“Dikkat edin! Şüphesiz ki bedende bir et parçası vardır ki, o doğru olduğunda tüm beden doğru olur, eğer o bozuk olursa tüm beden bozuk olur. Dikkat edin, o et parçası kalptir!” (Buharî, İman, 52.)

KUR’ÂN İNSANIN İZZET VE ŞEREFİNİ ARTIRIR

 

بسم الله الرحمن الرحيم

Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…

Allah’ın kitabı bizler için şeref kaynağıdır. İzzet ve şeref sahibi olmak isteyenler ona sarılmalı, izzet ve şerefi yalnızca onda aramalıdırlar. İzzeti başka yerde arama gibi bir hataya düşenler, hem dünyada hem de ahirette pişman olacaklardır. Kendimizi gözden geçirmeli ve izzeti başka yerde aramamalıyız.

Rabbimiz, indirdiği kitabın bizler için izzet ve şeref kaynağı olduğunu bildirmektedir:

“Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki, sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” (21/Enbiya, 10)

 “Hayır, biz onlara şereflerini (Kur’ân’ı) getirdik. Onlar ise bu şereflerinden yüz çeviriyorlar.” (23/Müminun, 71)

Bu ayette Rabbimiz, Peygamber Efendimiz ile aynı dönemde yaşayan Mekkeli müşrikleri kınamakta ve kendilerine gele şeref kaynağı Kur’ân’dan yüz çevirmelerini, ona gereken önemi vermemelerini ve hayatlarını ona göre tanzim etmemelerini eleştirmektedir. Onlar bu dünyada −ilk muhatapları oldukları halde− Kur’ân’dan yüz çevirerek tüm izzet ve şereflerini kaybettiler. Bu nedenle Allah −tıpkı Firavun ve hanedanına yaptığı gibi− kıyamete kadar kendilerini lanete uğrattı.

“Bu dünya hayatında biz onların ardına bir la'net taktık (dâimâ la'netle anılacaklardır). Kıyâmet günü ise onlar çirkinleştirilenlerdendir.” (28/Kasas, 42)

Bizlerde eğer Rabbimizin kitabına karşı kayıtsız kalır, ona gereken ilgi-alakayı göstermez ve içerisindeki hükümler hayatımıza taşımazsak, bu açıdan bizimde Mekkeli kâfirlerden hiçbir farkımız kalmaz ve Kur’ân’dan yüz çevirme noktasında onlarla aynı hükme tabi olmuş oluruz.

Kur’ân insanın izzet ve şeref kaynağıdır, demiştik. Bu, gerçektende böyledir. Kur’ân ehli olan nice fakir kimse, toplum nazarında manevî olarak nice zenginden daha üstünüdür. Fakir olmalarına rağmen Kur’ân’ı bilen insanlarla, zengin olduğu halde Kur’ân’ı bilmeyen insanların bir cenaze evinde bir araya geldiğini düşünün… (“Cenaze evi” dedim; çünkü orası dünyanın ve dünyalıkların kısa bir süre için bile olsa unutulduğu yerlerdir.) Bu ortamda insanlar bu iki tipten hangisine daha fazla yakınlık gösterir? Kur’ân bilmeyen zengine mi iltifat ederler yoksa fakir olduğu halde Kur’ân ehli olan Müslümana mı? Hangisine?

Bir kardeşimizin yakını vefat etmişti. Bizde kardeşimizin talebi üzerine orada bulunduk. Vefat eden şahıs Avrupalı olduğu için cenaze evinde bulunan kimselerin çoğunluğu Avrupalılardan oluşuyordu. Hepsi zengin ve şatafatlı kimselerdi. Cenaze evinin önünde normal araba neredeyse yok gibiydi. Herkes, maddi durumunun ne düzeyde olduğunu çok net bir biçimde gösteren son model arabasını uygun bir yere park etmiş ve cenazeyi bekliyordu. Cenaze defnedildikten sonra herkes tekrar aynı eve geldi ve terk edilmesi mümkün olmayan adetler bir bir icra edilmeye başlandı. Tabi ki bu adetlerin başında Kur’ân kıraati geliyordu. Meyyit acaba bu kitabı hayatında tatbik eden birisi miydi, değil miydi buna hiç bakılmaksızın Kur’ân okunacaktı. Tabi ki içlerinde bu işi hakkıyla becerecek birisi yoktu. Hatta hakkıyla değil, idare edecek tarzda bile bunu yapabilecek birisi bulunmamaktaydı. Hemen bir hoca aramaya koyuldular. Bu durumu fırsat bilen kardeşimiz, hemen Kur’ân bilgisi ve Kur’ân kıraati güzel olan ilim ehli bir arkadaşımızı aradı ve bu fırsatın kaçmayacağını, tebliğ için iyi bir ortam oluştuğunu, insanların kulağına Allah kelamına ve tevhide dair bir şeylerin anlatılması gerektiğini, söyleyerek ilim ehli kardeşimizi oraya davet etti. Gelen kardeşimiz hem dış görünüş itibariyle hem de ilmî birikimi ile insanları adeta cezp etmişti. Gelen bu insanın “iyi bir âlim” olduğu önceden dillendirilince bütün zenginler yere diz çökerek oturdu. Gelen kardeşimizi ise yüksekçe bir yere aldılar. O, bu ayrıcalığı kabul etmek istemese de yapılan ısrarlı ricalar üzerine oraya oturmayı kabul etti.

