âlimlerin zamanı nasıl yönettiklerini görünce ömründen nice güzel anları har vurup harman savurduğunu anlayacak ve için için zayi olan ömrüne âh çekecektir. Lakin zararı yok; zira “zararın neresinden dönülürse kardır” fehvasınca bundan sonraki süreç güzel değerlendirilerek boşa geçen zamanlar telafi edilebilir.

Bu gün, Allah’a hamd olsun ki ilim vasıtaları bir hayli fazlalaşmış, bilgiye ulaşmanın yolları oldukça kolaylaşmıştır. Bir insan yeter ki ilme ulaşmak istesin, artık eski çağlarda olduğu gibi onun önünde alıkoyucu engeller yoktur. Örneğin âlimlerin ayağına gitmek için uzun yolculuklara çıkmaya ihtiyaç yoktur. Artık âlimler internet aracılığıyla veya bilgisayar vasıtasıyla dinleyicilerin ayağına gelmektedir! Hem de istedikleri zaman dinlemek, istedikleri zaman durdurmak gibi bir kolaylıkla!

Yine eski zamanlarda dersler sadece bir yerde yapılır ve ilim halkaları orada oluşturulduğu için insanlar mecburen o mekâna gitmek durumunda kalırlardı. Ama şimdi böyle değil. Artık ses oynatıcılarla ilim her yere gelmekte, istenilen mekânda ilim dinlenilebilmektedir.

Ve yine önceki dönemlerde kitap bulmak en zor ve en meşakkatli işlerdendi. Âlimlerimiz bir kitap bulabilmek için diyar diyar gezer ve ancak bu sayede istedikleri esere ulaşırlardı. Esere ulaşsalar bile, ona sahip olamazlar, onu çoğaltıp kendilerine de bir nüsha çıkarttırmak için uzun bir süre istinsahçıların yazmasını beklerlerdi. Bu da bir kitabı elde etmek için belki bir yıla, belki de daha fazla yıllara mâl olurdu. Ama şimdileri böyle değil! Artık kitaplar sanal ortamlarda bile hizmete sunulmakta, insanlar okusun diye bedava ve ücretsiz yayınlanmaktadırlar. Yeter ki insan okumak istesin…

İşte Müslüman bir tacir olarak senin kendine düzgün bir program yaparak boş kalan vaktini değerlendirmen ve bu zamanını gerek kitap okuyarak, gerekse ders dinleyerek geçirmen gerekir. Sakın ha bunca nimetten sonra mazeretler üretmeye kalkışma, zira elindeki nimetler bütünüyle mazeretleri ortadan kaldıracak niteliktedir. Bunca nimetten sonra Allah’ın huzurunda mesul olmayacağının garantisi ne? Sen mazeret üretmek yerine güzelce öğrenmenin yollarına bak, ticaretini kendisiyle cennet kazanılan bir vasıtaya çevir.

Şunu hiçbir zaman aklından çıkarma ki, bizim şanlı ilim tarihimiz, ilmin gerçek tâlibi oldukları halde hayatlarını ticaretle geçirmiş tüccar âlimlerle doludur. Onlar tüm çağların en büyük âlimleri oldukları halde ticaretle meşgul olmuşlar ve asla ticaretlerini ilim tahsiline mani görmemişlerdir. Örnek istiyorsan Abdullah İbn-i Mübareklere, Ebu Hanifelere, Muhammed İbn-i Sîrînlere, Sufyan-ı Sevrîlere ve onlar gibi ticaretle ilmi mezcetmiş âlimlere bakman yeterlidir. Onlardan kimisi ya bezzâzdır (kumaşçı), ya zeyyâttır (yağcı), ya cessastır (kireççi), ya da sabbâğdır (boyacı). Ama tüm bu sanatlarına rağmen ilim tahsilinden vazgeçmemişler, para kazanmayla ilmi bir arada götürmüşlerdir.

Sen de bu sâlih insanlar gibi, muhtaç olmamak, el açmamak ve insanlara mendil sallamamak için çalışacak; ama bunun yanında dinini ve dinin ilkelerini öğrenmekten de geri kalmayacaksın. Bu iki şeyi bir araya getirebiliyorsan ne mutlu sana! Allah emeğini yağlı, ilmini mübarek kılsın!

***

Rabbimiz izin verirse bir sonraki yazımızda ticaretle alakalı önemli başlıklarla sana nasihat etmeye devam edeceğiz. Bu yazı silsilesinin faydalı olacağını düşünüyoruz. Rabbim yazmayı ve amel etmeyi kolaylaştırsın. Bir sonraki yazımızda buluşmak dileğiyle, fî emânillâh…

 



[1] Bu zâtın dedesi sahabîdir ve hadis ilminde hatırı sayılır bir konuma sahiptir.

Okunma Sayısı:7335