Sonra Kur’ân’dan ahreti hatırlatan bir bölüm okudu. Herkes huşu içerisinde dinliyordu. Ardından okuduğu ayetlerden bazılarını tefsir etmeye ve orada bulunan insanlara öğüt vermeye başladı. Oradakiler sohbet bitince hemen ilim ehli olan o kardeşimizle tanışmaya koyuldular. En zengin tipler bile kendisinden etkilenmişti.

Tüm bu olup-bitenleri ibret gözü ile izleyen ben, ilmin bir kere daha mala üstün geldiğini ve âlimlerin halk nezdinde zenginlerden kıyaslanamayacak derecede üstün olduğunu bir kere daha gözlerimle görmüş oldum. O ortamda yakinen bir kere daha anladım ki, Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in buyurduğu gibi, Allah bu Kur’ân sayesinde kimi insanları alçaltıyor, kimilerini de yüceltiyor.

Şimdi, benim anlattığım bu olayla paralellik arz eden sahabe döneminde yaşanmış bir başka olayı sizinle paylaşmak istiyorum:

Hz. Ömer’in Mekke’ye vali tayin ettiği Nâfi‘ İbn-i Abdülhâris, Mekke taraflarındaki “Usfân” bölgesinde Halîfe Ömer’e rastlar. Halife kendisine:

– Bu vadi halkına kimi memur tayin ettin, diye sorar? O da:

– İbn-i Ebzâ’yı tayin ettim, der. Ömer:

– İbn-i Ebzâ kimdir? diye sorunca, vali:

– Bizim âzatlı kölelerimizden biridir, cevabını verir. Hz. Ömer:

– Sen onların üzerine bir âzatlı köleyi mi tayin ettin? deyince, Nâfi‘:

– Fakat o, Allah’ın kitabını iyi okuyan ve bütün farzları da bilen biridir, der. Bunun üzerine Ömer:

– Dikkat edin, Peygamberiniz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Allah şu Kur’ân’la bazı kavimleri yükseltir; bazılarını da alçaltır.”[1]

İnsan eğer Kur’ân biliyor ve onunla amel ediyorsa ~bir köle bile olsa~ insanlar nezdinde değer kazanır, şerefi artar ve kendisine hürmet gösterilir. Böylesi birisi, elbette hürmet görmek ve itibar elde etmek için Kur’ân okumamaktadır; ama okuduğu kitap kaçınılmaz olarak kendisine böyle bir meziyet kazandıracaktır.

Üstte de değindiğimiz gibi, Allah’ın kitabını bilen nice fakir, mazlum ve toplum nezdinde zahiren hiç bir değeri olmayan kardeşlerimiz Allah’ın kitabı sayesinde birçok zenginden daha üstün hale gelmiş, hatta zenginlerin bile bizzat saygı gösterdikleri şahsiyetler oluvermişlerdir. Bunların hepsi elbette Kur’ân sayesindedir.

Kur’ân ―eğer kendisini okur ve içindekilerle amel edersek― bizlere izzet, şeref ve dik başlı olma özelliği kazandıracaktır.

Sahabe ve Tabiînden nice fakir ve basit insanın, bu kitap sayesinde çok üst makamlara ulaştığı hepimizin malumudur. Bizde şu üç günlük dünyada eğer izzetli ve onurluca bir hayat yaşamak istiyorsak Allah’ın kitabına sarılmalı ve onun pak hükümlerini hayatımızda tatbik etmeliyiz. Böyle yaparsak Allah padişahları bile bize köle yapacaktır!

 

İbrahim Gadban

 



[1] Müslim, Musafirîn, 269.

Okunma Sayısı:1965